4 Şubat 2011 Cuma

MODA'DAN KANLICAYA

Kamera; Güven - Moda
Tanrıyı bulmak ve görmek için ne papazları, ne
imamları, nede başka kurtarıcıları beklemek gereklidir.
Biraz emek ve biraz sabırla o istenen her yerden gözlenebilir...



Kamera; Güven    Kanlıca Mezarlığı
Yüreklerin yaşamdan yaşama uzandığı yer...


Kamera; Güven  Kanlıcadan Boğaza Bakış

MODA’DAN KANLICAYA



 Bazen tüm mazeretleri bir kenara itip ”nazikçe” kendi dünyanızda gezinmelisiniz. Size ait, içinde sürekli acıların, kavgaların, gürültülerin olmadığı dinginliğinde olduğu dünyaya yol almalı insan. Nedense yolun yolcusu olmayı, hazır ve bilinen yollardaki alınan bir arpa boyu yollara adamışız. İnsan denen canlının kendi patikasını oluşturması kadar güzel ve değerli bir şey olamaz. Büyük bir haz duyar insan; insanlığın ve diğer canlıların da geçeceği bir yola attığı ilk adımlardan…

 Barış Manço’nun 12. ölüm yılı nedeniyle sevenleri olarak Moda iskelesinde toplandık. Ne soğuğun bıçak gibi keskinliği, ne rüzgârın da soğuğu yanına alarak bizleri sert bir şekilde okşadığın korkuttu gözümüzü. Bir yaşam yılında sağ ve sağlıklı olan bedenlerimizle hiçbir koşulun, siyasetin, namuslu ve namussuz çıkarların albenisine kapılmadan oradaydık.

Moda bir Pazar günün tenhalığını yaşarken gecikmeli de olsa vapurumuz geldi. Düdüğünü uzun uzun öttürdü. Gelen vapur Barış Manço’nun adını taşıyor. İçerisi de Barış’ın posterleriyle süslenmiş.

 Bir vapur insan; yüzlerce bakışın, sesin, nefesin özlemle buluştuğu yerde şarkılarla boğaza doğru aktık. Vapur, martılarla birlikte girdi boğaza. Hemen önümüzde kız kulesi, mitolojinin tüm hikâyelerini anlatmaya hazır; sanki bu döneme aitlik içinde değil de bizi kendi dönemine çekmiş vaziyette selam veriyor.

 Birbirlerine kavuşamamış tüm beden ve ruhları düşünürken kız kulesinin hikâyelerinden bir tanesi Hero ile Leandros’u da düşündüm. Kavuşamadan ölmenin, buz gibi sulara karışan iki gencin nesilden nesle aktarılan hikâyesini…

 Kız kulesi kadar eski olmasa da yaşayan tarih Avrupa yakasından selamlıyordu bizi. Solumuzda bir döneme büyük bir çentik atmış Osmanlı İmparatorluğunun mütevazı saraylar topluluğu bulunuyor, hemen onların yanı başında ise muhteşem Ayasofya, Aya İrini ve Sultanahmet geçmişten geleceğe uzanan insanlık abidelerinin dik duruşunu yapıyorlar. Vapur kız kulesi izahsına gelince solumuza baktığımızda yine başka bir abide; Galata Kulesi ile yüz yüze geldik. Çarpık yapılaşmanın, talan ve yalan felsefesinin buluştuğu ve güzel İstanbul’u yerle bir ettiği yerde; Galata Kulesi tüm talanları affettirir bir şekilde göğe yükseliyor.

 Asya ve Avrupa kıtalarının tam orta yerinde tüm dünyanın imrendiği boğazda ilerledik. Orkestra Barış Manço’nun ruhu, felsefesi, sanatı ve besteleriyle birleşmiş; boğaz sırtlarına bakarken “Dağlar dağlar, ben bilirim, unutamadım.” dedik.

 Vapurda bulunan insanların büyük çoğunluğu birbirini hiç tanımasa da tümü; bir tek insan için bu yerdeydi. Muhtemelen bir yıl da birbirimizle hiç görüşemeyecek ve çoğumuz birbirimizin nereli olduğun, nereden geldiğini bile merak etmeyecektik. Etmedik, sorgulamadık da… Asıl olan, orada bulunma amacımızdı.

 Her yıl yapılan alçakgönüllülükle birleşen kutlamalarda hiçbir zorlama ve lüks yok. Sadece sanat adamı, sevilen uzun saçlı bir insan için toplanıyoruz. Ama aynı zamanda sanatına gizlediği ve tüm insanlığa seslendiği güzel felsefesi için…

 Barış, seslenişini ne sopa ile ne silah zoruyla, ne şantajlarla yaptı. Onun en güzel, en gösterişli silahı; müziği ve şarkılarıydı. O şarkılardaki uzun saçla adam bazen; “bak beş parmağım var benimde, eğer dost yüzünden kalbin kırıksa bir yudum suyu paylaşırım senle” dedi. Bazen; “para pula aldanıp kanma dostum, içi boş insanların bu dünyada yeri yok.” dedi. Bazen de; “ eğri eğri, doğru doğru, benim eğrim bana doğru.” diyerek her insanın kendine ait fikirleri, düşüncesi ve amacı olduğunu anlatmaya çalıştı.

Bazen uyandırmak istedi dünya malına dalıp yaşamın en güzel hediyesi olan beden ve ruhu karartan enayilere ve onlara seslendi; “ gör şeytanın görmediğini yoksa duyarsın bir gün dıral dedenin düdüğünü.”

 Vapur martı çığlıkları ve buz gibi arınma soğuğu ile birlikte ilerliyorken Dolmabahçe Sarayı karşısındaydık. Bir dönemin batışına ve Türkiye Cumhuriyetinin doğuşuna tanıklık etmiş saray; Atatürk’ün var olmuş, o mekânla bütünleşmiş ışıltısı ile parlıyor gibiydi. Boğaza paralel uzanmış sarayın beyaz karyolasında bir deha yatıyordu. İyileşir iyileşmez kırlara kaçmak, tabiata sığınmak isteyen bir deha; bu sefer bir başka düşman, siroz ile savaşıyordu. Hain, sinsi siroz…

 Vapurumuz ilerledikçe sular ve martılar da ilerliyor. Ama bu sefer tarihi geriliyor, Mustafa Kemal’in düşman donanmasını Yıldız Sarayından seyrederken “ geldikleri gibi giderler.” sözüyle bir kez daha hayat buluyordu.

 Büyük bir imparatorluk çökerken tüm zamanlar yaptırmadığı kadar gösterişli yaptırılmış ve çöküntünün saraylarla durdurulacağı sanılmıştı. İşte bu saraylar; Dolmabahçe, Çırağın, Yıldız, Beylerbeyi tüm ihtişamı ile o devri kurtaramayışının hüznü ve aynı zamanda bir başka yeniliğin sevinci içindeydiler. Sanki boğazın olmazsa olmazı olmuşlardı.

 Bol ağaçlı ve çam koruları ile hâla şehirlerin kargaşasına meydan okumaya çalışan Kanlıca son durağımız oldu. Barış Manço’nun sonsuza uzanan yorulmuşluğunu dinlendirdiği yerden baktık boğaza, Avrupa Kıtasına. Avrupa kıtasının satranç oyuncularını; İngiltere’yi, Fransa’yı, Almanya’yı seyrettik doya doya. Ve bir kez daha üzüldüm; hayata sadece tavla oyunu gözü ile bakışımızdan dolayı…

 Güven


7 yorum:

Ülker dedi ki...

Birbirini tanımasa da insanlar, aynı gökyüzüne bakıp, aynı havayı soludukça bir yerlerde hayatları kesişip, ortak duyguları paylaşabiliyorlar.
Barış Manço gibi çok özel bir insanı unutmadığınız ve duygularımıza tercüman olduğunuz için ayrıca teşekkürler.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Kesişen hayatların güzel duyguları adına teşekkürler ediyorum Ülker.

Selma Er dedi ki...

Sevgili Güven,biz de o vapurda idik.Eşim ve kızımla beraber Kadıköy'den bindik.Üst kat çok kalabalık olduğundan vapurun alt katında oturduk.Birkaç kere yukarıya çıkıp müziği dinledik,coşkuya ortak olduk.Her seferinde gözlerim sizi aradı.Eminim GÜVEN de bu vapurdadır dedim.Ama ne vapurda,ne de Kanlıca'da mezarı başındaki kalabalık arasında sizi göremedim.Keşke telefonunuzu bilseydim.Barış Manço'nun mekanı cennet olsun.Sizinle de en kısa zamanda bir yerlerde karşılaşmak,buluşmak,İstanbul'un güzelliklerini paylaşmak dileği ile..Sevgiler.

Deli Anne dedi ki...

Ne güzel ve ne de manidar bir gün olmuş gidenlere..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Selma Hanım aynı vapurda olmanın ve aynı insana sevgi duymamızın duyumsamasını hissetim; bileseniz. Sizin gözleriniz beni ararken;Bende sizler orada mısınız diye bakındım:))

----------------

Merhaba Deli Anne; bizim diyara hoş geldin:))

Adsız dedi ki...

Selam
yine bildiğimiz bir mekanı (boğazı)bize nasıl farklı bir bakış açısıyla anlatmışsın.Barış Manço gibi bir üstadı yad ettik yazınla.Ve nedense aklıma hep o dönemin sanatkarları geldi tek tek.Mütevazi duruşları,bir mesel anlatışları,topluma aydınlık yolları kavratışları.şimdi iki gün medyada adı geçenin cakasından yanına varılamıyor.Ayrıca kimse etliye sütlüye karışmamak için hep orta yollu şarkılar yapıyor.Biz de dön baştan Fikret Kızılok,Cem Karaca,Barış Manço dinliyoruz.İyi ki onlar gelmiş geçmiş bu topraklardan.O gün orada olamasak da sonsuz sevgiler Barış Manço ya ve sevenlerine.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Sanırım öyle bir zamandan ve zamansızlıkmtan geçiyoruz ki sanat ve sanatçıyı mumla arar hale geldik. Ne acı... Ne büyük bir yanılgı ; sanatın sanatçının uykulu uyuşuk halleri adına.

Teşekkür ederim Ruhgezgini...