15 Aralık 2011 Perşembe

27 NUMARALI EV

Kamera; Güven 27 NUMARALI EV-
                              TEKİRDAĞ

Yokoluştan kimse kaçamaz; 27 numaralı
ev gibi. Büyük düşüncenin büyük felsefesi
der ki; varoluştan da kimse kaçamaz...
Ama bu felsefe; bu iki düşünce insan denen
canlıyı ne başlangıcı, ne de sonsuzu
görüp dokunamadığı için filozofların
haricinde kimseyi mutlu etmez...

27 NO’LU EV



 Tekirdağ şehri ve insanı, bir bir yok olan ahşap evlerine baktı durdu… Kimisi ben gibi; hüzünlü ve çaresiz baktı. Kimisi, hoyratça, bir an önce yıkıp yerlerine büyük apartmanlar dikmeli diye el ovuşturarak baktı. Kimisi ise, hiçbir şey düşünmeden, içliğin içine düşmüşçesine hiçbir şey hissetmeden baktı…

 Biz, bizler; bakmaya devam ederken, son kalan evler de sessiz bir gemi gibi sadece fotoğraflarda kalma ümidi içinde yok olup gidiyorlar. 27 numaralı ahşap evde öyle evlerden birisi. İki katlı ahşap ev şu an yalnızlığı ile baş başa kalmış. Kırılan camlarına kartondan camlar yapılmış. Rüzgâr karton camların dayanıklılığını sınarcasına oynatıyor, zalim terk edişliğin destekçi oluyordu.

 Birçok kez geçtiğim bu yerden nedense bugün daha ağır geçmek istedim. Bir fısıltımı duymak istediğim, bir inleme, bir şikâyet mi? Belki de hiçbiri değil?

 Bir ev konuşur mu insanla? Bir fısıltı, bir dert ortağı seçer mi insanı acaba? Hadi canım sende, deli olma, diyenleri de duyuyorum. Bende öyle sanırdım, ev konuşur mu hiç insanla diye düşünürdüm! Meğerse konuşurmuş…

 İki katlı ahşap evin ağzı da yok dili de yok; nasıl konuşacak? Duruşu ile sessizliğe gömülüşü ile. Artık ahşap kapısına kimselerin çıkmamasının başı eğik anlatması ile…

 Terkedilmiş, kırılan camları onarılmamış, boyası, verniği yapılmamış ahşap bir ev ne der, biz insanlara? Benim önünde durduğum, hâla yıkılmamak için direnen ve diğer apartmanların arasında zaten kaybolmuş ahşap ev şöyle dedi bana;

 Merhaba ey Âdemoğlu insan! Bilirim, benim gibi çaresizsin, benim yalnız kalışıma. Beni satın alıp, tekrar yenileyemezsin! Yorgun tahtalarımı onarım, boyayamaz, vernikleyemez ve cilalayamazsın! Bilirim…

 Apartmanların arasında sıkışıp kalmış 27 numaralı ev, pek gösterişli değildi, diğer yok olup giden zarif evlerin yanında. Belki de mimari açıdan da pek önemsenecek durumda da değildi ama onun tanıklık ettiği zamanların mahalle kültürü içinde yüzlerce gösterişli ev vardı Ertuğrul Mahallesinde.

 Bahçelerindeki kuyulardan buz gibi sular çekilir, yaz aylarında kuyuların soğuk sularına karpuzlar bırakılırdı. Cumbalı balkonlardan bakan kadınlar, çocuklar, tanıdık mahalle komşularına el sallarlar; genç kızlar yol ve sevda gözlerdi cumbalı ahşap evlerin yaşadığı bu yerlerde.

 27 numaralı eve dönüp dönüp baktım; çaresiz bir bakıştı benimkisi. Biraz önce ahşap evin bana fısıldadığı gibi onu satın alamaz; tahtalarını tamir edemez, boyasını ve verniğini yapamam! Bütün bunları yapsam bile etrafı saran beton yığınları arasında bu işin keyfini ahşap evde çıkaramaz, bende çıkaramam…

 Küçük bir yel esti ve 27 numaralı evin kartondan olan camını içeri doğru salladı. Sallanan karton camla birlikte içerideki rengi kaçmış perdede sallandı. Acaba, bir baş, bir yüz uzanır mı diye heyecanlandım o an. Bu hüzünlü evde, bir can, bir soluk var mıydı? Sallanan perdeye, yerinden oynayan karton cama baktım boşu boşuna. Ne bir yüz, ne bir baş, ne bir ses vardı, ahşap evin rengi kaçmış perdesinin olduğu yerde.

 Derin bir soluk aldım yaşamın güzel hatırına. Sanki ahşap evde aynı solumayı yaptı ve yine eski bir dost gibi, sanki hiçbir şikâyeti, yalnızlık acısı yokmuş gibi bir şeyler anlattı:

 Ey Âdemoğlu insan; kes artık üzülmeyi! Çaresizliğe üzülmek yerine çare üretmeli insan. Kendi benciliğinin girdabına tutulmuş insanoğlu bir çare üretemez artık bana. Görmedin mi, bilmedin mi; yakın zamana kadar yüzlerce güzel ahşap ev vardı bu diyarda. Hepsi, eriyip gitti, hepsinin acısına son verildi, karanlığın bastığı zamanlarda. Bir bir yalnız kaldık. Birer birer tahtalarımız söküldü. Mermer basamaklarımız, cumba balkonlarımız, taş kuyularımız; birer birer yok edildi!

 Ey insan; bak ve gör; az yukarıda bir ilkokul var. Ve kim sorarsa bugün Öğretmenler Günü kutlanıyor. Acaba, bir günün, bir saatine sığdırılan kutlamaların bir hükmü var mıdır; samimi ve içten olmadıktan sonra! Tuvalete kadar çıkacak teneffüsleri olmayan çocukların haline, benim halimden daha fazla üzülürüm ben!

 Kes artık üzülmeyi ve git hadi yemeğini ye, sigaranı ve çayını iç; sonra da işine dön. Döngünün içinde ne yalnızlıklar yaşandı, ne yok edişler yaşandı. Ahşap ve taş; mimari, mühendislik ve estetik ister. Bütün bunlardan anlayacak insan ister!

 27 numaralı eve daha hoşça kal demedim. Çünkü henüz ölmedi o! Yaşadığım ve önünde geçtiğim sürece, onun ölümünü ve sökülen her tahtasını; yeniden inşa ediliyormuş gibi; yeni tahta, boya, vernik kokuları duyuyormuş gibi algılayacak; bunun bir, ölüm töreni değil, yaşam; yaşamak eğlencesi olarak algılayacağım…

Güven Serin

8 yorum:

bilge dedi ki...

Evet evlerde konuşur duvarlar kapılare pencereler dile gelir anlatırlar durmadan ama anlayan anlar anlamayan köhne eski diye bakar..
Rahmetlik Annemin bir sözü geldi aklıma eskisi olmayanın yenisi olmaz diye..keşke o eski evlerimizi yaşanmışlıklarıyla koruyabilsek sevgilerimle..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Yaşlı ahşap evleri duyumsayan, önemseyen tüm insanlığa teşekkür ediyorum.

Haklısın Bilge,evlerde konuşur, insanın ruhu ve terini taşıyan, insanla insanlaşan evler...
Teşekkür ediyorum.

Momentos dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Sezer. Evet, bir rüya gibi üst üste binmiş uygarlıkları; uyarlıklardan bize kalanları göz göre göre yok ettik. Bugün kaçırılan eserleri geri istiyoruz. Tanrım, bu ne büyük sevgi:)) Kaçırılmasaydı çoktan tuz-buz ve kül olmuşlardı.

Kol kırılır yen içinde kalırmış, bu felsefe, bu inanç sorgulanmadığı taktirde kolun bedeni ölümcül hasta olur ve erken ölümü. Nedense tavla kültürünü sevdik bizler; satrançın sanatsal düşüncelerini sevemedik.

Yaşadığımız aşklarda geriye kalan izlere bakınca ne kadar sığ olduklarını görünce şaşarız. Tabiat aşkı, taş, ahşap aşkı. insan aşkı... Derinlik, mimari, felsefe korkutur bizi; çünkü korkunç derece heyecan verici ve insana doğru yol alıcıdır.

Momentos dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
ege dedi ki...

Merhaba Güven yazını okurken yaşadım, duygularını birebir..Bu günlerde bende aynı duygulardayım..Evvel ki gün çemberlitaş, camiler, kiliseler içiçe, bugün Kazlıçeşme balıklı rum hastanesi, öğle çok duygular yaşadım ki, geçmişde yaşayan bedenler geziniyorlardı sanki uzun koridorlarda..Tarih kokuyor her yer biz ne büyük bir kültür hazinesinin içindeyiz ve hala geçmişe ev sahipliği yapmaktayız..Ve senin 27 numaralı evin dillenmiştir eminim anlıyan düşünen çalışan beynin üretirken geçmişe ve geleceğe sahip çıktığı sürece konuşur..Ve sende kitap gibi okursun bizlere..Keşke yetkililerde bu kadar duyarlı üretken olsalar..Çok iyi biliyorum ki geçmiş iktidarların yağmaladıkları eserleri ve yeşili doğayı hala katleden ormanları betona çevirenleri naletliyorum.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Günaydın Sezer. Sanırım insanlık hiçbir zaman vazgeçmeyecek gece ve gündüz, kötü ve iyilik kuralı döngü içinde hep varolacak. Bazen düşününce ürperirim saf iyiliği. Olmaz ve olamaz, zaten olmaz ve olmazlığıdır seçenekler içinden ona doğru koşan insanın-insanların sonsuza koşması gibi yaşadıkları heyecanlar...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Yıldız,Günaydın. Zor bir ülkedeyiz, zorluğun her an değişen ve her an bizi şaşırtan akıldan çok duygularında diyemeyeceğim; alışkanlıkların, görenek, gelenek adı aldında bize yutturulan soylu hapların etkisi altında kalmış bir sürü doğru insan var ama beni zorlarama, bana düşündürme, kaderimiz buymuş, derler ve harika üzüntüler içinde günlük soylu telaşlara koşarlar:))

Ne diyeyim; değmen benim gamlı keyfime, değmen...