20 Haziran 2011 Pazartesi

İNSAN ve ESNEKLİK

Kamera; Güven  İstanbul -İnsan ve Mimari
Bütün boğuşmaların yanında ara sıra iyi
şeyler de çıkıyor ortaya. Kötülüğün,çirkinliğin
kol gezdiği yaşam alanlarında inadına
güzelliği, iyiliği yaymalıyız; bir misyoner gibi...

İNSAN ve ESNEKLİK



 Darbuka çalan çocuk, darbukayı düşürmemek, elinde tutmak için ne kadar zorlanıyorsa o kadar da güzel çalıyordu. Akşam saati kaldırımlar alabildiğince insan taşıyordu; bir yerden bir yere doğru. Darbukacı çocuk da muhtemelen babası veya akrabasının darbukasını eve getiriyordu. Ama hazır darbuka eline geçmiş, bir bankanın güvenlik görevlisine bir sanat gösterimi yapıyordu. Öyle ya, akşam saati küçük bir bahşiş, hiç de fena sayılmazdı…

 Çocuk, darbukası ile bütünleşmiş, üç beş seyirci de çekmeye başlamıştı ki yoldan geçen bir delikanlı tam bir tokat hastası gibi çocuğun ensesine yüksek bir şaplatma sesi çıkaran bir tokat yapıştırdı. Tamam dedim; şimdi çocuğun neşesi kaçıp, sanat gösterimine son verecek. Katil tokat, ne çocuğu etkiledi, ne de darbukayı. Çocuk, ensesine bir sinek konmuş gibi hafif irkilse de sanki enseye inen toka da bu gösterimin bir parçasıymışçasına çalmasına devam etti.

 Darbukayı çalan çocuk, ben oradan uzaklaşırken seyirci sayısını artırıyorken ben de irdelememi çocuğa ve tokada yoğunlaştırdım. Hayatın içine erken yaşta atılan-itilen çocukların esnekliğini bu çocukta görünce ürperdim. Çocuğun yerine kendimi ve çevremizdeki diğer çocukları; çocuklarımızı koydum. Sonuç tam bir felaketti… Gururlarımız, kabul edemeyişlerimiz, kırılganlıklarımız o kadar fazlaydı ki bir tokat için bir ormanı, bir kasabayı yakabilirdik…

 Bir tokat için kim bilir kaçımız öğretmenimize hâla korkunç bir insan gözü ile bakıyoruzdur. Annemize, babamıza, dayımıza, amcamıza da öyle… Bir söz için, kim bilir ne dostlukların bozulmasına imza atmışızdır… Bir tek tokadı dahi masumlaştırıp sıradan bir şeymiş gibi göstermeyeceğim elbet! Ama tokattan, küfürden, kızgınlıktan, ilenmekten, ağıt yakmaktan, destan yazmaktan oluşmuş kültürümüzün merhamete, vicdana, paylaşıma giden yönlerini de bilmiyorum, görmedim sanılmasın…

 Bu diyarlardaki tokatları, küfürleri, destanları anlamak için bu diyarlarda yaşamak ve yaşarken tokatları kaldıran bedenleri ve o bedenleri yetiştiren diğer bedenleri iyi anlamak, görmek, izlemek gerekir. Acılı, bol baharatlı diyarların tokatları insansız, sevgisiz, merhametsiz değildir elbet. Bir bütüne giden yarımların yeterince öğretiden geçmeyişinin, geçirilmeyişinin hazin öyküsüdür acılı tokatların rüzgâr gibi bedenlerimizi sarması.

 Yıllar önce esnaf bir arkadaşımın polis denetimi sırasında yine tokat kültüründen gelen bir polis tarafından tokatlanması ciddi bir soruna yol açmış; arkadaşım yıllarca tedavi görmüştü; tokadın arkadaşımın yüzünden esnemeyişi hatırına. Ama darbuka çalan çocuk için bir alkış kadar gerekliymiş gibiydi tokadın ensede şaklayışı.

 Çocukluğumun unutulmaz anılarından birisi de futbol maçı sırasında en sevdiğim arkadaşlarımdan İzzet ile meşin yuvarlak için kavga edecek duruma gelmemiz ve sadece ellerimizin havaya kalkışı; o güzel, o masum dostluğa bir daha tamir edilemeyecek kadar zarar vermişti. Hâlbuki İzzet de, ben de yumruğun, tokadın öncesini bilirdik. Bilmediğimiz tek şey; esneklikti…

 Darbukacı çocukta gördüğüm esnekliği tokat adına övmek istemem. Fakat bu tokatların bedenlerindeki esnekliği hayatın her yerinde görür neden bu kadar az ve yetersiz diye hüzün de duymadan edemem. Onurla gururu karıştırıp, bir türlü içinden çıkamayacak yaşamlarımız, bir tek tokat, bir tek söz ve bakış yüzünden mükemmel bir yaşam içinde dahi “hiçliğe” dönüşüyor.

 Sonuçta insan ne kadar esnekleşmeye başlıyorsa, o kadar hoşgörülü olmaya ve hayatımızın neredeyse tümünü küskünlükler, hesap sormalar üzerine ayırmışken artık hayatın resimlerini, müziklerini, muazzam bir doğa olayını yılda birkaç kez görür gibi her an görmeye başlıyoruz… Yaşam, esnekliğe ulaşmış insana; bir daha ve bir daha yaşama ve yaşamı fark etme hakkı veriyor…

 Esnekliği hor görüp, gururumuzu mükemmel bir kibre dönüştürdüğümüz an; büyüyecek yatırımlar büyümeden bölünmeye başlıyor. Birbirini delice seven sevgililer; bir tek bakışın, sözün hesabını veremeden inanılmaz bir hüznün kaybeden tarafında; kazananın hiç olmadığı bir yaşama düşüyorlar.

 Duyduğumuz her sözü gerçek veya yalanmış gibi algılayıp kendi irademizin, karakterimizin inanılmaz bir yara almasını ve neredeyse tüm yaşamımız boyunca pis kokuların, lanetli seslerin derinlerden gelmeyişini engelleyemiyoruz…

 Esnekliği darbukacı çocuğun kabul ettiği gibi kabul edemesek de kabul törenlerinin yüzlercesi var; felsefe, sanat, müzik, mizah, latife yollarıyla…

 Her an kırılacak en pahalı bir hazine olmak yerine, en ucuz ama her an başka bir maceranın, hikâyenin içinde rol alacak bir canlı heyecanı taşımak, yaşamı, ne yaşla, ne başla ne mertebe, ne güzellik-çirkinlik ile birleştirmeden yaşamak; şairin de dediği gibi; “yaşamak güzel şey be kardeşim.” …

Güven Serin







4 yorum:

nihansu dedi ki...

Bir arkadaşım demişti bir zamanlar, bizler saksıda çiçek yetiştirir gibi çocuk yetiştiriyoruz. Halbuki alabildiğine bir bahçede yetiştirmek varken... Haliyle daha kırılgan olabiliyorlar. Tokat örneğini ancak genele yayarak kabul edebilirim, yoksa sizin de ifade ettiğiniz gibi bu değil aslında bahsedilen. Bu sadece bir gösterge. Esnekliği daha çok hoşgörü boyutunda algılamayı tercih ediyorum.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Nihan. Zor bir yazıydı benim için; acaba, felsefenin tünellerinde dolaşırken, ayaklarım birbirine dolaşır mı diye düşündüm! Kendimi, hissettiğim acı geçreği analtabilir miyim diye de korku yaşadım.

Çok güzel irdelemişsin. Tünellerin içinde loş ve nemli yerlerde dolaşırken güzel bir ışık; teşekkür ediyorum....

Adsız dedi ki...

Merhaba Güven, yazını okuyunca bir arkadaşımın anlattığı ama inanmakta zorlandığım bir olay aklıma geldi..Okulda öğretmen agrasif kimseyle uyum sağlıyamıyan bir çocukla çok uğraşıyor onunla iltişim kurmak ve iç dünyasına inmak için başaramıyor..Bir gün onunla ciddi anlamda konuşmak istiyor ve çocuk ne dese beğenirsiniz..Öğretmenim siz beni hiç sevmiyorsunuz neden? Öğretmen şaşkınlık içinde oğlum ben seni seviyorum ve senini anlamıya çalışıyorum..Çocuk öğretmenim beni sevseniz döverdiniz demezmi..İnanın bu torunumun dersanedeki öğretmenin anlattıkları dialoglar tam aklımda değil..Ailesinden devamlı dayak yiyen ve sevildiği ilgilenilmenin dayak olduğunu sanan çocuk..Şaka gibi buyrun yorum sizin..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Ege.Bu konuda iyi bir istatistik yapılsa; dünya bize ... ile güler:)) İnan ki şu an ben de acı acı gülümsüyorum. Benim güzel ülkemin acı gerçek hikayelerini dinledikçe; düşünceden uzak; düşüncenin uydurma günahlarla örtüldüğü,gizlendiği korkunç özürler dururken, nelerle uğraşıp, nelerle arınmaya çalıştığımıza şaşıyorum... Halbuki en iyi arınma; su... Felsefe... Sanat... İlim...Mantık yürütmeden, hangi düşünce insan için gerçek bir mutluluk getirir ki?

Mutluluğa giden yol bile kültürleşmiş dayaklarla isteniyorsa; gelin değiştirin bu güzel ülkemin gidişatını bakalım!