7 Eylül 2011 Çarşamba

ŞARKININ RUHU

Kamera; Güven Kumbağ-Tekirdağ
Deniz coşmuş; rüzgar coşmuş; ikiside mutlu;
temizliğin, dengenin, farklılığın şarkısını söylüyorlar.
Ben esmesem; ben de coşmasam; bu durgunluk,
bu koku, bu uyuşukluk öldürür sizi, diyorlar.

Kamera; Güven Kumbağ
Tepe sessiz; büyük sanatçı kendi sanatını
gösterime koymuş. Esinti yalıyor ruhum ile bedenimi;
aynı anda, ürpertili bir cesaret veriyor; yaşamaktan
bezmiş canlılara inat;yaşam güzeldir,anlamlıdır,
diyor; anlamlıdır...


Kamera; Güven Kumbağ
Marmara; mavinin, yeşilin ve griliğin krallığının
başladığı deniz. Çevresini sarmış korkunç insan
kalabalıkları muhteşem bir sanat banyosuna
çok uzaklar. İçten ve sessiz yaşayanlar var bu
güzellikleri; en büyük makinaların kaldıramayacağı,
en büyük gemilerin taşıyamayacağı kadar büyük
yükleri almışlar da yine sessizce sevdanın
türküsünü söylerler; sessizce...

Kamera; Güven Kumbağ
Değişim; insandan çok önce başladı. İnsan,
ilkönce kendisini tanımladı ve sonra etarfındaki
değişimleri. Ama ne kadar yeterli bir tanımlama
ve anlamaydı insanınkisi! Tanımların içine
hapsolmuş insan; başka bedenlerin, başka ruhların
sevdalarının, hüzünlerinin baskın tortuları ile
kendi tazeliklerini veremeden çekip gider;
hayret bir işkencenin yalan dünya,
sitemleri ile.
ŞARKININ RUHU



 Müziğin insan ruhuna olan katkısı herkes tarafından bilinir. Müziğe hayat veren çalgı aletleri ve aynı zamanda insan ruhunun dışa süzülmesidir. İnsan ile çalgı aletlerinin ortaklaşa işbirliği sayesinde dinlemeye doyamadığımız şarkılar çıkar ortaya.

 Bazen, bir ıslık, bir kaval, klarnet, kanun, keman, saz; tek başına kendi ruhunu üfler. Bir şeyler anlatır biz insanlara. Aslında anlatılan öykü; yine insanın öyküsüdür. İnsanın yaşadığı sevinçler, coşkular ve göbeğini dahi saran sızılar; müziğin içindeki notalarda gizlidir.

 Mekâna girdiğimde ıssız bir ortam vardı. Duvara dayanmış genç bir çocuk, kendi halinde hiçbir şey yapmadan öylesine duruyordu. Sonra, tüm sessizlik dinleyici rolünde genç çocuğun ezgisine kulak kesildi. Bir şarkı mırıldanıyordu genç çocuk; sanki bir masal töreni başlayacaktı az sonra. Kral ve mahiyeti gelecek; tanrılara adanmış kurbanları sunak taşında kesecekler gibi; çocuk, burukluğun, son anın şarkısını söyler gibiydi. Şarkının tonunda coşku değil, bir acı, bir kaybedişin hikâyesi gizliydi.

 Aslında İnsan denen canlının geçmişinde de bu mırıltılar, bu melodiler gizlidir. İnsan, azgın doğanın, doymak bilmeyen kralların savaşlarına, katliamlarına; kanla yoğrulan ekmeklerine bir şifa niyetine şarkıları yaratmıştır. Belki ilk zamanlar; bir ıslık, küçük bir nefes, mırıltıydı…

 O yüzden, insanlardan kalan eski yapılar; özellikle tarihi ahşap ve taş binalar; tüm ıssızlığın, viranlığı içinde bir şarkı söylerler. Şarkılar, bazen sevdalı bir erkeğin ağzından yayılırken, çoğunluk olarak kızların, kadınların dudaklarından doğarlar. Cumbalı evlerin ana kapıları oldukça gösterişli ve özel süslemeli olurdu. Bahçelerindeki karanfiller, güller, erguvanlar, zambaklar mevsimlerin geçiş törenini, zamanını bildiriyordu. Ahşap evlerin merdivenlerinden yukarıya çıkarken; insanın şarkısı yerine ahşabın gıcırtılı türküsü söylenir.

 Aynı özellikleri taş; tarihi taş binalarda da bulabilirsiniz. İnsanın izi, şarkısı, coşkusu, hüznü; bu mekânlara kazanmıştır. Sanki ilahi gücün sahibi; insan eli, insan hüneri ile oluşturulmuş ve ciddi bir emek harcanmış tarihi taş binalarda; bir ödül verir gibi tekrar insana dönen bir ödül vardır; ıssızlığın krallığının hüküm sürdüğü loş mekânlarda.

 Her hangi bir çalgı aleti çalan insanlar ile şarkı söyleyen insanların taşıyıcı, dağıtıcı ve paylaşımcı özellikleri vardır. Yıllar, hatta yüzyıllar önce söylenmiş ağıtları, şarkıları, türküleri; bugüne taşırlar. Bugüne aktarırlar. O yüzden bu insanların, insana ve bizden önce yaşayan insanlara minnettarlık uyandıracak katkıları vardır.

 Bir mekân düşünün! Ahşap veya taş bir mekân. Sizden önce ve sizinle ıssızlığını bozmamış olsun. Ama size sessizce hoş geldin desin. Ve sizin ayak sesleriniz, size kadar gelen melodinin-ezginin uyarısı ile sessizliğe bürünsün. O an, ne zamanın önemi vardır, ne kötülüğün. Tüm ıssızlık mutluluğun paylaşımına ev sahipliği yapmanın onurunu yaşar. Bir ezgi duyulur; yanık sesli bir kadının şarkısı başlar. Belki, kadın şarkısına ara verince ardından dünyayı anlamayı bırakıp, sadece şarkılarda hayat bulmuş bir erkek kendi şarkısına söylemeye başlar.

 Şarkısız mekânların tadı-tuzu yoktur. Boşturlar. Kendi dönenceleri içinde ıssızlığın körlüğü; korku ve sıkkınlık yaratırlar. Şarkıların ölümsüz doğası öyle güçlüdür ki, en ıssız, en korkulu, en can sıkıcı yerde bile neşe; kök salmaya başlar. Toprağın altına inen, taş ve ahşap mekândan dışarıya kadar süzülen insan sesini duyar ve insanın insana yaşattığı değişimi, mutluluğu sıra dışı bir olgu gibi kabul edersiniz. Bu yüzden, insansız evler; boynu bükük, gözleri kapalıdır. Perdeleri sararmaya başlar; camda yaşayan çiçekler kurur ve ölür.

Şimdi; bu zamanda; şehrimde geriye kalan birkaç ahşap ve taş mekânın ıssızlığı içinde yürürken bir şarkı geliyor kulağıma. Bir kadının, bir erkeğe adanmış şarkısı.

Ah Alişimin kaşları kara/Aman sen açtın sineme yare/ Bulmadın derdime çare aman/ Görmedin mi o civan Alişimi Tuna boyunda/ Görmedin mi o civan Alişimi Tuna boyunda/ Ah evleri var hane hane aman/ Benleri var tane tane/

 Güven Serin













6 yorum:

Unknown dedi ki...

Merhaba Guven,
all my life I sing. Since I was born. If someone will said, Thou you must not sing more, he just will killed me. I can not imagine my life without sound, without music, without song. That would be a dark vacuum of nothingness, nonexistence. I sing in the choir, on the street, on the shower. When are people angry I sing, I sing that I do not to hear their ugly sound.
I have no reason for sing, just I sing, when I am happy, and I'm happy because I can sing. Somewhere on my blog I wrote that singing enriches people and give strength to all of life's temptations. This is the true right, and veritable truth. In Croatia, we said: He who sings, not thinking evil ! Come, we sing something together :)
şarkı söylemek

GÜVEN SERİN dedi ki...

Ruzmarinka Good morning. Songs, established among mankind's most beautiful bridges. The people on the bridges of the songs, religion, language, race look after. Voice of the Spirit, love, enthusiasm explains. This enthusiasm, love and spirit of the song you have a block.

Ruzmarinka, songs and no shortage of enthusiasm that you knew or not ... I like this no matter ... thank you to type a friendly and enthusiastic so beautiful song.
Hvala Vam.

Begonvilli Ev dedi ki...

En çok yazınızın bu bölümü ruhuma dokundu:

'' O yüzden, insanlardan kalan eski yapılar; özellikle tarihi ahşap ve taş binalar; tüm ıssızlığın, viranlığı içinde bir şarkı söylerler. Şarkılar, bazen sevdalı bir erkeğin ağzından yayılırken, çoğunluk olarak kızların, kadınların dudaklarından doğarlar. Cumbalı evlerin ana kapıları oldukça gösterişli ve özel süslemeli olurdu. Bahçelerindeki karanfiller, güller, erguvanlar, zambaklar mevsimlerin geçiş törenini, zamanını bildiriyordu. Ahşap evlerin merdivenlerinden yukarıya çıkarken; insanın şarkısı yerine ahşabın gıcırtılı türküsü söylenir. ''

Duygulandım, çünkü ne zaman böyle bir ortamda bulunsam, Örneğin Kaleiçi'nde, eski bir Antalya evinin önünde dursam o sözünü ettiğiniz içli ezgiler gelir aklıma. Kulağımla işitmesem de ruhumda hissederim. ''Kimler yaşadı bu evde? Ne aşklar, ne mutluluklar ve elbette ne hüzünler geldi geçti? Şu bahçede, şu portakal ağacının altında bir sofra kuruldu belki de.. Yasemin kokularına mutfakta pişen biber dolmasının kokuları karıştı mutlaka. Begonviller, hurma ağaçları her sabah şarkılarını söyleyip denizden gelen taze melteme bıraktılar seslerini...
Ve şimdi, sahipsizliğin, kimsesizliğin ince hüznü eskimiş, yıpranmış taşlarında, kapılarında, viran çatılarında sessizce ağlıyor... Bakımlı olanlar ise tamamen kişilik değiştirmişler. Artık o özgün, asil hallerinden eser yok. Makyajlı yüzleri ile para kazanma adına kurban edilmiş geçkin kadınların soğukluğu ve hüznü var onlarda..Çünkü birer pansiyon, otel, cafe olmuşlar nicedir..

Gereğinden fazla yazdım ama bunları yaşattınız bana bu yazınızla. Galiba ben de aynı konuyu yazacağım sayfamda..

Sevgiler, selamlar Begonvilli Ev'den.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Günaydın; gününüz aydın ola. Burası tarih,ahşap ve taş kokuyor. Ve ben, yazılanları okurken ruhların törenine katılmış mutlu bir insan gibi taşın,ahşabın,geçmişin ayak izlerine bakıyorum. Hepsi çok taze ve çok insanca...

İnsan denen canlı ne yaptıysa büyük sıkıntılar, hüzünler ve mutlulukların olduğu zamanlarda yapmıştır. Ve bu yüzden, kolay kazanılan hayatlar, kolay ulaşılan şöhretler; hiçbirşeyi anlatır bize. Varlığın, var olurken nasıl yok olduğunun türküsünü söyler.

Taş ve ahşap ve ona sarılan insan ruhları bu yüzden önemliydi, emeği, paylaşımı,türküyü,şarkıyı,sevgiyi işliyorlardı göznurunun sevgi dolu parmakları.

Duygularınızı o kadar içten ifade etmişsiniz ki; Kaleiçi, ahşap, taş ve anılar; bu hayattan alıp getirdiler beni. Mutlu bir insan gibi duygularım şahlandı; sınırları olmayan bir dünyanın şarkılarını, türkülerini, sevdalarını dinledim; bir anlık da olsa... Teşekkür ediyorum; ahşap ve taşın samimi dili ile...

Dalgaları Aşmak dedi ki...

Merhaba,
başlıktan anlamıştım beni çok çarpan bir yazıyla karşılaşacağımı.Hele ki müziği eski ahşap ve taş binalarla bütünleştirmeniz...
Millet,din, kültür farkı düşünmeksizin buluştuğumuz yegane ortak dilimiz müzik.
Bir taş evde,eski bir albümün köşesi kıvrılmış sayfasında yer almak ve geçmişten gelen müziği hissetmek...
İnanın o kadar etkilendim ki yazamıyorum :)

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba,hoşgeldin. Gerçekten de yegane ortak dilimiz. Hangi dilden şarkı olursa olsun; ele bu toraklarda üretilmiş bir şarkı ise; değmen benim gamlı keyfime; değmen...

Duygular; insanı nereden nereye sürüklüyor değil mi?