3 Şubat 2012 Cuma

SAATİN TİK TAKLARI

Kamera; Güven  81300 Moda-İstanbul

Bana yolu seç diyorlar; bozuk yolu ,seçermiyim!
Eğri eğri doğru doğru
Seçemezsen yolundan vazgeç diyorlar;
ben yolumdan vazgeçer miyim!
Eğri eğri doğru doğru..

Bana yarim seç diyorlar,
vefasız yar seçermiyim!
Eğri eğri doğru doğru.
Seçemezsen vazgeç diyorlar;
vazgeçer miyim!
Eğri eğri doğru doğru,
eğri büğrü ama yinede doğru...


Kamera; Güven   Moda-İstanbul

Barış demek toprak demek;
ben kendimi verir miyim!
Eğri büğrü ama yinede doğru...


Kamera; Güven    Moda-İstanbul

5 Şubat 2012 Moda,Kadıköy,Kabataş'a
uğrayacak vapur Kanlıca iskelesine
yanaşacak. Kanlıca Mezarlığı ziyareti
ve dönüş; Barış şarkıları ve felsefesi
ile birlikte.

Barış kimdir deseler bana; Barış,
müzik ve felsefedir derim onlara.
Barış kimdir deseler bana; Barış,
çocuktur, yaşlıdır, coşkudur
derim onlara...


Kamera; Güven   Moda . İstanbul

Hele destuur;maşallah bu ne kudret böyle.
Hele destuur; zayıfları ezmedin mi söyle!
Hele destuur gözümüz yok Allah
daha iyi etsin.
Ama paylaş, gel beni dinle;
ardından her kez dua etsin.

Hava ayaz mı ayaz;
saatler durmuş bugün...
Anılyorsun değil mi?

SAATİN TİK TAKLARI




 Gün dediğimiz aydınlığı, gece dediğimiz karanlığı, saatle; saatin dilimleriyle ölçeriz. Saliseler saniyeleri, saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri, saatler de günleri kovalar.

 Sizin anlayacağınız bir kovalamacadır gidiyor. Ah babam, de babam kovalamacısı… Elbet kovalayan olunca kaçanda olur. Kaçan da olunca yakayı ele verende, paçayı kurtaranda olur.

 Duyuyor musunuz saatin tik taklarını? Akrep ile yelkovan ne kadar çok kaçıp kovalasalar da birbirlerini; uyum içinde yaşarlar. Onların uyumu olmasaydı, adını zaman koyduğumuz gün ve gecenin de uyumu olmazdı sonra. Her şeyi gölgelere, güneşe, aya ve insanlığı yöneten insanlığın inisiyatifine göre yapardık.

 Nice ölçümler-biçimler ve kayıtlar yapıldı soylu insanlığın daha bir rahat etmesi için. Her istiladan sonra değişen pafta-parsel isimleri; kimini daha bir semirtirken, kiminin ise derisini bile yüzecek hale gelen acılar ile gün geceyi kovaladı.

 Saati en çok gündüz görür ama en çok da gece duyarız. Ölüm sessizliği kaplayınca ortalığı, küçük akrep ile kocaman yelkovan büyük yel değirmenleri gibi dönmeye ve ses çıkarmaya başlarlar. Eğer, o sesten başka seslere ihtiyaç duyar, o sesi önemsemeseniz sorun yok. Ama başka sesler sizi meşgul etmiyor, sessizliğe gömülünce arızalı bir vicdan sesi ile baş başa iseniz; saatin akrebi ile yelkovanı sizi deli eder. Tıpkı Don Kişot’u deliye çevirdiği gibi…

 Saatin akrebi ile yelkovanı gece yarısını gösterirken borazan da kendi duyurusunu yapıyordu. İyilik ile kötülüğün savaşının duyurusunu. Çalan borazan şairin dediği gibi düşmanı haber veremeden boğazına saplanan bir ok ile ölüverdi.

 Büyük kovalamaca, büyük acı ilk olarak ne zaman başladı? Kim bilebilir bunu? Tek suçlu Habil ile Kabil midir? Onların torunları, onların yolundan gitmek zorunda mıydılar? Yoksa insan denen canlının iyiye, güzele, estetiğe ulaşması için bir takıp görünmez ve görünür ellere mi ihtiyacı vardır?

 Sulara, ilk damla ne zaman düştü acaba? İlk damla göğe ne zaman yükseldi ve yağmur olarak yere düştü. O düşüş, suya ve toprağa değişteki çılgın coşku, meydana gelen ilk değişim nasıl bir şeydi? Mavi miydi? Yeşil miydi? Kırmızımı? Yoksa gri bir renkte miydi?

 Suya ilk olarak düşen damlanın zamanlarında insanlık ve insancıklar yoktu daha. Marmara Denizi bile yoktu, damlanın ilk düştüğü zamanlarda.

 Saatin tik takları öfkeyi mi, neşeyi mi anlatıyorlar bize? Adaleti mi, soygunları mı, kayırmaları mı ve soylu kollamaları mı? Biri namusu, diğeri namussuzluğu, biri adaleti, diğeri adaletsizliği; bu kadar tezat ve bu kadar çelişkili olarak! İnsan ve insanlık; hem masum, hem de canavar olabilir mi? Bu kadar bildiri, kanun, baskı, gelenek-görenek ve günahlar ile sevaplar dağıtılırken insanlık yine bildiği hikâyeyi mi yazıyor acaba…

Ne garip… Ne hazin…

 Saati icat eden, zamana boyun eğdirdiğini sanan insan, ilk su damlasının ne zaman düştüğünü bilemez. İlk kavgayı başlattı ama, son kavgayı kim yapacak onu bilemez. Saatin tik takları beynimizi her zonklatışında yalnızlığımız da çıkar ortaya. Yalnız kalmaktan korktuğumuz, saatin tik taklarının bile ağır geldiği o zamanda, kurumuş olan merhamet kuyularımız arızalı vicdanımıza da baskı yapmaya başlar. Tıpkı, Ergene’yi simsiyaha çeviren tabiat ve insanlıktan nasibini almamış hiçbir zaman tok bir zengin olamayacak ama iyi bir seyirci olan insanlar; yöneticiler gibi.

 Saatin tik takları çoğalıyor; daha da artacak biliyorum… Sanki kötülük galip geliyor; sanki… Ama değil… Hayır, değil, asıl sorun iyiliğin susuyor oluşu. İyilik saatin tik takları kadar cesur olsaydı eğer, ırmaklarımız simsiyah akmazdı. Gelişen dünyanın donunu, gömleğini dikeceğiz diye tekstil fabrikaları adı altında en verimli topraklarımızı katletmezdik.

 Evet, biliyorum; iyilik susuyor… Büyük bir suskunluk bu; insanın insanlığı daha bulamamış olmasının suskunluğu. En gelişmiş ülkelerde bile bu suskunluk hâkim. Cehalet, kötü ruhlu bedenlere öncülük ediyor; şimdilik…


 Güven Serin

















6 yorum:

Fatma dedi ki...

Okudum, kendi payıma düşeni aldım gidiyorum.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Düşündüm,yazdım ve burada bekliyorum. :))

Teşekkür ederim.Gülegüle

Momentos dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
GÜVEN SERİN dedi ki...

Denemeye değer Sezer. 81300 Moda adresine uzun saçlı bir insanın girip çıktığı zamanlara; evet , denemeye değer...

İşte zaman durdu; piyanonun sesi yine beste yapmak ile meşgul. Küçük kiliseye bakımlı insanlar giriyor yine; palmiyelerin gölgelediği eve giren uzun saçlı,bakımlı ve ışıyan adam gibi.

Camilerin ezan sesleri,kiliselerin ve sinagogların çan sesleri zamanın durduğunu haber veriyor bize...

Zamanın durmuşluğuna adanmış ibatetler mekanlarda değil gök kubbenin altında ruhların eşliğinde sınırlara bölünmemiş dünya üstünde yapılıyor.

İnsan denen canlı,zamanın içinde akıp giderken,zamanı bile yaratanın kendisi olduğunu farkedip zamana nazikçe meydan okurken gülümser sadece.

Tıpkı uzun saçlı adamın gülümsediği gibi. :))

zeynep dedi ki...

Güven yazdıklarını keyif alarak okudum , teşekkür ederim , sevgiler.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Günaydın Zeynef. Teşekkür ederim;bunca soylu sorunların arasından keyif alıp-vermek de çok güzel. :)) Sevgiler.