13 Ağustos 2011 Cumartesi

NUH DER, PEYGAMBER DEMEZ

Kamera; Güven- Rahmi Koç Müzesi-İstanbul
Zeytin Sepetleri.
Zeytin ve zeytinyağı, insanlığın felsefeye,sanata,
aşklara, savaşlara ilgi duyduğu zamanlar kadar eski
zamanlara ait.

Kamera; Güven-Rahmi Koç Müzesi
Zeytinyağı İmalathanesi
Üretim yerlerinin kendine has ruhu, kokusu
muhteşem duyguları anlamanızı sağlar.


Kamera; Güven-Rahmi Koç Müzesi
Zeytinyağ şişeleri
İmbikten geçen her damla; insanın ruhunu arıtacak
öğretiler gibi ışıldıyor.


Kamera; İlyaz Bey-Rahmi Koç Müzesi
Zeytinyağı İmalathanesi
Zeytinlerin, büyük çarklar arasındaki ezilişini,
mutluluk çığlıkları çıkararak zeytinyağına
dönüşmelerini duyuyor gibisiniz...


Kamera; Güven-Rahmi Koç Müzesi
Nazım Hikmet / Z. Livaneli


Saat dört yoksun
saat beş, yok
Altı, yedi, ertesi gün
Daha ertesi
Ve belki kimbilir...
(...)
Kitap okurum
İçinde sen varsın
Şarkı dinlerim
İçinde sen
Oturdum ekmeğimi yerim
Karşımda sen oturursun
Çalışırım,
Karşımda sen



                                 NUH DER PEYGAMBER DEMEZ



 Neşe saçmaktan çok, sıcaklık, yapışkanlık ve ter yaratan güneşin erişemediği taş mekânın gölgelik alanında dinlenmeye gittim. Bedestenin arka bahçesi olan bu yer; Ahmet Bey tarafından işletilen çay ocağının hemen yanı; ön bahçesi. Güneşin görkemli yapışkanlıkları arttıkça gölgelerin de müşterileri artıyor.

 Bu durumdan Ahmet Bey oldukça memnun! Emeğinin, alın terinin karşılığını alan her insan gibi mutlu bir şekilde ileriye, daha ileriye bakıyor. Benim oturduğum küçük sandalyeli, küçük masanın hemen önünde beş kişilik bir gurup var. Çok hararetli gündem tartışması yapıyorlar. Aslında konuşan iki kişi! Geri kalan üç kişi, donuk bir yüz; sessiz bir heykel gibi hiçbir duygu belirtisi göstermeden hangi tarafın tarafsız bölgesindeler hiç belli olmuyor.

 Usta ellerin sanatçı düşüncelerinden çıkmış heykellerde ruh gördüm de, dinleyici rolündeki bu üç insanda ruh göremedim. Acaba, bu kadar ilgisizlik, bu kadar pişkinlikler, tarafsızlıklar ruhların geri dönmesine mi neden oluyor!

 Konuşan iki kişiden genç ve bıyıksız olanı karşısında duran ve inanılmaz bir şekilde tekrarladığı sözden anladığım kadarıyla adı Mustafa. Mustafa isimli gurur abidesi adam, karşısındaki adamın tam tersi, bıyıklı ve oldukça kibirli bir duruşun son temsilcisi gibi! Karşısında duran bıyıksız adam; neredeyse telef olmak üzere! Mustafa ağabey, dediği kişiye öyle dil döküyor, öyle ince, derin ve kendince sır denen konulardan örnekler gösteriyor ama Mustafa ağabey dediği gurur abidesi; son sözünü hep aynı tonda, hep aynı pişkinlikte, “ tamam ama suçları olmasaydılar içeri alınmazlardı.” Diyerek, neredeyse karşısındaki insanı canından bezdiriyordu.

 15 dakika için gittiğim, çay ve sigara molası verdiğim Ahmet Bey’in mekânında, ilk kez ikinci sigaramı ve çayın ardından limonatayı yudumladım. Geleli neredeyse bir saat olmuş, dinlediğim gurubun tartışması; Mustafa ağabey denen adamın ikna edilmesi mümkün olmamıştı. Bıyıksız adam, asker emeklisi olduğu anlaşıldı. Mustafa isimli şahıs da sivil iradenin pişkin temsilcisiydi. Birisi, elbette suçu olan, cezasını çeksin; burnundan fitil fitil getirilsin ama tam da terfi zamanı böyle şeyler yapılıyorsa, bu işlerden korktuğunu söylüyor. Böyle adalet, böyle hak dağıtılmayacağını anlatmaya çalıştı Mustafa ağabey dediği gurur abidesine.

 Sanki güzelim ülkemiz boydan boya ikiye ayrılmış; bir tarafta gerçek adaletin, hukukun teslimini bekleyenler duruyorken, bir tarafta arenada yenilmiş savaşçının öldürülmesi için ölüm çığlıkları atan seyirciler gibi; tutuklanan her askerin, yazarın, sivilin muhakkak suçlu olduğuna inanan bir topluluk duruyor. Asıl önemli olan da, bu toplulukları izleyen hakemler; inanılmaz bir keyif içinde birbirlerine göz kırpıyorlar. Sanırım içlerinden şöyle söylüyorlar;

“ gördünüz mü gururlu Türklerin halini! Mangalda kül bırakmazlardı; üretmekten çok tüketirlerdi! Şimdi birbirlerine düşürdük; ayıklasınlar bakalım pirincin taşını!”

 Ne diyeyim; üretmemek adına, aklın yolunu seçmemek adına, gerçek manada eğitimleri, bilim ve sanat ile buluşturmamak adına yerden göğe kadar haklılar.

 Çay bahçesinde ilk kez bu kadar mola verdim. Mustafa ağabey dediği şahıs ile Mustafa ağabeyini ikna etmeye çalışan bıyıksız adamın hazin hikâyesi oldukça tanıdık bir hikâye aslında. Toplumumuzun neresine giderseniz gidin; derin bir oh çekenler, iyi oldu, deyip sık sık içeri alınan askerleri demokrasi adına yuhalayanlar, bir tarafta da sorunun asker, sivil, yazar-çizer olmadığını, vicdan ve sezgilerimizde eksik bir şeylerin kaldığını anlatmaya çalışanlar var.

 Sonuçta bıyıksız asker emeklisi adam, Mustafa ağabey dediği gurur abidesi ve ruhsuz bir heykeli andıran adamı bir gramlık, bir milimlik bir ikna ve sağduyu çizgisine getiremedi. Artık konuşmaya enerjisi bile kalmamıştı. Mustafa ağabeyi ise, sandalyesinde inanılmaz bir rahatlık, pişkinlik içinde; peşin satan esnafın, veresiye satan esnafa bakışı gibi inanılmaz bir rahatlık ve kararlılıkla; “suçlu almasalar içeri alınmazlardı!” sözlerini tekrarlayıp durdu.

 Aklın ve felsefenin hukuk ve adaletin durma noktasına geldiği bu zamanda yüzyıllar öncesinin filozofuna seslensem bana ne derdi acaba? Ey Epektetos lütfen konuş benle ve bu durum açıkla. Beynimin derinliklerindeki sezgimin gücü, okuduğum kitabın (Söylevler) bilgileri ile birleşince Epiktetos tekrar bu zamana dönüp sesleniyor;


“ Akıl yürütme eyleminin son amacı nedir? Doğru önermeler üretmek, yanlışı ortadan kaldırmak ve doğrular hakkındaki bulanıklığı gidermek!”

 Ama parçalara bölünmüş doğrular ve eğriler, hiç tamamlanamayacak bir bulmacaya dönüşmüş durumda. Gizem, gizlilik; halkın çok ötesine, hakkın ve hukukun çok ötesine çıkalı çok zaman olmuş… Şimdi, hak ve adalet kovalanırken; inanılmaz haksızlıklar, adaletsizlikler de kendi davasını haklı çıkarma peşinde; arenanın ateşli seyircisi önünde kendi tarihlerini yazıyorlar.

 Sıcağın dayanılmaz etkisi boy gösteriyor. Düşüncelerim bulanıklık ile berraklık arasında gidip geliyor. Bir şeyler oluyor; bir değişime, dönüşüme tanıklık ediyoruz; gelecek çağlarda ki insanların merak edecekleri ve değişimlerin; toplumsal çöküntüler, kentsel patlamalar ile başlayacak değişimlerin merak edilesi zamanında ben bu tarihi gelişmelere tanıklık ediyorum. Tanıklığımın arkadaşı Epepketos’u seçiyorum. Epektetos yine anlatmaya başlıyor;

 “Neden yine de tembel, kayıtsız ve durgunuz? Neden çaba göstermemek için bahaneler üretiyoruz ve kendi acınası durumumuzu görmezden geliyoruz? Görme yetimden de vazgeçmem olanaklı değildir. Fakat iyi adam kimdir diye soracak olursan, sana iradesini görünüşlere henüz teslim etmemiş bir kişiden başkasını gösteremem.”

 Çay molam oldukça uzun sürdü. Kemal ile Ümit adını taktığım ağaçlar, sıcağın muhteşem enerjisi altında keyif mi, keyifsizlik mi gösteriyorlar belli değil. Ama derinlerde olan kökleri, dışarıda olan sımsıcak yapraklarına serinlik desteği verdiği de bir gerçek.

 Molanın bittiği anda, masamdan kalkarken asker emeklisi bıyıksız adam, Mustafa ağabey dediği gurur abidesi bıyıklı adamı bir saniyelik zaman diliminde bile ikna edememişti. Benimse aklımda arkadaşım Epiktetos’un söylediği son cümledeydi;


“iyi adam kimdi diye soracak olursan, sana iradesini görünüşlere henüz teslim etmemiş bir kişiden başkasını gösteremem” sözleri çınlıyordu kulaklarımda…

Güven Serin





4 yorum:

Unknown dedi ki...

Does the mustache hidden secret or bring wisdom?
Sometimes the mustache were the pride of man. Mustache from ear to ear.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Ruzmarinka Hello. Yes, be proud and very difficult to convince the ignorant people. Their single-or rather, the words in their own words

Ege Kaya dedi ki...

Gülümseyerek okudum yazını Güven..Bıyıklı biyiksiz ve ruhsuz adam; O ruhsuz adamın yerine koydum kendimi bazen öğle olurum da. Ruhsuz derken aslında adamın içinde ne kıyametler kopuyordur hangi dağın karı boranı onun yüreğinde esiyordur hiç bilemeyiz. Ve o konuşmaya dahil olamıyordur belki de kendiside öğle bir durum yaşamış ama anlatamamanın sancısı içindedir..Uff bende ruhsuz adamın avukatlığına soyundum ama neden bilmiyorum..O ruhsuzluk anlarını yaşadığım ve o konuşamın bitmesini çok istediğim içindir belki..Yazılarını zevkle sindirerek okuyorum her zaman yorumlara katılmasamda dağarcığıma ekliyorum değerli bilgileri..Gönlüne, emeğine sağlık.Selam, sevgiler..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Ege. Doğal"samimi" düşüncelerini yazımın doğallığı kadar yakın buldum. Çok teşekkür ederim. Günlük hayatta çevremizde o kadar ilginç hikayeler var ki; insan gülerken ağlayacağı, ağlerken güleceği geliyor :))