6 Aralık 2011 Salı

SIĞACIK, SAKİN LİMAN

Kamera; Güven-Sığacık-Seferihisar
Yaşlı Zeytin ağacı Teos Harabeleri içinde yaşıyor.
Bu tür ağaçlara her zaman imrendim, tarihin,
arkelojinin ve buradaki masalların içinde
yaşıyorlar. Ve o masallar, insanları hikayelere
hikayelerde umutlara bağlıyor.

Kamera; Metin  Teos Antik Şehri
Zamanın en güzel şehirlerinden birisi şimdi
kurtarılmayı bekliyor kurtarıcı olabilmek için...


Kamera; Güven  Sığacık-Akkum Plajı
İncecik billur gibi kumlar, yaz güneşi ve
zamanı için bir şeyler söylüyor...


Kamera; Güven  Sığacık-Seferihisar
Uyusam,
Kendimi bir son vapurda sansam...
Peşimizde yıldızlar
Peşimizde uskur
Uyusam...
Sait Faik Abasıyanık


Kamera; Güven Sığacık Limanı
Bazı akşam üstleri, oturur
Hikayeler yazardım,
Deli gibi!
Ben hikaye yazarken
Kafamdaki insanlar
Balığa çıkarlardı.

Kadınlar,
Kahve cezvelerini ısıtan, mavi ışıklı ispirto
lambalarını yakarlardı.
 S.Faik Abasıyanık


Kamera; Güven  Sığacık Kaleiçi

İnsanı buraya çeken bir şeyler var!
Ama ne? Bir sıcaklık, bir yakınlık, ber huzur
ve sevgi mi? Yoksa bizi yutan dünyadan öte
bizim kendi krallığımızın hissedildiği
bu yerdeki eşitlenmiş insan otoritesi mi?

Kamera; Güven  Sığacık-Kale

Kaptan-ı Derya Piri Reis'in katkıları ile
Teos Harabelerinden getirilen taşlar ile inşa
edilmiş.
Bizler Teos Harabelerini taşımışız, Almanlar
Zeus Sunağını. Ama aradaki fark, onlar
taşıdıkları, kaçırdıkları eserleri aslına
uygun yaşatmışlar...
Umuyorum ki yerleşik hayatın incecik
sanat ve felsefe ruhu bizide saracak
bir gün... İşte o zaman, her şey yerli
yerine oturacak. Taşlara can veren
masallar,heykeller tekrar oldukları
yerde hayat bulup, coşku verecekler...


Kamera; Metin Burg Pansiyon Sığacık
Ömer Ertuğ
Bir gün önce yabancıydım burada.
Şimdi, geçmişin ortağı, günün soluğu,
sesi ve dinleyeni...


Kamera; Güven Burg Pansiyon
Ömer Ağabeyin dinlenme salonu


Kamera; Güven  Burg Pansiyon

Beşiktaş ve Barış Manço sevdalısı
Bir pansiyondamı kaldım,yoksa bir otelde mi?
Sanki orası kendi evim, orada konuşan insanlar
benim kendi dostlarım...


Kamera; Güven  Sığacık
Ömer Ağabeyin Krallığı
Bacaya dikilen bayrak Beşiktaş bayrağı.
Siyah ve Beyaz, ne güzel dalgalanıyor...
Güzelliği spor, centilmenlik, estetik ve
görselik olarak görmek şartı ile...


Sığacık Pazarı
Bu pazar "Yavaş Şehir" kurallarına göre hizmet veriyor.
Her şey kendi ürettikleri ve doğal ürünlerden ibaret.
Burada,yenen,yenecek her şey, emek ve tabiatın
işbirliği ile doğuyor...
Şimdi kahvaltı zamanı; mutlu bir beden için şart:))


Kamera; Güven Sığacık Pazarı
Buradaki el emeği ve doğallık kadınların elinden
ve ruhundan geçiyor. Her yan güzel gülüşlü
kadınlarla dolu.


Kamera; Güven Yavaş Şehrin doğal pazarı
Neler yok ki; karanfiller, reçeller,  zeytinler,
salçalar, ekmekler, peynirler,zeytin yağları...


Kamera; Güven Sığacık Pazarı
Her şey  görülmeye değer. Göz hakkı burada da
geçerli. Her şeyi tada bilirsiniz:)) Tattım ve damağımda
taşıdım, emeğin ellerinden çıkan ürünlerin tadını.


Seferihisar
Çay yudumlarında, çaydan öte bir şeyler var.
Sadece hoşçakal diyerek ayrıldım, bize ve
insanlığa ait güzel diyardan; sadece
hoşçakal dedi çocuk ve hissetti
kokuyu, insanı, sevgiyi; hissetti;
uzaklıklar ne kadar uzun olsa da...

SIĞACIK, SAKİN LİMAN



 İnsan bazı zaman huzuru hiç olmadık şeylerde arar da bulamaz. Aranacak huzur, geminizi çekeceğiniz liman Seferihisar’ın Sığacık yerleşim yerinde sizi bekliyordur da sizin haberiniz yoktur!

 Seferihisar Türkiye’nin ilk yavaş şehridir. Yani. Cittaslow. Cittaslow nedir? İtalyancası Citta (şehir), İngilizcesi slow (yavaş) kelimelerinden oluşur. 1986 yılında İtalya’nın Barolo kentinde “Yavaş Yiyecek Birliği” oluşturuldu. 1989’da Paris’te uluslar arası boyut kazandı. Bugün yüzden fazla ülkede temsilciliği ve 80 bin üyesi bulunuyor. Yavaş yiyecek kavramından esinlenerek 1999 yılında İtalya’nın Chianti bölgesindeki Greve kentinde, 30 kadar yavaş yiyecek kentinin katılımıyla atıldı.

 Yavaş şehir olabilmek için çevre politikaları, altyapı, kentin dokusunun kalitesi, yerel üretim ve ürünlerinin desteklenmesi, konuk severlik gibi ölçütler gerekiyor. Kısacası, yavaş şehir olabilmek için, doğa ve insan ile barışık olma, şehirleri kirlilikten arındırma girişimlerine önem vermek gerekiyor.

 Bende Türkiye’nin ilk yavaş şehri Seferihisar’ı ve onun liman, kale ve antik kent Teos ile kucaklaştığı Sığacık yerleşim yerini merak ettim. 60 saatlik zaman dilimine 1188 km’lik yolculuğa arkadaşım Metin ile birlikte çıktık.

 Yolculuğumuz iki bölümden oluşuyor. Birincisi dünya çapında ün kazanmış Bergama ilçesi ve tarihi yerlerini ziyaret. İkincisi de Seferihisar-Sığacık bölgesinin tanınması, buradaki heyecanın, rüzgârın, kokuların ve seslerin güzelliklerine tanıklık etmek.

 Çıktığım her yolculuğu hiçbir zaman büyük koşullara gebe bırakarak başlatmam. En güvendiğim şey esnekliğin, koşulsuzluğun bana hediye edecekleri gerçeklerdir. İnsan, tarihi, tabi güzelliklerin olduğu her yerde sanatsallık da vardır. Oradaki doğa ve tarih size bir şeyler anlatır.

 Sığacık ömrümün son çeyreğinde tanıdım. Ve benim ülkemde beni mutlu eden, onurlandıran bir yer. Buradaki kalenin tarihi Sultan Süleyman zamanına, Kaptan-ı Derya Piri Reis tarafından fark edilmesiyle Teos harabelerinden getirilen taşlar ile yapılmıştır. Kale ile liman yan yana; gece ile gündüz kadar yakınlar birbirlerine. Kalenin içindeki alçak evler, unutulan özgünlüğü, mütevazılığı açık hava müzesi gibi anlatıyor.

 Seferihisar’dan Sığacığa yaklaşırken mandalina bahçelerini gördüm. Yeşillikler üzerine dizilmiş sarı meyveler. Buradaki yerli halkın söylediği bir şey var; “ göz hakkı” Buradaki bahçelerdeki mandalinaları görüp de özenen her kim olursa olsun kopara bilirmiş. Ama bir tek şartı ile koparacağı mandalinayı dalının üzerindeki küçük sapı ile birlikte koparmalıymış. Çekerek kopardığın zaman, mandalinanın bir bölümü orada kaldığı için o dalda bir daha meyve yeşermiyormuş.

 Seferihisar ve Sığacığı öne çıkaran sadece “yavaş şehir” hareketine katılmak değil. Zeytin ve mandalina ağaçları, çam ağaçları ile birlikte insan denen canlıya adanmışlığın en güzel sunumlarını yapıyorlar. Deniz ve temiz koyları; Akkum plajları, sörf yapabilme imkânı, ince kumun tertemiz ile birleştiği bu yerde 45 yat kapasiteli birde yat limanı var.

 Osmanlı İmparatorluğu zamanında burasını önemseyen ve kale olmasında çaba gösteren Kaptan-ı Derya, bu güzellikler karşısında o günün savaş ortamında en güzel dinlenceyi ve huzuru bulmuş olmalı! Şimdi bu zamanda, henüz hayatın içindeyken bizde bu güzel limana gidip kendi gemimizi; yani, beden ve ruhumuzu niye çekmeyelim?

 Yavaş şehrin sakin limanı bizleri bekliyor. Yavaş şehrin heyecanı burada yaşayan insanları sarmış bile. Tok görünüşlü insanlara o güzel gülümsemeler yakışıyor. Bu insanlardan ikisi de Burg Pansiyonu işleten Hatice Hanım ile Ömer Beydir.

 Pansiyonların otellerden en önemli farkı; kendinizi yuvanızda gibi hissetmenizdir. O, ormanın içinde kaybolmazsınız. Birkaç merdiven ile aşağı; dinlenme odasına iner Hatice Hanımın yaktığı sobanın sıcaklığı ile ninenizi, dedenizi anımsarsınız.

 Ömer Ertuğu daha Almanya’da çalışırken bölgesinde pansiyon açmış. Sonra kesin dönüş yapınca da pansiyonunu işletmeye devam ediyor. Tereddüt ederek girdiğimiz pansiyondan neredeyse “iç çekerek” ayrıldık. Aslında tam manası ile ayrılamadık! Bir yanımız; ruhumuzda taşıdığımız huzurlu hatıra ile köprü kurulan Sığacık ve Burg Pansiyon; bir yanımız Seferihisar, bir yanımız Tekirdağ olarak hep yaşayacak.

 Sığacak bölgesi yakın bir gelecekte Teos şehri ile de anılacak. Antik zamanların en önemli şehirlerinden birisidir Teos. 12 İon şehirlerinden birisidir. Kent, bir dönem Efes ile yarışmıştır. Çok geniş bir alana yayılmış Teos Harabelerini gezerken bir başka dünyaya geçiş yaptık. Mandalina, zeytin ve çam ağaçları içine yayılmış antik şehir; insan denen canlıya ayrı bir aşk sunuyor. Bir huzur; geçmişin hatırına bugüne inanılmaz bir ısı yayıyor.

 Antik şehri gezerken gördüğüm mandalina bahçelerine göz hakkı ile baktım. Ve bana söylenen koparma işini hatırlayarak dala tutunmuş ince sapıyla birlikte kopardım. Ağaçtan yediğimiz mandalinanın kabuğunu her koparışımda ortaya yayılan buğulu bir güzellik; sanki sabah sisini kaldırıyor, tekrar bize dönecek buharlaşmayı başlatıyordu.

 Günün tarihi gezisi tabiatın tam da kalbinde gerçekleşti. Akkum plajının incecik kumları üzerinde yürüdük. Ege’nin insanlığa sunduğu mandalina, zeytin, çam ağaçları arasından Burg Pansiyona geri geldik. Bir kış zamanı içinde olsak da, gün sona ererken bu diyara yalnızlık çökmedi. Işıklar içinde sakin şehre adanmışlığın heyecanı ile birbirini tanıyan ve insana insandan önce selam verip alan, size yardım için bekleyen canlılar ile karşılaştım.

 Yemeğimizi yedikten sonra Ömer Bey ile sohbete daldık. Hatice Hanımın çay ve mandalina ikramı tüm bonkörlüğü ile ortada, sohbete eşlik etti. Burada yaşayan Alman vatandaşı insanlarda vardı. Onlar Alman prensibi ile erken yatmışlar. Bizler Türk alışkanlığı ile gecenin içine girdik. Ömer Bey ve Hatice Hanım ile sohbetin en demli olanlarına geçtik.

 Ömer Bey Sığacık sevdalısı bir insan! Bu sevdayı pansiyonunda da gördüm. Burada, insana ve insanlığa akan sevdaların resimleri vardı. Barış Manço’nun fotoğrafı tüm sıcaklığı, sanat adamlığı ile duvarda asılı duruyor. Beşiktaş amblemleri hemen her köşede var.

 Ömer Bey’e sordum; neden Beşiktaş? Renkleri ve insana huzur veren spor felsefesi, dedi. Neden Barış Manço? Barış, üç kuşağa hitap etti. Barış’ı annem de sevdi, çocuklarım da. Annem, Barış Manço televizyonda çıkınca “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa” çıktı derdi.

 Gezi zamanının son saatlerinde Sığacığa Pazar günü kurulan kale içindeki pazarı gezdik. Yavaş şehre yakışır bir Pazaryeri; her şey kendi doğal ürettikleri ürünlerinden oluşuyor. Eğer taşıyacak, getirecek durumum olsaydı, o güzel insanların sunduğu ve doğal bakışlar içinde sattıkları tüm ürünleri almak istedim. Ama yinede, bir deste karanfil, zeytinyağı, tatlı, mandalina, domates, yeşilbiber aldım. Bu ürünler, tıpkı ninelerimizin doğallığı kadar doğal kokuyorlardı…

 Güven Serin














10 yorum:

Sibelbek dedi ki...

Keyifli bir gezi olmuş. böyle gezilere zaman ayıramıyor olmak üzücü, benim açımdan... neyseki, sayenizde görüyorum :)

Fatma dedi ki...

Ne güzel fotoğraflar, ne güzel yazı. Teşekkürler, bundan sonra bir de Seferihisar'a gitmek lazım, mutlaka:)

GÜVEN SERİN dedi ki...

Tibetin Annes, hoşgeldin. Sanırım bir gün ayıracaksınız:)) Bir gün... Teşekkür ediyorum.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Fadiş, listeye; gidilecekler listesine yazdın bile ben görüyorum:))

Ama muhakkak bir pazar gününe getir, o pazarı görmeli insan; görmeli ve insanı çekmeli içe:))

Begonvilli Ev dedi ki...

İz Tv'de bir belgeselde izlemiştim ''yavaş şehir''felsefesine uygun yaşam alanlarını. Örnek olarak da Seferihisar gösterilmişti. Çok imrenmistim, dahası orada yaşamak istemiştim, hala istiyorum.

Yazınızı hissederek okudum, tekrar okuyacağım. Fotoğraflar çok güzel. Yine harika bir gezi oluyor.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba İsmet. Seferihisar ile başlayacak güzelliklerin diğer yavaş şehirlere yayılması umuduyla. Artık, bu toprakları, bu ormanları, denizi ve burada yaşayan tüm uygarlıkları anlamalı ve o anlama ile oluşacak sevgiyi bağrımıza basmalı

Adsız dedi ki...

Ama olmuyor Güven Bey
böyle güzel yerlere gidiliyor üstüne üstlük yetmezmiş gibi deniz havasında mis gibi kahvaltı ediliyor.Hadi ona da tamam o pazara gidiliyor.Kalburabastılar bize gösteriliyor.Yani olmaz ki bu kadar da yapılmaz ki can bu çekiyor.Şaka bir yana vallahi o tepsilerde gözüm kaldı.Sığacığa gidersem bir pazar gününe denk getireceğim ahdım olsun.Yine güzel fotolar ve havadisler ellerine ayaklarına kuvvet.Sevgiler.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Şimdi bu kadar güzel övgüden sonra kulaklarım daha iyi duyuyor,gözlerim daha iyi görüyor:)) Tanrım, yine tanrısal bir ses; hadi, hadi dağlara doğru yola koyul, diyor:))

Teşekkür ederim Ruhgezgini, bir pazar,muhakkak Sığacıkta ol; herşeyi gözlerinle gör, güzel şeyler:))

bilge dedi ki...

Sevgili Güven merhabalar.. zeytin ağacını ve sğacığı görünce huzur duydum bir gün yolunuz İzmir e düşerse kesinlikle restorasyonunu yaptığımız eski havagazı fabrikasına uğrayın orada çevre düzenlemesi yaparken dikilen asırlık zeytin ağaçlarını görmenizi isterim..yol çalışmaları nedeniyle yerinden sökülmek zorunda kalan asırlık zeytin ağaçları 150 yıllık olanları var ..sevgilerimle..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Bilge. Bir gün görmek isterim gerçekten; o bilge ağaçları, zamanın gerisinde yaşananlara tanıklık etmiş o güzel yeşillikleri görmeyi çok isterim.

Teşekkür ediyorum Bilge.

Huzura muhtaç insanoğlunun çevresini, doğayı farketmesi, daha da etmesi dileklerimle.