3 Eylül 2011 Cumartesi

SERENAD

Kamera; Güven Anadolu Kavağı-İstanbul
Asya Kıtası Avrupa Kıtasının  en mutlu olduğu
yerdeyim. Milyar yaşında gezegenin, milyon yaşındaki
güzel kıtaları. Hiç betmeyecek hikayeleri ve
efsaneleri bizi bekliyor.

Kamera; Güven  Anadolu Kavağı
Bazen geçmiş size gelir; bazen siz
geçmişe gidersiniz. Eğlencelidir zamansızlığın
zamanları arasında gezinmek; eğlencelidir
size dayatılmış korkunç dünya yüklerini
denize dökmek. :))


Kamera; Metin  Anadolu Kavağı-İstanbul
Asya kıtası ve yüksekliğin serinliği tarihin taşı, toprağı
ile yan yanayım. Karşımda Avrupa Kıtası. Sağ tarafım
Karadeniz ve hemen önüm; Boğaz...
Akan bir şeyler var; boğazın serin suları ile.
Hem üstten, hem alttan; akan sular; tarihi de,
insanlığın erdemini de, minnet duygularını da ve
aynı zamanda korkunç çığlıklarını da akıtıyor.


Kamera; Güven Boğaziçi Yalıları
Viran bir yapı. Buradaki mutlu gülüşleri, övünmeleri,
övgüleri, aşka uzanan bedenleri düşünüyorum.
Hepsi düş olan yaşanmışlıkları. Bu yapının özel
bir yer olmasını sağlayan insanların, insan eli ile
nesnelere verdiği ruhu anlayıp; insansız, sevgisiz
kalmanın hazin gösterisini izliyorum; devinim
yapa yapa...


Kamera; Güven  Eminönü-İstanbul
Ve bir gün daha geceye dönüşüyor. Bir insanlık
günü daha kendi çığlığını susturmak için
hazırlık yapıyor. Söylenmiş milyarlarca
kelimenin, cümlenin hiç söylenmedikleri,
yaşanmadıkları da gün ile yaşanmış ve
söylenmişlik defterine yazılıyor.


                                          SERENAD



 Bir kitabın bir esere dönüşmesi için tam olarak hangi yolculuğu yapması gerekir? İçinde neleri; hangi gerçekleri, duyguları, düşünceleri, yöntemleri barındırması gerekir?

 Türk Dil Kurumu eser sözcüğünü şöyle anlamlandırır; Emek sonucu ortaya çıkan yapıt. Zülfü Livaneli’nin son yazdığı ve yayınlanan Serenat kitabı; bu tarife göre bir eserdir. Edebi Sanatların roman yolu ile anlatılan bir sanat eseri. Tarihin görkemli geçmişine saklanan, Karadeniz’in bulanık ve soğuk sularında dibe gömülen yüzlerce insanın bedenleri ve ruhları bu eserde dokunulacak kadar yakınlaşıyor bize. Ve biz; insanın politika ve acizlik içinde nasıl bir duruma düştüğümüzün korkunç tespitleri de bu eserde hayat buluyor.

Politika denen mutluluk sanatının nasıl bir seçeneklerden ibaret olup, tarihin bahçelerini gülle, karanfille donatırken; aynı zamanda zehir otlarının da sulanarak beslendiğinin görkemli tablosu çıkıyor ortaya.

 Şimdi; bu zamanda bilgi, esere dönüşmek isteyen milyarlarca bilgi dolaşıyor gökyüzünün altındaki yaşam olan bu gezegende. Piyasaya yeni çıkan kitapların sayısını takip etmek bile mümkün değil. Ele internette yayınlanan ve paylaşılan bilgilerin sonsuza doğru yeni yollar oluşturduğu da bir gerçek. İşte, milyarlarca bilgi bombardımanında kendi yaşamını ve seçeneklerini aynı zamanda en değerli zamanımızı esere dönüşmüş bilgilere ayırmak; kendimiz ve çevremiz için en güzel bir tercih olacaktır.

 Serenat da böyle bir eser. Zülfü Livaneli’nin ve ona yardımcı olan bir sürü insanın emek köprüsü ile oluşturulmuş edebi bir eser. Bu eserin köprüsü; 1938’li yıllara kadar uzanıyor. Hitlerin insanüstü zulümleri, vahşetleri; kanımızı donduruyorken bile ayın ülkede; Naziler korkunç bir insanlık sucunu tarihe kazırken, ülkenin hümanizma ve bilim aşığı bazı profesörleri ise ülkeyi terk ediyorlardı. Bu vahşet ve kokuların diyarı onların ülkesi olamazdı. İşte, o günlerde ülkemize de çok değerli profesörler geldi. Alman ve Yahudi kökenli bilim insanları…

 Elimdeki kitap, 2011 Mayıs ayı 50. baskıyı yapmış. Ben bu esere dokunduğum zaman; yani kütüphaneme aldığım zaman; 100 bin adet basılmıştı. Nedense, çok satan ve özellikle en öne konan kitaplardan hep kaçan bir okuyucuyum. Bilginin, öğrenmenin, edebiyatın zorla ve en çok satan, en güzel kitap fotoğrafı ve kabı ile olmayacağının ısrarını hep yaptım. Ama Serenat ve Zülfü Livaneli için bu geleneğimi bir kenara ittim. Tam aksine, bu eserin 100 bin okuyucu ile buluşması çok güzel. Ama ben, 100 milyon okuyucu ile buluşmasını arzu ettim.

 Bu kitabı elinize aldığınız an, bir şeylerin değişeceğini, tarihin köprüsüne binip de gözyaşı döken ruhların bedenlerini göreceğimi daha başından anladım. Bir eserin amacı da bu olmalı. Trajedileri ve vahşetleri bile siyaset bulaşmış kirlilikten arındırıp, ona uzanan bedeni nezaket ve aydınlatıcı felsefesi ile kucaklaması gerekir.

 Serenat’ın içinde geçen günümüzün kahramanını temsil eden Maya; benim için çok büyük bir anlam taşıyor. Böyle karakterlerin, bu ülkede, bu diyarda; sayılamayacak kadar çok olduğuna inanıyorum. Maya, bizden, bizim kültürümüzden bir kadın. Bu kadın, bir süre sonra, ne erkek, ne kadın özelliği ile öne çıkacak. Tüm maskesini, doğanın ve toplumun kostümlerini çıkarıp; çırılçıplak bir insana dönüşecek. Bedeni de, ruhu da…

 Eserin diğer erkek karakteri Alman Profesör Max’ın bir ülke insanı sıfatı ile değil, dünya insanı; evrensel bir sahiplenme ile aramızda olmasını; ülkemize gelip birkaç yıl kalan diğer bilim insanlarının da böyle hikâyelerinin olacağının hatırlatmasını yaptı. Nadia, Almanya’dan kaçan; Nazi zulmümü görmüş Yahudi kökenli bir kadın. Onun bakışlarında, yeşil gözlerinde; tüm dünya kadınlarını görüp; tüm dünya kadınlarının nasıl bir aşk içinde olabileceğinin de sahiplenişini yaptım. Sevgi üretmek, aşk var etmek için; Yahudi, Rum, Ermeni, Türk, Kürt, Alman, İngiliz, Hırvat olmanız gerekmiyor…

 Daha başında tarihin davetkâr köprüsü ışık ve öğreti içinde sizi buyur edecek. Sizin hayal gücünüz, tarihin sayfalarının gerçek hikâyeleri ile efsanelerin gerçek üstü hikâyeleri ile birleşip; size insanlık seçenekleri sunacak. Hayal gücünüzü, sevgiye, aşka yönlendirirken; derinlerde; Karadeniz’in dibinde yatan Sutruma’yı ve o dönemin hükümetini; politikacılarını hangi insanlığın insan vicdanı içinde olduklarını anlamaya çalışırken; midenize, böbreklerinize, karnınıza krampların girdiğine tanık olacaksınız.

 Şimdi o gemide; Karadeniz’in Şile açıklarında yatan 769 ruhu ve bedeni için; Max’ın kemanı ile çaldığı serenat’ı hayal ediyorum. Sevdiği kadının, kurtarılmayı bekleyen motorları çalışmayan bir gemide insanlık savaşını, diğer insanlığa bir kişi hariç tamamının boğularak ölmesi ile bıraktığı hikâyeyi bir daha sorgulayalım. Kabuk bağlamış, bataklık çamuru ile örtülü vicdanlarımızı, heykeltıraşların keskileri ile kazıyalım. Ellerimiz ve vicdanımızdan temiz bir kanın sımsıcak akışı ortaya çıkana kadar.

 Tarihin köprüsünde, bugünün rüzgârı bedeninizi yalarken; 24 Şubatın soğuk bir kış gününde Nadia’nın sevdiği adama; gemiden yolladığı mektubu paylaşıyorum;

Sevgilim,

 İnan ki iyiyim. Buradan kurtulacağımı ümit ediyorum. Çünkü iki gün önce başımı gökyüzüne kaldırıp, gözlerimi kapattım. Tanrı’ya, bana bir işaret göndermesi için yalvardım. Gözlerimi açtığım zaman bomboş bir gökyüzü göreceğimden korkuyordum ama öyle olmadı. Tanrı beni duydu. Tam başımın üstünde V şeklinde uçan bir kuş sürüsü gördüm. Öyle uyumlu uçuyorlardı ki, bir tanesi bile sırayı bozmuyor, önündekine yaklaşmıyor, mesafeyi koruyarak keskin bir V oluşturarak uçuyorlardı. Evet, tam başımın üstün delerdi. İşte mucize bu diye düşündüm. İnsanın efendisi Tanrı, bana gökyüzünden zafer işareti yolladı. İçim minnet ile sevinç ile doldu.

 Eseri oluşturan kalem; araştırmaların ve tarihin aynasında gördükleri ile kendi hayal gücünün; bu topraklardan beslenen canlı bedeninin bize sunduğu öğretiler bu kitapta, tüm çıplaklığı ile bize de çıplak olmaya; tini, insanı korurken, insanlığı kaybetmemeye davet ediyor.

Güven Serin






10 yorum:

nihansu dedi ki...

Çok güzel bir kitap kritiği bu, kitap kadar güzel ve anlamlı... O kadar uzun yazabilirim ki bu kitap hakkında. Daha çıkar çıkmaz alıp okuduğum ve okurken de Schubert'i dinlediğim ve sonrasında da etkisinden kurtulamadığım bir tarihi roman. Eser tanımına hakkını veren bir eser. Belki farketmişsindir sevgili Güven, 1-2 hafta önce ben de aynı kitabı taşımıştım bloguma. Şimdi senin satırlarında bir kez daha kitapta yazılı olan tarihe gittim. Benim duygularıma da tercüman olmuşsun.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Nihan; sonra unuturum diye baştan yazıyorum :)) ; sanata ve sanatçıya verdiğin samimi desteği alkışlıyorum...

Gerçekten de milyonlarca kitap yağarken gökten; toprağı yok etmeden, canlı hayatını telef etmeden bereketli yağmurlar gibi doğru kitabı; yani insan denen canlının kıvranır duran ruhuna biraz fayda sağlayacak eseri bulmak; ve o esere sahip olmak çok güzel bir duygu. Hissedişlerimin gür sesini seslendirmişsin.

Haklısın; bu kitap hakkında çok şey konuşulur; vicdanlı, ahlaklı kişiler ve bilgelik yolunda adım atmak isteyenlerle.

Bu kitaba ve bu esere; bu eserden uzanan binlerce nazik ruha teşekkürümü borç biliyorum.

Silva Demirci dedi ki...

Serenad'ı bir solukta okumuştum ben de... İçim acıya acıya, inleye inleye gezinmiştim o yakıcı hikayenin içinde...

Birçok yönüyle çok değerli bir roman bence... Aşkın değerini ve gücünü yeniden göstermesi... Siyasetin, insani değerleri nasıl görmezden gelebildiğini yalın anlatışı... Yalnız bir annenin, bir kadının karşı karşıya olduğu toplumsal baskıyı... Farklı olmanın, sürüden ayrı durmanın getirdiği ağır yükümlülükleri.. Ve daha detaylarda gizli pek çok yanıyla... Muhakkak okunması ve okutulması gereken çok değerli bir eser...

Ne iyi etmiş de, yorumlamışsınız... Yüreğinize sağlık...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Hoşgeldiniz bizim diyara :))

Gülme ve tebessümü ev sahibi gibi peşinden yaptım. Çünkü özgün satırlarınızda "acıya acıya, inleye inleye,gezinmiştim o yakıcı hikayenin içinde" Anlamak isteyen ve içindeki insanlık anlayışını hep eksik bulanlara harika ve nazikçe bir tokat...

Eserin kalemi, kalemin kahramanı"Maya" kaf dağının soylu düşlerine sarılır gibi sarılıp önünde bir kez daha eğiliyorum; insanlığı düze çıkaracak ve çoğalmasını arzu ettiğim diğer güzel kokulu insanlar gibi...

İnsanlık kovalamacısının büyük sahnesinde bazı yüreklerin "insan" yüreği gibi atıyor olması ve hâla var olmaları ne güzel... Dalga dalga...

Unknown dedi ki...

Beautiful and touching story. You really know to choose the perfect theme. I hope that this book was published in Croatia. If I find, I'll definitely read it. People, destinies, desire, love. Love, the exalted feeling makes miracles, you just need to know read the sign. A sign from heaven.
Saygılarımızla, Güven.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Ruzmarinka, explains that humanity is a universal dream, and here I am grateful to you for fear you wrote. To be human and to glorify him, religions, languages​​, continents, races, there is more than a lot! Thinking and questioning and the privilege of being a live feel ...

Ruzmarinka a very sensitive feedback. Thank you. Regards ...

Begonvilli Ev dedi ki...

Öncelikle fotoğraflardan söz etmek istiyorum; her birine dikkatle baktım. O ortamları hissetmeye çalıştım, az çok başardım. Harap yalı hüzünlendirdi beni de. Nedenini zaten yazmışsınız.

Kitaba gelince; belli ki okunası bir yapıt. Dediğiniz gibi yayımlanan kitapları takip etmek olası değil. Fazlaca reklamı yapılan kitapları hemen alıp okuma konusunda aynen sizin gibi temkinli davranırım. Yazdıklarınıza katılıyorum; en iyi yapıtlar vitrinlerde gözümüze sokulmak isteneler ya da en gösterişli kitap kapağı ile sunulanlar değil elbette.

Ama belli ki Serenad en kısa zamanda alınacak, okunacak ve kütüphanemdeki yerini alacak. Belki de eşe dosta önerilecek, ödünç verilecek..

Kitapla ilgili görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkürler.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Hoşgeldin sevgili dost. Sanırım blog dünyasının en güzel ama aynı zamanda en zor olanı; fikirlerimizi açıklık ve doğrulukla ulaştırabilme anı olmalı.

Yeterince ve muhteşem kirlilik"bilgi" çığ gibi büyüyorken; güçlü fikirleri beyan etmek bazen korkutuyor beni. İnsanları;sayıp sevdiklerimizi yanlış yönlendirmeyim diye!

Ama sonra, bu diyarın dostlarına, onların bilgi ve görgülerine bakınca; oturuşmuş kişilik yapıları ve bilgi birikimleriyle önerilenin eğri ve doğru olup olmayacağının sınamasını yapacak olgunlukta olduklarını görünce seviniyorum.

Okunan bir sürü kitaptan az olanı, özellikle etkilendiğim ve bilgilendiğim; o muhteşem dünyada kaybolduğum kitapları; eserleri, tavsiye etmeyi veya o konuda konuşmayı da seviyorum. İşte böyle sevgili dost. İnsan yeterki yazacam desin:)) Küçük birdere gibi, eğrildim, doğruldum ve kocaman bir cevap yazdım. :))

Dalgaları Aşmak dedi ki...

Daha önce Livaneli'nin bir kaç romanını okumuştum ve istediğim hazzı alamamıştım.Bu romana da ön yargıyla başladım, hani popüler ya...Fakat Serenad hikayesiyle insan doğasını,iktidarı, zalimliği muhteşem bir kurguyla sorguluyor.Elime aldıktan sonra bırakamadığım, bittiği zaman üzüldüğüm bir roman oldu.

Kaleminize sağlık ancak bu kadar güzel tanıtılabilirdi bu roman.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Aynı hissedişler Dalgaları Aşmak; zalimliğe karşı iç burukluğumuz, geçmişin yarım kalan gözyaşları, sevdaları hepemizi insanca etkilemiş.

Teşekkür ediyorum.