16 Eylül 2011 Cuma

DOĞA ve İNSAN

Kamera; Güven Kaz Dağları(İda)
Sarıkız Tepesi
Doğa insandan çok önce vardı. İnsan doğaya
efendilik yapmaya soyundu; doğa bu efendiliğe
kıkır kıkır gülümsüyor; zavallı insanın efendiliğine...

Kaz Dağları
Taş, toprak, bitki ve ağaçlar; aynı zamanda
efsanelerin diyarı. Hayal gücünüzü ne kadar
zorlarsanız; bugünün soylu gerçeklerinden
o kadar uzaklaşır ve insanca bir dinginliğin
en güzel solunumunu yaparsınız...


Kamera; Güven Kaz (İda) Dağları
Kızıl ve Kara Çam Ağaçlarının Diyarı
Dağların içinde kıvrılan yollar;ruhumuza kıvrılan yollar gibi
öğrennmenin öğretilerini sunmak için bizi bekleyorlar.
Aç ve vahşi insanoğlu; ne zaman ki tabiatın
patikalarını sakince ve nazikçe gezmeye başlayacak,
ne zaman ki tüm dünyaya barış ve sevgi içinde
bakacak; o zaman ; işte o zaman büyük ödüle
kavuşacak; belki de insanı ürpertecek kadar büyük
bir ödül...

Bu diyarın soylu insanları; içinde barındırdığı zengin ve muhteşem
kültürleri birazcak anlamaya çalışsaydı;
"ihanet" denen söz de farklı algılanırdı o zaman.
Denizin dalğasını, tabiatın fırtınasını ihanet
diye görürsen; toplumların içindeki farklı
insan kültürlerini de öyle algılarsın; hiçbir çaba
göstermeden canları yok edersin... Ne acı...

DOGA İLE SOHBET



 Bazen bu kadar büyük kalabalıkta; insan kaynayan şehirlerde yalnız hissederiz kendimizi. Sesimiz çıkmak istemez. Soluğumuz varlık ile yokluk arasında bir çağrı bekler. İnsandan çok tabiattan gelecek daveti beklersiniz.

 Şehri dolaşan rüzgâr bir şeyler mırıldanıyordu bana. Başka şehirlerin, kasabaların, köylerin davetkâr kokularını, seslerini, folklorlarını hatırlatıyor. Takılıp kaldığımız, üst üste yaşadığımız şehirleri özlemek ve farklı açılardan görmek için çıkıp gezmemi söylüyordu rüzgâr.

 Bende öyle yaptım; şehrin kavgasını şehirde bırakıp bir gezgin gibi çocukluğumun düşlerini, sırlarını taşıyan nehrine gittim. Çok uzaklardan geliyor; dağlardan, ovalardan, vadilerden geçip Ege ile birleşiyor.

 Nehir, bir şeyler anlatmak istiyor gibi geldi bana. Biz insanlık abidesi, gurur ve kibir yüklü canlılara bir şeyler söylüyordu doğanın erdemli ve sabırlı öğretileri adına. Kıvrılıyor, iki ülke arasındaki sınırlara gülüp geçiyor. Bir kıyısı Yunanistan, bir kıyısı da Türkiye! Nehir, böyle bir ayrılık istemediği ve ayrılıklara da meydan okuduğu belli! Bazen kıvrılıyor; bir öteki kıyaya, bir beriki kıyıya sokuluyor.

 Nehir, kendi yatağını binlerce yıl öncesinden oluşturmuş. İnsanlığın kavgaları, ayrılıkları başlamadan! Kıvrım kıvrım olan nehir; her şeyin düz olmayacağını, doğruluğun yanında eğriliğinde olabileceğini anlatıyor. Her eğrinin; kendi doğrusuna kavuşmak gerektiğini de bir süre sonra düz bir çizgi halinde coşkulu bir akışın içinde anlatıyor. Ne kadar eğri olursan ol, en sonunda doğruluğa, hakka-adalete muhtaçlığımızı; zorunlu olduğumuzu söylüyor.

 Nehir, doğanın bize verdiği en güzel zenginliklerden birisi! Sınırları çizen, sınırları yok sayan, başka ülkelerde doğup da, bizim ülkemize ve oradan da insanlığın ortak denizine uzanan yorgunluk yerine sürekli suların türküsünü söyleyen nehirdir. Yatağını sık sık değişime zorlayan, insanın gem vurmasına kızıp, başka karaların içine sokulup; onlarca kola ayrılan da nehirdir. Ayrılığın zayıflama demek, ayrılığın yok oluş demek olduğunu anlatır bize; güçlü gövdenin; bir arada coşkulu bir şekilde akarken; ayrılığa zorlanması…

 Ülkeleri oluşturan insanların bir arada olması da coşkulu bir nehir gibidir. Çalışkanlık, bereket, ilim ve sanat üretirler. Ama nehirlere vurulmaya çalışılan gemler gibi insanlara vurulmaya başlayan kötülüğün gemleri; zehirli dikenleri en güçlü toplumları da nehrin kolları gibi kollara ayırır. Ayrılığın sebebi çoktur belki. İç içe geçmiş ve kangren olana kadar sessiz kalınmış sebepler…

 Bu toprakların üzerindeki ülkemi ve ülkemin diğer ülkeler ile arasında akan nehrini biraz daha iyi anlasaydık; diğer nehirleri de, o nehirlerin etrafında yaşayan insanları da anlamış olurduk. Yapacağımız her türlü teknolojik yapıyı; doğanın bağrını deşmeden ve onun diğer canlılara ulaşmasını engellemeden yapardık. Mühendislik ile övünürken, mimari ile de aynı orantıda övünebilsek; mimariyi uygularken, tarihin, tabiatın hiçbir tarafgirlik yapmadan bize anlattıklarını da anlamış olurduk.

 İnsanlık hizmeti sunacağız derken; neşe taşıyan, mil ve tarih taşıyan nehirleri doğal dengeleri içinde bırakabilirdik. Onların eğrilerine bakıp, kendi eğrilerimizle yüzleşir, onların doğrularını görünce, doğruluğun resminin çok daha uzağı gösterdiğini, görüş zevkinin insanda aydınlık yarattığını da anlardık.

 Öylesine akıyor nehir. Bir ülkeden diğer ülkeye doğru… Sonra, Yunanistan ile Türkiye arasında kavgalara son vermiş bir hakem gibi düdüğünü öttüre öttüre Ege Denizine yaklaşıyor. Bazı yerlerde obur, hiç doymak bilmeyen bir insan gibi genişliyor. Bazı yerlerde gizemli bir canlı gibi küçük dehlizler oluşturup, su canlılarına hayatta kalma, üreme, oyun oynama alanları yaratıyor.

 Nehir, Ege Denizine yaklaşırken iyice daralıyor. Belki de yaşamlarımızın; doğum ile son bulma anını; başka yaşama dönüşme anını; daralmak ile anlatmak istiyor. Biraz ötede, efsaneleri ile ünlü, adaları ve girintili, çıkıntıları ile gizemli bir mavilik uzanıyor.

 Evren hiç durmadan yepyeni ulaşılmazlıklara doğru genişlerken; Meriç Nehri Ege’ye doğru genişliyor. Bir süre sonra; Meriç Nehri, Ege Denizi oluyor. Dönüşüm başlıyor; dağlardan, ormanlardan ve vadilerden; ovalara; ovalardan denizlere; denizlerden karalara doğru…

 Meriç Nehrinin beri tarafında ıssızlığı delen kurbağa, kuş seslerine kulak kesildim. Yeşilin, sarının, kahverenginin her tonunu görüyorum; nehrin kenarında yaşayan sazlarda, otlarda. Orayı yaşam alanı; o sazlıkları, otları yaşam bilmiş on binlerce kuş, böcek ve hayvan; kendi biyolojik saatlerini yaşıyorlar; bizim yaşadığımız dünyanın hemen yanı başında.

 Doğa şimdilik, hiçbir hali ile kavga etmiyor gibi görünüyor. Sadece iyi anlaşılmak şartı ile sürekli gülümsüyor, bir şeyler anlatıyor bize. Bugün; doğanın dili ve ağzı; kendi hikâyesini anlatan Meriç Nehri oldu. Belki yarın, başka bir ağız, dil ve göz; başka bir türküyü, hikâyeyi anlatacak ve bizler kendi kavgalarımıza, gürültülerimize dalmış olduğumuz için; anlatılanları anlamayarak; kaderin; kara bahtı diye algılayacağımız anlamlar ile kavgalar edip, yine karalar bağlayacağız…

 Güven Serin










5 yorum:

Begonvilli Ev dedi ki...

Doğa ile ilgili yazdıklarınız ve görüşleriniz hakkında sayfalar dolusu yazabilirim, içim acıya acıya.. Çünkü suçluyuz..Sizin o sorduğunuz sorular var ya;
''Aç ve vahşi insanoğlu; ne zaman ki tabiatın
patikalarını sakince ve nazikçe gezmeye başlayacak,
ne zaman ki tüm dünyaya barış ve sevgi içinde
bakacak?''
Yanıtını bir türlü veremediğimiz sorular...Ve o iki kelime gelir hep ardından bu dertlenmelerin. Sizin de söylediğiniz gibi ''Ne acı!! Değer bilmememiz ne acı..

Doğa ile sohbetinizi hayranlıkla, biraz da imrenerek okudum. Çok güzel aktarmışsınız izlenim ve duygularınızı. Oralarda olmak istedim. Ne güzel anlatmışsınız Meriç Nehri'ni.

Kaz Dağları'na en son iki yıl önce gitmiştim. Blog sayfamda da anlatmıştım.
http://begonvilliev.blogspot.com/2009/10/sonbaharm-taclandran-gezi-kucukkuyu-ve.html
Güzel ülkemizin her köşesini severim ama oralar bir başkadır benim için. Yine içim sızladı...

Bu güzel ve anlamlı yazı ve güzel fotoğraflar için teşekkürler.

ege dedi ki...

Ahh ne muhteşemdir doğa bilinciyle doğayı sindirerek yaşamak her çalı çırpıdan konuşurmuş gibi haz almak kokusunu içine çekip taşı toprağıyla mutlu olmak..Rüzgarın sesini çamların arasından süzülerek gelen ezgilerini dinlemek..Bu muhteşem gösteriyi felsefeyle harmanlayıp bizlere sunan gönlüne sağlık Güven..Kaz dağlarının çamlarına bakıp nedense biraz kasılmadım desem yalan olur..Ilgazı kesinlikle görmen lazım gökyüzünü görmenin imkansız olduğu sık ve yüksek ağaçlarla donanmış orman seni ve güçlü kaleminden çıkacak yazılarınla dahada görkemli görünecek Anadolunun en yüce dağıyım diyerek :)))Selamlar, saygılar..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Günaydın Begonvilli Ev. Yüreklerimizi dağlaya dağlaya öğreneceğiz yaşamayı; belki öğrendiğimizi sandığımız şeyin öğerenilmemiş, tam manası ile içselleştirilmemiş halini sayacağız öğreti diye.

Milyar yaşındaki gezegenin milyar sayısındaki insanlarından milyar kere çıkan fikirlerinden şunu öğrendim ki; isanoğlunun kendi insanlığı ve vicdanı ile sürecek kavgası hiç bitmeyecek. Bazılarımız barışın ve sevginin kıyısında kulübeler inşaa ederken; bazılarımız sarayların, yalıların içinde savaşları, hillebazlıkları inşaa edecekler.

Yüreklerimizi dağlarken; serin rüzgarı, pınarların kirlenmemiş sularını, alkış beklemeden öten kuşları, görsel bir şöleni andıran tabiat gösterilerini bir ödül sayıp,yaşamı daha güzel ve daha anlamlı kılmaya çalışacağız...

Bir filozof; "acıları tanımayan, acılardan anlam çıkaramaz" derken acıları tanımamışlığın, acılardan sevince, adalete,hakka gidememiş olmanın da eğri-büğrü düşünce ezikliğini hep çekeceğiz...

Fikirlerinizin, paylaşımı keyif ve ümit verice. Tabiat aşkının, sevgiye, gönülü bir içselleştirmeye dönüşmesi mutlu ediyor beni. Şu anda mutlu bir adam olarak gülümsüyorum. :)) Teşekkür ederim.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Günaydın Ege. Doğa sevgisi taşıyan satırların bana Kazım Koyuncunun yanık sesi ile seslendirdiği şarkısını getirdi aklıma:))

Hayde,

Savdaluk iyi şeydir; savdaluk iyi şeydir; BEN DAHA YENİ BAŞLADIM... BEN DAHA YENİ BAŞLADIM:))

İnsanın ruhu ile sevmesi; sonsuza açılan bir kapıdan içeri davet edilmesi gibi tazelik, naturellik kokuyor...

Adsız dedi ki...

Useful infoгmatіon. Foгtunаte mе I discovered youг
site by acciԁent, and I аm suгprised why thіѕ
сoіncіԁencе did not haρpeneԁ
еaгlieг! I bookmаrked it.

My ѕitе - packaging your dress