9 Şubat 2012 Perşembe

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ

Tekirdağ-Rıhtım

Zaman akıp gider insana rağmen...
Zamanın hiç dolmayacak kilerleri,depoları
insanın, insanlığın elleri ile doldurulmaya
çalışılır.
Bir gün, soylu bir kış zamanı,fırtına sizi
beden ve ruhunuzu sınamak için estiğinde,
zamanın kilerine geri dönersiniz.
Sizi bekleyen şaraplar ahşap fıçıda iyice
dinlenmiştir. Küplerdeki turşular, katıklar,
pekmezler ve ballar; sizin içindir; minnet ile
sadece yiyeceğiniz kadarını, aç olan
diğerlerinin rıskını da düşünerek;
yudumlayınız.

Kabataş-İstanbul

Deniz üstü köpürür; hey canım, rinna nay rinna nay
Kayağa da binsem götürür; hey canım heey
Benim de şu cihana gelişim; heey canım, rinna nay,
rinna nay.
Bir güzelden ötürü; heey canım heey...

Büyük ustaya, muhteşem sanatçı
CEM KARACA'YA SELAM OLSUN...

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ



 Böyle bir başlığı görünce bir masal başlıyor seslenişlerini duyar gibiyim. Masallar böyle başlardı çocukluk zamanlarımızda. Çocukluğu anmayı, bugünün korkusu, bugünün büyüklüğü ile anmaya başlarsak; ne zaman geçti bu koca zaman deyip; zamanın kör kuyusunun içine bile düşebiliriz.

 Zaman hiçbir şekilde durdurulamayan muhteşem bir güçtür. Sonuçta yok edilemez, yok olmaz denen her şeyi kendi süreci içinde yok eden zamandır. Zamanın muhteşem destekçileri vardır. İnsandan milyarlarca yıl daha fazla yaşayan dünya ve onun her türlü doğa olayı, zamanın büyük yardımcılarıdır.

 Rüzgâr, yağmur, güneş, fırtına, şimşek… Zaman, bu yüzden kimseye ne eyvallah eder, ne kimselere muhtaçlık gösterisinde bulunur, ne de isyanları oynar. Alabildiğince büyük fırsatları, cazibeleri, acıları, tatlıları, ekşileri, tuzluları iç içe doldurmuş, yükünü verdikçe, dağıttıkça yükü hafiflemeden kayıtsız, şartsız ilerler yolunda.

 Zaman, en çok ölmeyecek gibi kötülük yapanları harcar! Zamana en büyük öfkeyi onlar duyar; niye bizi bu hale getirdin, niye bizim elimizi, ayağımızı tutmaz yaptın diye büyük; çok büyük şikâyetlerini yaparlar onları duymayacak merhametli gökyüzüne.

 Ali ile Tekirdağ şehirde buluşmamız da zamanın akıp gittiği ve tekrar yepyeni zamanları bizim için bize uzattığı zamanda bir araya geldik. Ali bu şehirden Ege’ye; İzmir’e gideli kaç yıl olmuştu? Bir elin parmaklarını çoktan geçmiş; 26 yıl olmuş. Üzerinde veya yanı başında yaşadığımız zaman için ne kadar küçücük bir mesele. Kaç yüzyıldan beri kim bilir kaç milyon insanı çekti içine. Anılarını, hatıralarını, hüzünlerini, neşelerini yuttu.

 Dostum Ali bu şehirde uyumayalı, bu şehrin sabahında uyanmayalı 26 yıl olmuş. Bir insan ömrünün neredeyse yarısına yakın bir zaman. 26 yılda neler yapılmaz ki? Doğulur; bebek, çocuk derken genç adam, genç kadın olunup hayatın içinde danslar edilmeye, şarkılar söylenmeye bile başlanılır…

 Ali çoktandır istediğimiz buluşmayı, bu zamana bir kış ayı olan Şubat içerisine denk getirdi. Oldukça yoğun geçen iş hayatı içinde, iş adına çok önemli bir gününü ve gecesini 30 yıl önce başlayan dostluk adına ayırdı.

 Büyük sözleri, özlü seslenişleri, nesilden nesle aktaran sözlerin gerçekçiliği kadar insanların kulaklarına hoş gelen uyumlu dizilişleridir de. Diziliş bir yana gerçekçiliği de inkâr edilemez. Bende inkâr etmiyorum zaten. Ama bazı seslenişleri, özlü sözleri insan denen canlı tersine çevirir; nazikçe. Bu sözleri de söyleyen insandır; bu sözleri de yaşatan insandır. Ama bu sözleri de bir kenara bırakan, kendi yeni hikâyesini yeniden yazan da insanın, insanların ta kendisidir.

 Böyle sözlerden birisi de “gözden uzak gönülden de uzaktır” seslenişidir. Dostum Ali ile ayrı kıtalarda, ayrı bölgelerde yaşasak da, yılda birkaç kez bir araya gelsek de gönül uzaklığını hiç yaşamadım. Bir kere kurulmaya görsün dostluklar; onları bağlayan bağlar çok inceciktir ama kopmayacak kadar insan icadı bir şeydir. Sözlerden öte, yaşanmışlıkları da beraberinde sürükler. Yaşanacakları da taze bir bekleyiş; bir tomurcuk, bir tohum coşkusu ile ister…

 Dostlukların en güzeli gönülden olanıdır. O köprünün uzunluğu belli değildir. Dayanıklıdır da doğanın nazik ve hırçın dostları; rüzgâra, fırtınaya karşın.

 Kordon boyunda gezmeyeli, denizin adalara uzandığı ufka bakmayalı, küçük kayıklara binip, şırıltılı kürekleri çekmeyeli çok olmuş insan danan canlı ömrü adına. Ne buluşmamanın çokluğuna direndik, ne buluşma anının zafer sarhoşluğunu yaşadık. Dün ayrılmışız gibi kordon boyunu, yine iki genç adam gibi, yine aynı heyecan içinde gezdik.

 Öğrenciliğimizin deli çağlarında çay içtiğimiz, tavla oynadığımız, küçük aşk dedikoduları yaptığımız çay bahçesi; Erol’un Yeri şimdi yepyeni bir yer olmuştu. Bizim tüm anı ve hatıralarımızı yeniliğin hoyrat ve bir o kadar nazik elleri ile yok etmişler.

 Anı ve hatıralar bedenlerle yazılır ama ruhların inanmışlığı ile korunur. Şimdi Rıhtım olan Erol’un yeri, daha önceleri mimari açıdan hiçbir şey ifade etmezken, mimarinin usta elleri sayesinde cam ve ahşabın güzel gösterisini yapıyor.

 Buluşmaların en güzel tarafı sohbetlerdir. Nazikçe piyanonun tuşlarına dokunan sanatçı gibi, bestelere sözcükler bulan şairler gibi, geleceğe geçmişin tanıklarını bırakan ressamlar gibidir…

 Bir Varmış Bir Yokmuş, demeden masal anlatılmaz. Dinlenmez de… Hayat; hayatımız bir masalsa, ne geçmişin uzunluğundan, ne bugünün sıkıcılığından, ne de geleceğin olamayacağından yana dert etmeyin kendinize. Keloğlanı, Alâeddin’in Sihirli Lambasını, Pamuk Prensesi veya Prensi düşleyin.

 Hayatımız bir masal değil kanlı canlı gerçeğin ta kendisiyse de; gerçeğin bam teline dokunun. Duyu organlarınızı yeniden fark edin; nerededirler diye…


 Güven Serin



















8 yorum:

Arzu Sarıyer dedi ki...

Muhteşem dostluğun sevgisiyle selamlar bu dostun sizleri...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Arzu öğretmenim; bizden de size selam olsun... Sevgi ve saygı ile...

Momentos dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkürler diyorum Sezer. Sanırım burada, yani o cümlede yazar, biraz derinlere dalmak istemiş. Bilirsin bazen rakımın çok altında gezinmeyi sever bu yazar milleti.

O cümleyi bir daha okudum; Breh dedim bu kadar olur; görmüş kurs almış amirlerinden ders...

Momentos dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
GÜVEN SERİN dedi ki...

Ben ciddi bir adamım, görmüşüm kurs,almışım sıkı bir ders ; görev başında gülmem öyle kahkaha atarak. :))

zeynep dedi ki...

Gerçek dostlar , gönül dostları unutulmuyor , zaman ve mekan ayrılığı fark etmiyor , sanki hep yanıbaşımızdaymış gibi ...

Ne güzel anlatmışsın , teşekkürler , sevgiler .

Cem Karaca' ya selam olsun !

GÜVEN SERİN dedi ki...

Zeynep,teşekkür ederim. Kültürleşmiş dostluklar adına da, Cem Karaca adına da...