20 Eylül 2011 Salı

ZİYAFET

Kamera; Güven   Binbirdirek Sarnıcı-İstanbul
Sütun ormanına hoşgeldiniz. Biraz nem, bol tarih
ışık,taş ve mermerin hikayesi; aynı zamanda
insanın hikayesi...

Kamera; Güven  Binbirdirek Sarnıcı
Yunanca biliyorsanız sütunlara keski ile kazınmış
ustaların hikayelerini dinleyebilirsiniz.


Kamera; Güven Sultanahmet Meydanı
Alman mimarisi ile Türk mimarisi yanyana.
Bu meydanın geçmişi,yaşanan olayları, anlatacakları
kısacası başından geçmiş çok fazla
yaşanmışlığı var. Meydana geldiğinizdeki sessizlik
o yüzden ürpertir bedeninizi.


Kamera; Güven  Ayasofya
Rüzgar hafiften fısıldıyor; " bu mekanın büyüsü
her zaman farklıdır" diyor.

Kamera; Güven   Ayasofya
Uzun bir süre kilise, sonra cami ve Cumhuriyetle birlikte
 müze hizmeti veriyor.
1500 yıldır ayakta. 1500'lü yılların sonunda Mimar Sinan
taafından ilave edilen iki minare. Yerebatan Sarnıcına
bakan ve diğerlerine göre biraz daha geniş olan
iki minare...Diğer ikisi; ilki Fatih Sultan Mehmet
zamanında inşa ettirilmiş, ikincisi ise Topkapı
tarafında olan II. Beyazıt zamanında inşa
ettirilmiştir. 

Kamera; Güven  Ayasofya iç mekan.
Sanki mahşer yeri; insanlık sınanmaya değil
kendini sınamaya gelmiş...


Kamera; Güven   Ayasofya
107 sütunu, 1070 penceresi ve içine
ayak basan milyonlarca beden ve ruhun
imrenerek baktığı bu mekan, birçok sanat
eseri gibi huzur sunuyor; huzura muhtaç
güzel ve soylu insanlara...


Kamera; Güven Ayasofya (Kutsal Bilgelik)
Yerden yaklaşık 55 metre yükseklikte ve
32,6 metre genişlikteki büyük kubbe


Kamera; Güven  Ayasofya
Gezin, dolaşın ve Ayasofya'dan bile eski olan sütunlara
daha önce tanık oldukları dualara, ricalara, huzur
ve korkulara kulak verin.


Kamera; Güven  Dolmabahçe Sarayı
285 odası, 44 salonu ve 6 hamamı ile görkemli
bina insanı düşündürmeden edimiyor; En güçlü zamanda
en mütavazı yerler saray olurken, çöküş zamanı en
gösterişli saraylar neden, diye soruyorsunuz beyninizdeki
susmak bilmeyen şımarık hücrelere...


Kamera; Güven Dolmabahçe Sarayı


ZİYAFET



 Bazen insan kendini bile şaşırtmalı. Hiç umulmadık biçimde kendi kendine adamakıllı bir ziyafet hazırlamalı. Ziyafet deyince çoğumuzun aklına anlı şanlı çilingir sofrası gelir. Etler, mezeler ve çeşitli içkilerden oluşmuş iyi bir sofra hazırlamak hüner ister. Hangi içkilerle hangi balıklar, hangi kırmızı etler nasıl hazırlanır, ne şekilde sunulur; bu da sofranın usta ellerinin işidir.

 Özenerek hazırlanan sofranın da ağır adamları ile ağır kadınları olmalı. İyi bir çilingir sofrasını bütünleyen, sofraya sanatsal bir duruş katan insanın kendisidir. İnsansız, ne loşluğu aydınlatan mumun, ne de etlerin, mezelerin ve içkinin bir önemi vardır.

 Ağzınıza attığınız her lokma, her yudum içki ağzınızdaki tat askerlerini içtimaa çağırmalı. Bütün bunları ben niye anlatıyorum? Amacım içkiden, etlerden, mezelerden oluşmuş bir sofra kurmak değil ki! Okuyucu zahmete girip sormadan ben kendi ziyafetimi anlatmaya başlıyorum.

 Bugünün menüsü çok zengin; paha biçilemez ve satın alınamayacak kadar da değerli… 200 yıl ile 1700 yıl arası değişen tatları hep birlikte ağzımızı şapırdata şapırdata yiyeceğiz. Sunulacak bu ziyafetin en önemli özelliği azmederek yeme kültürüne sahip olmalıyız. Birazdan ruhumuzu besleyen kiler bizim için açılacak. Ve içinde sağladığı sanki ölümsüz insanlara hazırlanmış ve hiç bozulmayan reçeller, turşular, tarhanalar, kuskuslar, karpuzlar, kavunlar, pirinçler, un yağ, tuz…

 Bana öyle geliyor ki ben yine başka bir yola saptım. Tamam, şimdi asıl sofraya geliyorum. Şimdi anlatmam gereken ziyafete geliyorum: taştan, mermerden, mimari, mühendislik ve tinsel görüntülerden oluşmuş büyük ziyafet.

 Bu ziyafetin en önemli özelliği ağzınız ve midenizin çalışması yerine; ayaklarınız, gözleriniz, beyin hücreleriniz ve ruhunuz çalışacaktır. Adeta beslenmek için çırpınacaktır ruhunuz.

 Güne neyle başlarsınız? Kahve veya çay ile. Bende öyle yaptım; kahve keyfini ziyafetin birinci adımı olarak Sultanahmet’te bulunan Binbirdirek Sarnıcında yudumladım. Binbirdirek Sarnıcı sütun ormanından oluşmuş bir yer. Geçmişi yüzyıllar öncesine Roma zamanına kadar uzanıyor. Güne böyle bir ormanda başlayıp, hünerli ellerin keski, beden kuvveti ve ruhlarının inceliği ile ortaya koydukları sanata alışık olsanız da bir kez daha şaşırtıyor insanı.

 Günün ilk ışıkları ile Binbirdireğin loş ışıkları; nem ve eskinin buğulu kokusu; böyle bir ziyafete aç olan insana, karanfil kokusu kadar güzel ve çekici geliyor. Sanki çocukluk sevgiliniz ile karşı karşıya gelip de bir sürü şey söyleyeceğiniz halde küçük ve mahcup bir sırıtıştan başka hiçbir şey yapmamak gibi duygu yaşarsınız; taş ve mermer ormanının içinde.

 Ziyafet menüsünde ikinci yemek; yani sabah kahvesinden çok daha çeşidi olan öğle yemeği yerine geçecek büyük kilise Ayasofya var. 100 ustanın, 10 bin işçinin çalıştığı 107 sütun üzerinde muhteşem büyüklükte görünen Ayasofya. 1070 penceresi gün ışığını öğle ziyafetine sunmaktan dolayı onur duyuyor. Işık sonbaharın ötesinde bir aydınlatma ile adeta çılgın bir gösteri sunuyor. Büyük kubbe, yaslandığı yarım kubbeler ve sütunlar; güzel, akıllı, çekici bir sanat kadını görünümündeler…

 Ayasofya maşher yeri gibi; içinde bin bir çeşit insan barındırıyor. Sanırım kapılar kapanıp içeride bulunan insanlar bir araya toplanıp, kimlikleri, duyguları sorulsa; büyük çoğunluğu büyük ziyafetin onurlu buluşması nedeniyle evrene seslenerek; insan olmak, sevmek güzel şeydir diyeceklerdir. İnsan olmayı, güzel duyguları da ziyafetin önemli menüsü olan mimari ve mühendislik şaheseri Ayasofya yaşattı. Bunca insan, yüzyıllara meydan okuyan bu esere koşuyor…

 Bu yapı artık bizim olmaktan çıkıp tüm dünyaya aittir. Öne kilise, sonra cami ve büyük dehanın isteği ile müze olmuştur. Belki de olması gereken; tün insanların, insanlığı geleceği, onu içinde barındırdığı tinsellikle ziyaret edeceği bir yer.

 Kim bilir kaç kez geldim bu ziyafete. Ama hiçbirisi bu kadar lezzetli olmamıştı. Anladım ki bu ziyafet, saatlerce sürmeli. Geçen saatlerde hünerli ellerin mimari ve mühendislik ile nasıl buluştuğu da anlatılmalı. Sağa, sola büyük kubbeye, farklı mermerlerden oluşmuş sütunlara bakmaya ve içinde barındırdığı gizemli koku, ses dalgasının aşkını yaşamaya bıkmamıştım ama bedenimi dik tutan omuriliğim yorulduğumun sancılarını da yapmaktan geri kalmadı. Zaten sırada da akşam yemeği niyetine başka bir ziyafetin son menüsü vardı.

 Üçüncü yer; yani kendime sunduğum ve daha sonra sizlerle paylaştığım ziyafet; Dolmabahçe Sarayıdır. Milli Saraylarımız içinde en görkemlilerinden birisidir. Boğazın kenarında batı mimarisi ile Türk evi kullanımı arzulanarak büyük bedeller ödenerek hazırlanmış ve meydana getirilmiş eserler topluluğu.

 Dolmabahçe Sarayı 285 odası, 44 salonu ve 6 hamamı ile baş döndürücü bir yer. Avrupa kıtasının kıyısında, Asya kıtasının yalılarına göz süzüşle hafif gerdan kırarak bakan bu mekân; Osmanlı İmparatorluğunun da çöküş zamanını ve çöküşün çok güzel bir mimari makyaj ile örtüldüğünün de muhteşem bir kanıtı gibidir.

 Bu menüde aklımda kalan bir sürü sanat çalışması, gösterisi var ama en önemlisi muayede salonudur. Ziyafetimin önemli bir tadıdır. 2000 metre kare kullanım alanı, 56 sütunu, yüksekliği 36 metreyi bulan kubbesi kubbeye bağlı 4,5 ton ağırlığındaki İngiliz yapımı avizesi ile saatlerce yenile bilecek bir ziyafet.

 Bu ziyafet sonrası yine her zamanki gibi; övünç, felsefe, mahcubiyet yaşadım. Elbette tarihi ziyafetleri o dönemlerindeki oluşumlara, olayların akışına göre değerlendirmek lazımdır. Fakat yok oluşa giden yolda hazırı satın almak, büyük saraylar yapmak, büyük ihtişamlar yaşayıp, içinde halkın ve halkında içinde sanat, felsefe, çalışma ruhları eksikse; çöküşler de muhteşem oluyor…

 Güven Serin















 

14 yorum:

Begonvilli Ev dedi ki...

Güven Bey, sizin bu harika yazılarınız ve fotoğraflarınız İstanbul özlemimi depreştirdi. Keşke koşullarım elverse de kısa da olsa İstanbul'da bir kültür ve sanat turu yapabilsem..

Momentos dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
GÜVEN SERİN dedi ki...

Begonvilli Ev;unutmayın ki İstanbul aşığı olabilir ve vazgeçilmez oyunu oynamaya başlayabilirsiniz sizde:)) Taş,mermer ve ustalığın sanata dönüştüğü diyar; bir çocuk gibi oyun oynar sizle. Eğlendirir, huzur verir, yorar, düşündürür, ruhu zorlar bedenden öte çıksın diye:)) En yakın zamanda yapın; tam zamanıdır sonbaharın yaprakları şırkı söylemeye, dans etmeye başlamıştır.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Momentos,Sanırım aryanızı duydum:)) hâla taşın, mermerin sıkıştırıldığı esere dönüştüğü o yerde mırıldanıyor:)) Bir daha, bir daha; çok güzel çok güzel seslerinin eşliğinde...

Unknown dedi ki...

I see that a visit to Istanbul was a success. What fantastic images. The architecture and wealth of history and memories. Beautifully. I am thrilled. When I see your picture, I have more wish to visit Istanbul. I hope that it will be soon.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Ruzmarinka, the city of Istanbul and the surrounding architecture, art, thank you for the date you like. You're quite right; Istanbul, visited, should not be seen in this city declares not see a significant loss.

Hayal Kahvem dedi ki...

Hımm. Benim de İstanbula'a gidesim geldi:) Ne yalan söyleyeyim illa ki Momentos'la İstanbul'u yakında gezeceğim:)) Daha yeni bakıyorum bloğunuza. Müsaadenizle, arada yazılarınızı izleyeceğim.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Hayal Kahvem, hoşgeldin. Sanırım çok iyi bir karar; tam gezi zamanı; sonbahar,ama yağmurların dinmesini bekleyin:))

Elbette blog dünyasına yazılmış herşey öğrenme ve öğretme aşkına adanmışlara aittir; buyurun dükkan sizin:))

Begonvilli Ev dedi ki...

Günaydın:))

GÜVEN SERİN dedi ki...

Karşı tarafı dinlemeyi kültürleştirmiş erdem sahiplerine ve gerektiği zaman konuşmayı, adaletsizliğe tepki gesterenlere günaydın; günleri aydın ola.

Momentos dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
GÜVEN SERİN dedi ki...

Spikerin dediği gibi; " hava şartları çok iyi, saha güzel, seyirci mükemmel; futbol için her şey müsait. :))"

İyi seyirler vee irdelemeler...

seyabb dedi ki...

İstanbul büyüleyici bir şehir.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Çok haklısınız; katılıyorum:))