14 Mayıs 2011 Cumartesi

ATEŞ ve KEFEN

Kamera; Güven-POLONEZKÖY İSTANBUL
Ahşap ve tabiat, son kalan insanlık kırıntıları... Ninelerimiz,
bir tek kırıntıya bile minnet duyarlardı!Neden? ...
Yokluğu ve acıları merhamet ile yoğurmuşlardı...



ATEŞ ve KEFEN



 “Uyku sarhoşluğu bene de yeniyor. Fakat ben, gene de onların neler yaptıklarını ve neler yapmakta olduklarını hatırlıyorum. Ben zavallı insanlığın, uğursuz gecesinin karanlık kefeniyle örtülü bir inde bilmem ki hangi büyük ışığı gene düşünüyorum.” Henri Barbusse, Ateş isimli romanındaki karakterini bu duygular içinde konuşturuyor; günümüzden yıllar önce. İşini iyi yapan bir yazar, bir filozof, toplumunun yalnız bugününe değil, geleceğine de adanmış bir ruh içinde ışık tutar.

 Bugünkü makalem de ismini, “Ateş” H.Barbusse’nin kitabını isminden etkilenerek seçtim. Ve aynı zamanda Başbakanımızın kefen merakını acılı bir hüzünle kabul edip “Kefen” ismine de bu duygularla ulaştım. Ateş, romanı insana, insan eliyle sunulan büyük bir yol gösterici, irdeleme, lanetli savaşları, faşizmi, emperyalizmi insanın kanını donduracak kadar sömürmesini anlatıyor.

 Büyük oylarla, büyük kalabalıklarla ve çok önemli destekle sahneye çıkan Başbakanımız ise yol göstericilikten, ışık yakmaktan çok korkuyu bazen tehditlerle, bazen soylu kaset olaylarının hatırlatılıp kaynayan ocaktan hiç indirmeyerek, bazen de ölümü gösteren, ölüm yaşam dengesini altüst eden kefen benzetmesi ile…

 Ne diyordu Başbakanımız yürüyüş yapan gençler için; “öyle bin kişi yürütmek mesele değil; biz, karşılarına beş bin kişi çıkarırız.” Büyük bir yolsuzlukla çalkalanan sınav olayı için ne diyordu Başbakanımız: “ Ben yeterince tatmin oldum. Ama süreç iyi idare edilmedi.” Geçen yıl meydana çıkan kaset olayı yılların siyasetçisini yerle bir ederken ne diyordu Başbakanımız; “ Biz bu konuları siyasi malzeme yapmayacağız.” Şimdi, kasetleri ağzından düşürmeyen Başbakanımız büyük bir ahlak gösterisi yapıyor; ama kefeni de yanına aldığını hatırlatan bir cengâver gibi…

 Henri Barbusse’nin eseri için Nazım Hikmet: “ Henri Barbusse’nin Ateş’ini okumayan bir işçinin, bir emekçinin ve bir hakiki münevverin kafası bir parça yarımdır. Ve bu kitabı çevirerek kütüphanesine sokmayan bir dil, insan kafası ve yüreğinin en büyük değerlerinden birinden mahrum kalmış demektir.” Der…

 Sanata adanmış hayatlar şiirlere hayat verirken, diğer eserlerin önemi içinde de nasıl, bir büyük heyecan taşıdığını Nazım’ın kaleminin uyarısında gizlenmiş olarak bulabilirsiniz.

 Bugünün, dünün siyasetçileri ne yaptılar; kavga, gürültüden başka! Elbette onların işleri çoktur. Siyasetin dipsiz şehirlerinde gezinmek ve açılan her kapı ile başka labirentlere uzanmak normal insan işi değildir. Siyasetçilerin kafasını ve anlayışını Kapadokya Bölgesindeki yeraltı şehirlerini gezerek bir parça anlamanız mümkündür. O, muhteşem şehirlerin içindeki dar tüneller ve birbirine bağlanmış odalar; bir yaşamı var ederken, aynı zamanda o yaşama etki edecek tehlikeler için nasıl da her an hazırda beklediklerini, bir kez düşmanın o tünellere, o dünyaya girence, geriye çıkamayacağını da anlarsınız.

 Ortaya çıkan kaset skandalları ile zaten halkın güvenini yitiren siyaset ve siyasetçi ikilemi için hiçbir yarar sağlamadığı gibi dünyanın en masum sevgi ve sevmek ile ilgili ilişkileri nasıl da karabasanlaştırdığı gün gibi ortadadır. Gelişmiş ülkeler neyle uğraşırken, bizler apış arasına sıkıştırılmış ve çok güzel planlarla siyasetçilere sunulan harika bir malzeme gibi tam da seçim üstü gösterime girmiş bulunuyor. Yönetmenleri, senaristleri, oyuncuları ve bu işe para ayıran yapımcıları alkışlıyorum…

 İnsan denen soylu yaratık; akıl ve bilimle beslendiği zaman; cellâtlığı da, pornografiyi bile meslekleştirip kendi saygınlığını yaratıyor! Ya akı ve ilim yoksa nice anaları, nice öğretmenleri, imamları, filozofları bile taşa tutuyor kendi korkunç nedenleri adına…

 Hâlbuki iktidar kendi işine bakıp kendilerinin söylediği gibi doğru ve dürüst çalışmalarından yeterince esin kaynağı alsalardı böyle büyük ayıplı gösterilere; gösterimlere ihtiyaç duyup onların arkasına geçip, rakiplerini arkadan vururlar mıydı? Türk siyaseti, Türkiye Sahnesinde 21. yüzyılın ilk çeyreğinde inanılmaz rezilliklere sahne oluyor… Neredeyse sanatın, ilimin adı yokken her gün pişirilen yemekler; halka besin, mutluluk, enerji vereceği halde; halkın, korkularını, umutsuzluklarını daha da yüceltiyor…

 İyi ki Henri Barbusse gibi insanlar yaşamış ve geride bıraktıkları eserlerle insanlık eserine dayanmak adına büyük bir moral kaynağı olmuştur. Bir yüzyıllık dönemde, düşünüyorum da, Mustafa Kemaller, Nazım Hikmetler, Orhan Veliler, Atilla İlhanlar, Orhan Kemaller, Fakir Baykurtlar, Hasan Ali Yüceller, İsmail Tonguçlar, Henri Barbusseler olmasaydı hayat yine olurdu ama biraz daha yavan, biraz daha ümitsiz olmaz mıydı?

Henri Barbusse Ateş isimli romanında harbin facialarını tasvir ediyor. Bugünkü iktidarın sınırlı görülen sınırsız güçleri neyi tasvir ediyor anlayan var mıdır acaba?

 Kerim Sadi, H. Barbusse öldüğünde: “ Istırap çeken insanlık en değerli çocuklarından birini daha kaybetti. ‘Ateş’ adını taşıdığı ölmez eserin sahibi, devrin en büyük ediplerinden Barbusse, Kremlin Hastanesinde, bir güneş gibi söndü. Ölümü tamiri imkânsız bir kayıptır. Çünkü o emperyalist harbe ve faşizme karşı açılan savaşın ruhu demektir.”

Barbusse gibi düşünen insanlar şimdi birer, birer hapishanelere koyuyorlar. Belli ki ışıkları göz alıp ışıksızlığı bir yaşam kültürü görenleri korkutuyor; bellidir…

1935’in 30 Ağustos günü Henri Barbusse öldü. Eylül’ün yedinci günü, Paris’te dört yüz bin kişilik bir halk kitlesi büyük bir samimiyetle cenazeye katılmıştır. Mezarlıktan çıkarken halk büyük bir üzüntü ile karısına şöyle sesleniyordu: “ Metin olunuz! Yalnız değilsiniz, onu bizde kaybettik.”

Barbusse, kefeni değil; emeği, sevgiyi, aklı, bilimi, felsefeyi sahiplenmişti. Ve bu yüzden; “olacak, olacak” diyordu tüm karamsar düşüncelere karşı ümit-umut vermeye devam ederek; olacak…

GÜVEN

Hiç yorum yok: