5 Ekim 2011 Çarşamba

AKLIM SENDE KALDI

Kamera; Güven   Küçük Çamlıca
Büyük gürültülerin çok yakınında
büyük dinginliğin sığınma yerleri.

Kamera; Güven Topkapı Surları
Bir şaheser gibi uzanıyorlar; koruyacakları
bir şehir yok artık; tam aksine onları koruyacak
taşa,sanata, tarihe önem verecek insanlar lazım.


Kamera; Metin  Kumbağ Limanı-Tekirdağ
Benim de aklım limanlarda kalır hep;
limanları sınırsızlığın içinde düşünürüm;
hiçbir ülkeye ait olmayan;tüm insanlığın
limandan limana gidip birbirinin
kahvesini, sohbetini içeceğini hayal
ederim; erişilmez bir düş olmaktan öte...

AKLIM SENDE KALDI



 Genç kadın çalıştığı işyerinin hemen dışında sigara içiyordu. Gözlükleri gözlerindeki kararsız hüznü örtememişti. Sigaranın dumanı boşluğun tavanına yayılırken, kadının yere basan ayakları mutlu bir bedeni temsil etmiyor gibi duruyordu.

 Kadın çalışanlar birçok mesleği alınlarının hakkı ile yapıyorken artık birahanelerde de erkek yerine bir sürü kadın çalışan görüyorum. Belli çevreler, belli düşüncenin insanları buralarda çalışan kadınları hafif-kolay kadın kabul etseler de bu fikre şiddetle karşı çıkıyorum. Yaptıkları iş oldukça yasal ve aynı zamanda zor bir kararın tercihidir. Birahanelerdeki kadın çalışanlarımızı engelleyecek herhangi bir kanunumuz olmasa da belli bölgelerde bunu engelleyecek içi çürümüş ahlak kavramlarımızda oldukça tazeliğini koruyorlar.

 Kadını baştan çıkarıcı, teşvik edici kabul eden soylu erkeğin, kendi iradesini hafif bulmamamsı, kendi ahlakını, anlayış biçimini yenileyememiş olması da ayrı bir tartışma konusudur. Hiçbir insan yaptığı işten dolayı rezil olmak, lanetli bakışlar ile algılanmayı istemez. Hangi mesleğin kadını olursa olsun; yaptığı işin karşılığında insanlara, devletimize fayda sağlıyorsa eli öpülesi bir kadındır. İnsandır…

 Kadının içkili bir yerde çalışması zor olan değildir. Birahanelere sadece serserilerin gittiğini düşünmek de ayrı bir ayıptır. Bu yerlere bir sürü insan gider. Günün yorgunluğundan tutun da, diğer günlere doğru laf cambazlıkları, gün sonu muhasebesi ve gelecek sınamaları bu mekânlarda da yapılır. Futbol topunun arkasından futbolcu gibi koşulur, hakem gibi düdük çalınıp, kırmızı ve sarı kartlar bu mekânlardan da verilir. Birahaneler çalışanlarıyla ve buraya gelen müşterileriyle kendine iyi adam diyen birçok insandan daha fazla katkı sağlarlar. Ekonomiyi canlı tuttukları gibi, insanın kendini sınadığı yerlerdir de aynı zamanda…

 Birahanelerin de çalışma koşulları yasalarla; çalışma kanunları, vergi kanunları ile bellidir. Yasalara uyduğunuzda ülkenize en faydalı insan gibi üretir ve tüketirsiniz. Hiçbir işyeri çalışanları olmayınca iş üretemez. Birahanelere de erkek garson gibi kadın garsonlarda yakışıyor. Aslında kadının girdiği her mekân kendi içinde güzelleşmeye, yenilenmeye, kokusunu ve algısını değiştirmeye başlar.

 Şimdi emekli bir öğretmen dinlediğim bir yaşanmışlık hep aklımdadır. Yıllar önce Endüstri Meslek Lisesi sadece erkek öğrenci ve öğretmenlerden oluşurken, üstümüze, başımıza hiç bakmazdık, demişti öğretmen. Ama kız öğrenciler ve kadın öğretmenler gelmeye başlayınca, erkek öğrencilerinde, öğretmenlerinde üstü-başı ve konuşmaları gözle görülür bir şekilde değişmişti, demişti.

 Kadın böyledir işte; hor görülürse, o da kendi yeraltı dünyasını oluşturur ve be seferde adı “dişi şeytan” olur. Ya erkek! Erkeğin ahlak ve namus adına çevirdiği dolapları anlatmaya kalksak hangi köşe alır yazdıklarımızı!

 Aklım o kadında kaldı; hüzünlü duruşu ve sigara dumanı ile yüzünü örtmeye çalışıyor gibi geldi bana. Belki de öyle değildir. Mutludur erkek egemenliğinin erkekçe muhabbetlerin olduğu birahanedeki işinde. Belki de ağır kadın olmak gibi bir derdi de yoktur. Sonbahar yaprağı gibi yeşile, kızıla ve sarıya dönüp, herhangi bir rüzgârda değişime doğru oradan oraya savrulurken mutluluğun türküsünü söylüyordur; kim bilir…

 Genç kadının yere basan ayaklarının üzerinde duran bedenini hüzünlü de bulsam, yaşamın içindeki canlı olmanın erdemi ile en yüksek mutluluğa ulaşmış olduğunu da bilsem; üzerinde durmak istediğim başka bir şey. Emeğe ve kadına yeterli saygıyı ve saygının tarafı olan erkeğin yeterli değişmeyi göstermemiş olmasıdır benim asıl derdim.

 Bu toplumun gelişmesi ve her türlü düşüncenin taraflarının mutlu ve huzurlu yaşaması için bize verilen Hürriyet, bize verilen Cumhuriyet çok iyi algılanmalıdır. Hiçbir çöp; kapı arkasında gizli kalamaz. Hiçbir insan da içindeki dalgalanmaları sadece doğru belletilen yollardan çözemez; sadece bastırılan duyguları ayıplarla, günahlarla gizlemeye çalışırsa; düşüncenin, aklın yolu ile eğlencesini sahiplenmesek; en güzel din duyguları da, ahlak duyguları da bizi gelişen milletlerin yarışında güçlü kılmaz.

 Aklım o kadında kaldı; o kadını irdeleyen düşüncelerimin uslanacağı yoktur. Bu konuda daha çok yazı yazıp, çok düşünceyi kovalayacağım da bellidir. Şimdi aklım başka bir yazarın Derviş ve Ölüm kitabındaki paragrafta kaldı:

 “ İnsanların başının üzerinden gökyüzü ve sonsuzluğa bakarak, genel kurallar uydurmak kolay. Bu kuralları, tanıdığın, belki de sevdiğin canlı insanlara, onları incitmeden uygulamak zordur. Her türlü kuraldan daha geniştir hayat. Ahlak sadece bir imgeleme, hayat ise olup biten şeylerdir. İnsan hayatına, günahtan çok günah işlememek için alınan tedbirler zarar getirmiştir.”

 Güven Serin














4 yorum:

Silva Demirci dedi ki...

Çok güzel bir yazı, tebrik ederim:)

Derviş ve Ölüm, çok beğenerek okuduğum bir kitaptı. Sayfalarını karıştırma zamanım gelmiş:) Yeniden hatırlamama vesile oldunuz, teşekkür ederim...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Günaydın Silva. Bu kitap kütüpahemde olmalı diyieceğim öncelikli kitaplardan birisi. Ne yazık ki ödünç alarak okuduğum bir kitap:)) İlk fırsatta bu filozofu tekrar okumalıyım. Bir orman gibidir bu üreten insanlar; aynı ormanların güzel sürprizleri vardır içinde; dereleri, ırmakları, tepeleri vadileri ve mağaraları:))

Evet, filozofa tekrar bir merhaba deme zamanı gelmiş:))

Begonvilli Ev dedi ki...

Fotoğraflarınız belgesel tadında. Gezme, görme ve hepsinden önemlisi çevrecilik konusunda daha duyarlı olma gereksinimleri uyandırıyor bende.

Diğer konuda, harika düşünceleriniz var ama ne yazık ki toplumun bakış açısı çok farklı. Eminim böyle yerlerde erkeklerin görülmesi ne kadar olağansa, kadınların görülmesi o kadar abes ve kuşkulu olarak değerlendirilir. Yani çifte standartlı bir toplumuz. Sizin gibi düşünenler elbette vardır ama çoğunluğun karşıt görüşlü olduğundan eminim.

Bana göre, ne yasalar ne de geleneksel yaptırım ve baskı yöntemleri kişiyi sınırlayabilir. Görünürde ahlaklı olmak da önemli değil. Asıl önemli olan kişinin vicdanı ve özbenliğinde taşıdığı ahlak ilkeleridir..Bu söylediklerimden, toplumun ne düşündüğünü umursamadığım anlamı çıkmasın ama öncelikli olarak kendi vicdani sorumluluklarımdır hep aklımda olan.

Güzel yazınız için teşekkürler.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Günaydın. "asıl önemli olan vicdanı ve özbenliğinde taşıdığı ahlak ilkeleri." sözünüzü irdeledim; ve özbenliğe vicdana ne kadar uzak olduğumuzu söylemeden de geçemeyeceğim. Sanırım özbenlik ve vicdan öğretileri, bilgilenmeyi almakla birlikte kendi insani potasında eritip evrene daha yakın durma becerisi gösteremiyorsa; zorlanma, koşullanma, kayırma ve binbir türlü çifte standart hep sürüyor...

Bazen düşünmüyor değilim; yüce yaratıcı bu kadar özel yarattığı canlıyı böyle hırpalama hakkını diğer canlıya niye devretti diye!

Üstün olmanın sembolleri büyüklük, saç-sakal-bıyık, kas,sert bakış, çatlak sesler yerine sanat ve felsefe ile yoğrulmuş akıl olsaydı; acaba ne çıkardı ortaya?