17 Ağustos 2011 Çarşamba

NASIL BİR ŞEY ACABA

Kamera; Güven Antalya

Kamera; Güven Antalya
Bir asker ve 100 yaşını çoktan aşmış Çitlenbik ağacı.
Çitlenbik ağacının yanında bir tabela var. Tabelada
şunlar yazıyor;
çitlenbik, hatırladın mı beni? Yetmiş sene evelini,
arkamıza grubu alarak fotoğraf çektirdiğimiz, sana
aşıklar ağacı dediğimiz günleri?
Görüyorum, kökün hâla toprakta, gövden boşlukta,
farkındayım; sende yaşam savaşı veriyorsun,
benim gibi, bu yaştan sonra...

Çitlenbik ağacının hemen arkası, muhteşem uçurum
ile Akdenizin uçsuz görüntüsü;bir birlerini beslercesine
gizemle kucak açıyorlar.


Kamera; Güven Alanya Kaleiçi
Kaleiçinde, viran bir kilise. Taş ve tuğladan
yapılmış. Burada da yıllarca yakarışlar, dualar
yapıldı. İlahiler okundu. Bu binada da insanlar
iyilik, hoşluk, huzur için göklere avuç açtı.


Kamera; Güven Kaleiçi-Antalya
YASEMİN ÇİÇEKLERİ
Yaseminler, büyülü ve gizemli kokular saçıyor;
hissetmek istediğiniz, dönen girdabın içinden
sizi alıp, düşlerinizin içindeki cennete koymasını
istediğiniz kokulardan. Bu güzel kokular,
Kaleiçine öyle bir yayılmıştı ki, bir hayvan gibi
koklaya, koklaya aradım yasemin çiçeklerini.

NASIL BİR ŞEY ACABA?



 Gecenin karanlığından sabaha ”gün içine” ilerlerken düşünceniz ile samimi bir dostluk kurmak istemek nasıl bir şey acaba? Yürürken kendinizi, size ait olan bedeninizin kemiklerini tek tek saymaya kalksanız, sizi insan yapan o kemiklere yaslanan dokuları ve dokuların içindeki milyarlara bölünmüş hayatları süzseniz ince ince; zeytinyağın süzülüşü gibi temiz ve ferah bir koku yayarak…

 Sonra, düşünceniz ile birlikte centilmence savaşmaya başlasanız; ucunda ölüm olmayacak; değişim ve öğretiler ile dolu savaşlardan yeni başlangıçlar yapıp, yepyeni topluluklar oluşturacağınızın sonsuz gülümsemesini de yapsanız; nasıl bir şey olurdu acaba? Sanırım iyi çok iyi bir şeyler olurdu. Ama iyi bir şeylerin, iyiliğe açılan kapıları; her zaman yeraltı krallarının acımasız askerleri ile tutuluyor. Onları geçmek; at’ın önündeki eti, it’e yetirmek, it’in önündeki otu da at’a yetirmek; çok özel hünerler, masalımsı şanslar gerektiriyor…

 Bir rüya görmeye kalksanız, rüyanızın içinde her türlü rengi, cümbüşü, şehveti, yükselişi ve tekrar yere dönüşü; insan denen canlının en ulvi güzel duyguları ile süsleseniz; bir rüyanın anlatımındaki korkuyu bile yaşar, o rüyayı kılıktan kılığa geçirerek resmetmeye çalışırsınız. Rüyalarımızın bile ayıplarla sarıldığını, düşüncenin çoktan bize ait olmayan ama bizmiş gibi bizim içine girmiş iblislerin olduğunu anlayıp; “hadi oradan, terk et beni; ben, ben olmak istiyorum” dediğinizde, iblisin iki büklüm gidişini ve sizden özür dileyişini görmek; nasıl bir şey acaba?

 Sonbaharı bilen ve ondan haberdar olan çocuklar gibi; düşüncenizi alıp sonbaharın olduğu, en özgürce yaşandığı kırlara getirseniz ve o karlarda onla birlikte uçurtma uçursanız; nasıl bir şey olurdu acaba? Uçurtmanın nazlı bir kız gibi süzülüşü, ara sıra size gel değişi, sizin yanınızdan ayrılacakmışçasına rüzgârı kendi dostu sanıp, onla birlikte göklerin derinlerine yükselmek isteyişi; toprağa basan ayaklarınızı, toprak kokan bedeninizi çılgına çevirir. Çıldırmışlığı korkunun, dehşetin tarafında hissetmez; tam aksi, güzelliğin, yaratıcılığın tarafında görür; gülümsersiniz; toprak kokan gülümsemelerden…

 Düşüncenizden zarar gelmeyeceğini, sizin dostluğunuza, ricalarınıza evet diyeceğinizi bilip, düşüncenizi bir eşeğe bindirip yürütseniz; ağır ağır… Eşekteki düşüncenizin günün güneşi altında terlemeye başladığı anda, üzerinizden geçen uçağı görseniz! Ve diğer düşüncenizi o, uçağın içine, serinliğe, kahve keyfine yollayıp, kadın kokuları içine yollamış olmanın erkeksi keyfini tatarken; eşeğin üzerindeki düşünce ile uçağın içindeki düşüncenin kavga etmeden, hayatı anlamış ve anlamlandırmış bir şekilde yol alırken, eşeğin üstündeki düşüncenizin bağıra bağıra türkü söylediğini duysanız! Uçağın içinde bin bir konfor içindeki düşüncenizin ise, kulağına takmış olduğu kulaklıklardan başka müzik dinlene özgürlüğünün olmayışına da gülümser; rekabetin, değişimin ve değişikliklerin ne güzel seçenekleri ve kısıtlamaları olduğunu da anlamak nasıl bir şey acaba?

 Anne, babalığa balıklama atlayıp, çocuklarınızı bebekken, bebeğin gülümsemeleri, masumiyeti ile severken; kızınız büyüdükçe korkularınız, çekincelerinizin artması; sizi rahatsız edip, onlarla başa çıkabilme filozofluğuna soyunsanız. Aynı zaman içinde, erkek çocuğunuz büyürken, övünme ve gururlanma yaşamanızı, kız çocuğunuz büyürken duyduğunuz korkular ile dengeleyip; her ikisinin de birer insan olduklarını anlasanız! Kız ve erkeğin farklı beden yapılarına rağmen, sizin az önce hissettiğiniz ve bedeninizi, insan yapan kemiklerinizin ve kemiklerinize sokulmuş dokuların, milyarlarca hücrenin onlarda da bulunduğunu anlayıp; evlatlarım derken bile kayırma yapmayışınızın adaletini görüp, işte o zaman yaşam içindeki adalet dağıtıcılığını, savunma hakkına kavuşmuş olduğumuzu anlamak nasıl bir şey acaba?

 Meslek sevgisi ile kazanma tutkusunu düşünceler ile parçalara ayırıp sonra tekrar birleştirirken mesleğimiz içinde işlediğim bahçenin güllerine, karanfillerine, yaseminlerine bakıp; su içinde yüzen kemik ve dokulardan oluşmuş bedeninizin daha bir insan olup; Koklamayı, seyretmeyi, seyrederken cennetin ne kadar yakında olduğunu bir kurbağa, Ağustos böceği sesinde anlamlı hali dönüştüğünü bilmek nasıl bir şey acaba?

 Önce tüm sevgisini, tüm çabalarını verip, yoruldukça kabalaşan, kabalaştıkça hatalar yapan, ellerin şifa dağıtırken narkozlu bedenleri bir cellât gibi öldürdüğünü düşünüp, o cellâdı kovalamayı büyük bir vicdan sorumluluğu içinde yapmak; nasıl bir şeydir acaba? Pansuman ettiğiniz bedenin, hayat verdiğiniz kriz içindeki donuk canlının, dokuları parçalanmış insanın, dokularını dikiş-nakış yapan temiz ellerin marifetleri ile birleştirseniz. O marifetli ellerin, yüzyıllara yayılmış ruhlarını da yakınınızda görüp, yorulmuşluğun dinlencelerini, sıkıştırılmışlığın, hep sizden beklentilerin mesafelerini hesaplamayı bir mühendis titizliğinde öğrenmeniz de iyi bir şey olmalı; iyi bir şey…

 Şimdi, yaşadığınız şehir yağmuru anlamaya, yağmuru insanca yaşamaya izin vermeye bilir! Rüzgârı, yeli, fırtınayı anlamanızı engelleyen devasa binalar, korkunç beton binalar çevrenizi kuşatmış da olabilir. Güneş, uzayın derinliklerinden çıkıp gelen ve her tarafın beton, asfalt olduğu şehrinizde size düşman bir enerji gibi görünmesi de doğal. Asıl sorun; bütün yanlışlıklar, bütün rezaletler, bütün hilebazlıklar yapılırken; siz nerede duruyorsunuz. Ağır ağır kirlenirken şehriniz, doldurulurken denizleriniz, önleri kesilirken ırmaklarınız; siz, mimarinin, ekolojinin neresinde siniz?

 Siz, bir tek düşünceyi bile korkulu bir felsefe; günahkâr bir canlı gibi görürken; iki düşünce, üç ve dört düşünce ile var olup çoğalmayı çoğaldıkça birlikte şarkılar söylemeyi hâla gâvur işi görürseniz; insanlık çığlığı atıp, şikâyet, isyan edip, yardım çığlığı dilemeniz NASIL BİR ŞEY ACABA?

GÜVEN SERİN
























6 yorum:

Begonvilli Ev dedi ki...

Antalya'ya hoş geldiniz..

Ah o Kaleiçi. Nostalji kokan gizemli yer. Eski evleri, daracık sokakları,turunç ağaçlı bahçeleri, begonvilleri ve yaseminleri ile.. Her ne kadar şimdi turizm adına sosyal dokusu değişse de benim için eşsiz bir ortam..Çok güzel anlatmışsınız.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Hoşbulduk. Evet özel bir ortam. Burada birşeyler bulaşıyor insana.:)) Belki biraz tarih,biraz yasemin çiçekleri, biraz deniz,biraz hikayeler;biraz da taş mekanlarda yaşamış eski insanların ruhları...

Adsız dedi ki...

Sevgili Güven
böyle bir yazı yazabildiğine göre harika bir ruh hali içindesin.Adeta düşünceler içinde sörf yapmış birinden diğerine inanılmaz bir ahenkle geçmişsin.Yazdıklarının hangi birini düşüneceğimi şaşırdım.Düşüncelerimizle dost olabilmek güzel bir tanımlama gerçekten.Ben düşünceleriyle sık sık kavga eden biri olarak bu açıdan da bakmalıyım olaya.Kız ve erkek çocuklar için ayrı korku ve övünçler yaşamışsın.Ama şu her bir köşesini katlettiğimiz dünyada öyle vahşetler yaşanıyor ki her çocuk için üzgün ve endişeliyim artık.Ara sıra hayalini kurduğum şehirden ayrılma konusunun gelecek on yıl için reel planlarını yapıyorum artık.Şu an bana bağımlı olan herkezi ve her şeyi bağımsızlığına kavuşturduğum anda kaçacağım şehir denen bu cehennemden.Selamlarımla.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Ruhgezgini. Önce teşekkür ediyorum. Güzel saptamaların, titiz tespitlerin adına.

Harika bir ruh hali; inan buna nasıl bir cevap verilir bilmiyorum:)) Sanırım, kendi küçük devrimlerimi yapmak adına yeterince bela, isyan, kargaşa, enayılik, korku, safdillik varken ben; kenarından, ucundan uçmayı deneyip gerektiği zaman yaşamı seven bir tohum gibi büzülüyorum. Sonra, güneş ışığı, az bir yağmur görür görmez; neşe içinde minnet ile bana verilen yaşam HAKKINA minnet ile "merhaba" diyorum. :)) Ne uzun bir açıklama değil mi? :))

Planların özü bulmak adına hoş ve heyecanlı geldi bana:))

Ege dedi ki...

Kutsal mekanlar, konuşmadan geçmişi ılık ılık yayarlar damarlarımıza tuhaf bir duygu seli içinde..Harika anlatım ve geçmişi yaşatan resimler emeğine sağlık düşündüren, düşünen gönlüne sonsuz teşekkürler..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Hoşgeldin Ege. Teşekkür ediyorum...