11 Ocak 2012 Çarşamba

KENDİME BİRAZ DAHA KENDİME

Kamera; Güven  Sığacık-Seferihisar

Biraz teleskof, biraz mikroskop
ve biraz da sonar...
Düşünüdüm işte; görme, duyma ve
felsefeden uzak;bitermi bunca şikayet
ve kavgalar?


KENDİME, BİRAZ DAHA KENDİME


 İnsan kendine biraz daha kendine nasıl gidebilir? Ruhumuzu taşıyan bedenimizi daha çok acıtarak mı? Biraz çimdikleyerek, iğneler, çuvaldızlar batırarak mı? İnsan onurunu korumayan adaletin eksik ve yarım kalmış kanunlarına karşı buz gibi dondurucu bir havada çırılçıplak soyunup; işte buradayım ey yaratıcı; onlardan önce sen al beni, diyerek mi?

 Bu yazdıklarımın bu hali ile hiçbirini yapamazdım; yapamam… Kirli bilgilerin kol gezdiği barbarlığın hüküm sürdüğü güzel ülkemde başka bir çıkış ararım!

 Yakınımda çok yakınımda bulunan temiz ruhlu insanların eserlerine dokunurum. Masamın üstü böyle eserlerle dolu. Hepsi ayrı bir ruh, ayrı bir beden ve hatıraların olaylarını taşıyor. Onat Kutlar’a merhaba, dedim. Oda bana; “merhaba İshak” dedi. Ama ben İshak değilim, dedim.

Biliyorum. İçimden geldi, eski bir hikâyeyi hatırlatmak için söyledim. Aslında bu hikâyeyi Çiftçi uydurdu. Ama böyle söylendi, böyle bilindi;

“ Karın üstünde ay doğdu. Geniş bir ova gibi uzanan vadide, küçük tepelerin ince karını tozatan rüzgâr ve uzaklarda yalnızca hafif hışırtıları işitilen kuru ağaçlar dondu. Karları gıcırtıyla ezerek yürüdük.

Daha çok mu uzak?


Hayır, dedi Çiftçi, geldik, şu iki ağacın altında. Dinle, dedi Çiftçi.


Neyi?


Gecenin ve tümseğin altında durmadan kendini hatırlatarak geleni; çok eski bir şey bu.

Çiftçi, gözlerini astığı ağaç dalını ve dala tünemiş İshak. İşte!”

 Kendime, biraz kendime daha kendime yüklenmeye devam etmek istedim. Afrika, Asya; güzel ülkemin muhteşem örtülü var olan ama yokmuş kabul edilen devasa sorunları, benden çok öte ve korkutucu görünüyor. Çünkü kendine inanmamış, nasıl olsa bizden “fayda” gelmez inanmışlığın büyülenmiş topluluğu ile iç içe yaşıyoruz… Ne iğne, ne çuvaldız batıran var; ölenlere rahmet ve birazcık toprak ile birlikte acıma atıyoruz; bu kadar; insan olmak ve insanlığı korumak bir avuç toprağa ve bir fiske acımaya kaldı…

 Bir başka esere dokunuyorum. Dizeler ile ruhların da aktığı eserlerden birisi; Edip ustanın iyi bir mimari ve mühendislik ile inşa ettiği esere adım atıyorum;

Benmişim-neymiş?-Su sesiymiş.
Oymuş.-Cam kırıkları gibi gövdemi yakan.
Yanağında sardunya kokusuyla yazdım.
Kimmiş o gelen ya giden kimmiş?
Bir yabancı mı, yoksa bir ermiş.
Değilmiş, bir çağrı bile yokmuş uzaklardan.

Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşamsefaları
Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum.

 Hazır kendime daha kendime iniyorum; durmak yok, diyerek Doğan Kuban’a kulak verdim. Durup dururken karanlığı aydınlatma işi ile uğraşıyordu. Ömrünü, ilime, bilime, sanata ve akla adamış Doğan Kuban, “son nefese kadar” yazmaya, fikirlerimi söylemeye devam edeceğim diyor. Ve başlıyor, karanlığı delen aydınlanmanın aydınını anlatmaya. Aydın deyince bütün ışıksızlar, bütün korkaklar da el ve kalp çırpıyor biliyorum. Kolay yaşamın, kolay kazanmışlığın garip aydınları da bu işi üstüne alacak, biliyorum.

Doğan Kuban, nazikçe sus işareti yapıp anlatmaya başlıyor;

“ Kanımca aydın, ne tek bir öğretinin ne de bir liderin izleyicisi olmayandır. Aklının kabul ettiği düşünceleri izler. Fakat düşüncenin çeşitliliğine inanır. Dolayısıyla başka türlü düşüncelere ve sonuçta dünyaya karşı hoşgörülüdür. Cahile karşı da hoşgörülüdür.

Hoşgörülü olmak, teknoloji dünyasının ve kapitalizmin robotlaşmasına karşı direnmek demektir.

 Aydının bence bir özelliği de mal mülk endişesini aşmış olmasıdır. Aydın bağımsız bir düşünürdür. Düşüncenin çeşitliliğine inanır. Alçakgönüllüdür.”

 Kendime biraz daha kendime dediğim akşamın masa başında hiçbir yolun son olmayacağını, hiçbir acının biz istemediğimiz zaman bizi üzemeyeceğini bilerek Doğan Kuban’ın son sözünü duydum;

“Aydın hep yalnız mıdır? Burada da yanıt EVETTİR.”

 Gözlerime çöken yorgunluk, ruhuma binen tonlarca ıstırap omuriliğimi bükemese de, hâla yaşam için atan kalbimi durdurmasa da, yorgunluğa yenik düşmeden önce son esere; Oktay Rıfat’ın eserine dokundum;

 Bezdik yüzlerini görmekten, gözlerine bakmaktan gece gündüz. Bizi de götür, keloğlan, padişah sarayının olduğu o kente. Ayağımızda demir çarık, elimizde demir asa, kırk gün kırk gece, kimi yollarda yayan yapıldak, kimi Anka’nın sırtında, gag deyince su, guk deyince et…

 Güven Serin







6 yorum:

Begonvilli Ev dedi ki...

Hepsi de okunası eserler, yaşamı öğreten.. Daha niceleri var. Ömrüm yetmez ki okumaya. Yine de yettiğince okumalı, hayatı kavramalı olabildiğince..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Çok haklısın İsmet; "yine de yettiğince okumalı, hayatı kavramalı..."

ΣΤΡΑΤΗΣ ΠΑΡΕΛΗΣ dedi ki...

makari dilinizi'nın ixera ve epikoinwnoysame daha fazla kala΄
Celtic ama aynı zamanda her tarafında. Kalo brady!

GÜVEN SERİN dedi ki...

Good morning, my friend ....

Dalgaları Aşmak dedi ki...

Yaşamak, yalnız yaşamadığının anlamanın yolu...Uçsuz bucaksız dünyada, uçsuz bucaksız benliğini keşfetmenin sırrı, yarından ümitli olmak okumak...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Evet Dalgaları Aşmak; yaşamak, uçsuz bucaksız dünyada...Yaşamın farkında olarak; hayal kırıklıklıklarına şans vermeden:)) ...