17 Ekim 2011 Pazartesi

ORHAN KEMAL ve ÖZKONAK LOKANTASI

Kamera; Güven Orhan Kemal Müzesi-İstanbul

Kamera; Güven  Orhan Kemal Müzesi
Orhan Kemal'in kitaplığı; esas dostlarımız; bize küsmeyen
önkoşul ile yaklaşmayan; gurur ile onuru ayrı tutan,
cimrilik ile savurganlık arasındaki ince çizgiyi
belirleyen soylu dostlarımız.


Kamera; Güven Orhan Kemal Müzesi
Öldügü gün; fiziken bu dünyaya hoşçakal
dediği zaman alınan yüz maskesi.


Kamera; Güven Orhan Kemal Müzesi-İstanbul


Kamera; Güven Orhan Kemal Müzesi


Kamera; Güven  Orhan Kemal Müzesi



Kamera; Güven İkbal Kahvesi ve Orhan Kemal
Kitapevi


Kamera; Güven Özkonak Lokantası Ailesi
İstikrar, özveri ve çalışma; selam olsun
sizlere.


ÖZKONAK LOKANTASI -CİHANGİR
İstanbul gezilerim hiçbir zaman damak tadı üzerine
olmadı.Ama demek ki dönüşüm başladı; artık damak
tadı olarak da küçük kayırmalar olacak gibi:))


ÖZKONAK LOKANTASI


Kamera; Güven
Özkonak Lokantası ondan sorulur; oranın kedisi.
Bakımlı,çalımlı ve gururlu:)) Aynı zamanda
savaşçıymış da.

ORHAN KEMAL ve ÖZKONAK LOKANTASI


 Yer Cihangir Özkonak Lokantası. Kırk yılı çoktan bitirmiş bir lokanta; çalışanı ile sahipleri ile çoktan bütün olmuşlar. Bu lokantada on yıl, hatta yirmi, hatta otuz yıl önce çalışan ustayı bulabilir, hasret giderip aynı tatların tadına bakabilirsiniz.

 Taksim’in İstiklal Caddesine gitmeyen yoktur ama Taksim İstiklal Caddesinden çok öte diğer cadde ve sokaklar ile başka başka dünyaları barındırıyor içinde. Burası, camileri, kiliseleri, müzeleri, dükkânları ve yoğrulmuş kültürleri ile dünyamızın içinde bir sürü dünyanın bir araya geldiği bir galaksi gibi.

 İstanbul yolculuğum daha yeni başlıyor. Bu sefer Taksim Meydanından İstiklal Caddesine değil; Sıraselviler Caddesine yöneliyorum. Oradan diğer sokaklara ve Akarsu Caddesine geçiyorum. Beni buraya yönlendiren asıl düşünce Özkonak Lokantası değildi baştan. Orhan Kemal’in Müzesini görmek, Orhan Kemal’i biraz daha yakından tanımaktı asıl amacım.

 Taksim Meydanı kendi çılgınlığını, gürültüsünü yaşarken içimde filizlenen yeşilliklerle birlikte Sıraselvilerden aşağılara doğru yürüdüm. Tarihi taş mekânlar Haliç’e, Boğaza doğru uzanıyor. Hepsinin hikâyesi, taşıdığı anı ve hatıra farklı farklı!

 Oturduğunuz yerden hiçbir mekânın, insanın; hiçbir sanat ve sanatçının hikâyesini, ne anlattığını ve oradan ne anlayacağınızı bilemezsiniz. Orhan Kemal, Cumhuriyet döneminin çok önemli kalemlerinden birisi! Ve o kalemin müzesi de Orhan Kemal’i anlatıyor. Kütüphanesi, giysileri, fotoğrafları, kullandığı eşyaları ile bir bütün olmuş küçücük müze; çok büyük bir insanın ölümsüz ruhunu barındırıyor içinde. Yalnız dolaştım: yalnızlığımı oburca beslerken müzenin küçük odalarında. Sanki yeni bir kıta, orman, dağ, vadi keşfetmiş içindeki diğer canlıları tanımaya çalışıyor gibi süzüldüm odaların birbirine yakın olan kapıları arasından…

 Cihangir’de üç mekân tanıdım; üç mekân da birbirinden farklı hizmetler veriyor. Birinci yer Orhan Kemal’in Müzesi. Sımsıcak ve aynı Orhan Kemal gibi sadece tanıklı etmek amaçlı değil, halkının yanında yönlendirici bir gerçekliği anlatıyor; Kemal’in felsefesi gibi…

 İkinci yer ise hemen müzenin altında ve müzenin bir parçası olan İkbal Kahvesi ve Kitabevi. Burada bir yorgunluk çayı veya kahvesi içebilir, Orhan Kemal’in bütün eserlerini bulabilirsiniz. Burası da müze gibi kendine has bir samimiyet oluşturmuş. Kendinizi kendi yuvanızda hissediyorsunuz. Dış dünyanın yabancılığından çok uzak ve edebiyatın gerçekçiliğine, yönlendiriciliğine çok yakın…

 Üçüncü yer ise müzenin aşağısında bulunan Özkonak Lokantası. Kurulalı neredeyse 50 yıl olmuş. Burada işe başlayan insanlar daha gençmiş ilk zamanlarda. Şimdi hepsi orta yaş insanı; çoluk-çocuğa karışmışlığın ayrı bir dönemini yaşıyorlar. Ama yine buradalar; aynı kırk yıl olduğu gibi.

 Gezdiğim içinde bulunduğum üç mekânın birbirine benzeyen özellikleri var. Orhan Kemal’in kalemi bulunduğu toplumun gerçeklerine yabancı kalmamış. Tam tersine yönlendirici ve yardımcı olacak uyarıcı cesareti de görmüş kendinde. Bugünün yazarları ve sanatçıları toplumunun soylu sorunlarına reklâm pastalarını yiyerek seyirce kalırlarken, yazarımız o günün toplumunun hayatına onların içine katılarak cevap vermiş. İnsanı özelikle bir sanatçıyı, yazarı besleyecek en önemli besin de halkın kendisidir. Koptuğu zaman sıradan insanların sıradanlığı ile menfaatleri de birleştirince iyice sıradanlaşıp daha yaşarken unutulmuşlar deresine akıp gitmeyi hak ediyorlar.

 Orhan Kemal çoktan ölmüş ama eserleri burada. Cihangirde ki müzesinde; giysileri, okuduğu kitapları, eşyaları ve fikirleri; tüm cesaretinizi toplayıp yüzleyeceğiniz, İkbal Kahvesinde bir kahve içeceğiniz yerde.

Hamdi ve Ahmet Beylerin işlettikleri Lokantayı da ilk kuran babaları ölmüş ama lokanta hâla açık ve damak tadını huzurlu bir bakışla birleştirecek insanları bekliyor. Orhan Kemal elliye yakın eser vermişken, lokanta da ellinci yıla yaklaşan bir duruş sergiliyor.

Bunca yazar, bunca lokanta varken niye bunlar? Farkları onları tanımaktan ve anlamaktan geçiyor.

Orhan Kemal’i en iyi anlatan kırktan fazla eserini her yerde bulabilirsiniz. Ama İkbal Kahvesinde çay veya kahvenizi içerken bulmak, bulduğunuz diğer fikirlerle tanıştırmak ayrı bir güzellik…

 İstanbul’da binlerce lokanta var. Cihangirde de onlarca lokanta dururken niye Özkonak Lokantası? Lokantaya adım atar atmaz duyduğunuz huzur için. Yemeklerinin tadına bakarken “annemin yemeğine benzemiş” dediğiniz için. Burasının meşhur bir sürü tadı var. Ben şimdilik tas kebabı ile keşkülüne baktım. Orhan Kemal’in müzesinde ve kahvesinde ruhumu beslemişken, Özkonak Lokantasında midem ile birlikte doymamış ruhum beslendi.

Ey istikrar dedim; ey çalışma, emek, hüner, ustalık ve halkından kopmayış dedim…

Orhan Kemal’de bir şeyler diyor;

“ Gerçek olan öğrenmektir. Nereden, nasıl öğrenirsen öğren. Nereden, nasıl öğrendiğin, diploman, hatta neler bildiğin de önemli değil. NE YAPTIĞIN ÖNEMLİDİR.”

Özkonak Lokantasının işletmecilerinden Hamdi Bey’de bir şeyler söyledi;

Bizim için asıl olan artık para kazanmaktan ötedir evlat. Burada kardeşim ve işletme okuyan oğlum, çalışanlarımızla büyük bir ekip olduk. İnsanları mutlu etmeyi, buradan huzurlu ayrılmaları seviyoruz. Tekrar aradıkları tadı bulduklarında ve o tatları çocukları ile tanıştırıp; bak biz bu manda yoğurdu, kazandibi, sütlaç, keşkül ile büyüdük dediklerinde mutlu oluyoruz.”

 Mutlu olan sadece onlar değildi; Cihangirin kenarlarında dolaşıp da merkezine inmemiş, Özkonak Lokantasını tanımamış, Orhan Kemal’in taptaze dostluğunun müzesine gitmemiş ama şimdi tüm bunları gerçekleştirmiş biri olarak mutluyum. Çok zengin bir adam gibi kendi zenginliğimin kıymetini bilerek ağız ve ruh tadı ile bende mutlu oldum; tıpkı lokantanın dışında büyük bir gurur ile lokantasını bekleyen siyah beyaz kedi gibi

Bu bekleyiş, bir ömür Sofya’yı bekleyen şairin bekleyişinden çok öte; mutlu ve huzurlu bekleyiş; sana gelmelerini beklemek yerine senin, benim, bizim gidip bizzat tanıklık yapmamızın uyarıcı bekleyişidir…

Güven Serin






















6 yorum:

Arzu Sarıyer dedi ki...

Selamlar Güven; Orhan Kemal için gittiğin tek yolda üç buluşmayı muhteşem buluşturmuşsun.Orhan Kemal Anadolu'nun bereketli topraklarında boy vermiş yurdumun gelmiş geçmiş en büyük öykü ve roman yazarı.Fotoğraflara bakarken bir fotoğraf var ki onlar yıllar önce üçü bir araya gelmiş;İsmet İnönü,Orhan Kemal,Necati Cumali.Bir tarih,iki edebiyatçı...
Bu güzel yazı ile hepsi bir kez daha ölümsüzleştiler,teşekkürler.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Arzu öğretmenim. Çok haklısın çok önemli bir kalem... Bu tür müzelerin çoğalması, müzeciliğin gelişmesi hatırlama ve anmalar üzerine; bize bırakılan öğretiler adına çok önemli. Çoğalarak artmaları dileklerimi belirtmek isterim.

Teşekkür ederim öğretmenim.

Fatma dedi ki...

Ne güzel bilgiler verdiniz bize, ne kadar çok geziyorsunuz bana mı öyle geliyor, Türkiye'nin her taşını bilirim ben diyeceksiniz yakında:)

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Fadiş. Göründüğü kadar gezmiyorum inanın:)) Ama elbette gezmeyi görmeyi ve öğretileri çırak ve kalfa felsefesi ile kucaklamayı istiyorum:)) ustalıktan korkarım ben:)) Türkiye'nin her taşına dokunmak isterim, o diyarları koklamak da, ama her şeyi ben bilirim diyemem:))

Desem desem usta sanatçı gibi; ben bilirim, ben bilirim; yardan ayrılmasını ben bilirim, diyebilirim:))

nihansu dedi ki...

Öğrenmek; nasıl öğrendiğinin de önemi yok evet doğru... Bu yüzden bu blogda geziniyorum ve her yazında yeni birşey öğreniyorum.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Nihan, öğreticilerin de öğrenme heyecanı mutlu etti beni:)) Ne mutlu bana; amatör ruhumun mutlu bedeni ile öğrenmenin kıyısında dolaşırken bir şeyler aktarabilmenin güzel keyfini yaşadım şimdi:)) Ne mutlu...