19 Ocak 2011 Çarşamba

SAFLARI SIKLAŞTIRALIM,SAFRALARI ATALIM

Kamera; Yunus İğneada-Kırklareli
Safları Sıklaştırıp Safraları Atalım; ama nasıl?
Tabiat her canlıya, yani saf haline hep seslenir;
safraları atın,der!... Saf halimizi, değil de
kurnaz halimizi işe aldığımız için,saf
duruma düşmemek için; esas olan kurnazlığın
kurbanı oluruz...

SAFLARI SIKŞALTIRALIM, SAFRALARI ATALIM



 Şaşkınlığımızı, şaşırmışlığımızı anlatmak ve karşı tarafın kurnaz bakışlı bedenine anlatmak için bazen; “buyurun cenaze namazına” deriz. Durduk yerde safları sıklaştırmak kılınan cenaze namazını, namaz kılınmadan önce imamın orada bulunan cemaate bu sözü söylemesini hatırlatmış olabilir! Aslında bir başka şekilde ülkemin, ülke insanımın toplumsal ölümlerin cenaze namazını kılsak ve kılıyor olma düşüncesine kapılmak yanlış değildir.

 Bir gazeteci; ne Eski Mısır Rahipleri gibi, ne Antik Yunan ve Roma dönemi Kâinleri gibi gelecekten haber veremez. Onun en önemli gücü; beyni ile kaleme arasında gidip gelen bilgi-öğretiler akışından ortaya çıkan eserirleridir.

 Şimdi şu anda, toplumumuzda, cehenneme dönüşen cennet ülkemizde gazeteci ve asker olmak; ayrıca vatan sevgisi ile yanıp tutuşmak geçerli bir meslek, konum değil! Silivri de kurulan darağaçlarının insanları hemen öldürmeyişinin bir başka sebebi; sadece ölüm cezalarının kalkması değildir elbet. Hemen öldürmenin, süründürmek kadar, yaşarken öldürmek kadar zevk vermediği de gerçektir…

 Bugün ülkemizi yöneten insanların da içinde vatan-ulus sevgisi olduğu bir gerçektir. Ama bu sevgi nereden beslenip, nerelere borçlanarak devam ettiği bilinmez. Çünkü ülkemizi yönetenlerin en başta bulunanların çocukluk ve yetişme dönemleri nasıl şekillendi? Hangi derelerden, ırmaklardan beslendiler? Bu kadar birikmiş öfke, bu kadar kin-nefret; insanın, insanlığın içindeki sevgiyi, coşkuyu öldürmeye yetiyor…

 Bir bakıyorsun, müşfik birer baba, insan rolünde merhameti hissederek ağlıyorlar… Ve aynı zamanın bir başka sahnesinde Başbakan yardımcımız Bülent Arınç ; “bizler postal yalayanları gördük” diyerek sivil ile asker, politikacı ile postalın sevdasından inanılmaz bir hınç ile söz ediyor. Postal yalamak nasıl bir şey? Bazı askerlerin, ülke politikacıları gibi yoldan çıktığı zamanlar oldu. Bu alkışı, bu sempatiyi en demokratik olanların, en özgürlükçü olanların da alkışladığı zamanlarda olduğu ortadadır.

 Askeri kışlaya sokmak; ülke insanının siyasetçisi, halkı, sanatçısı, yazarları ve ülke sevdasına adanmış iyi eğitim almış askerleriyle doğal bir sürecin doğallığı içinde olur. Biz haddini bildirdik, biz postal yalamadık, biz hiçbir generale emekli olunca zırhlı koruma aracı olmadık, demekle olmaz… Daha fazla özgürlük ve demokrasi adı altında her gelen siyasetçi derin yıkımlar, acılar doğmasına göz yumarsa; bu ülkenin vicdanı, huzura kavuşur mu?

 Şimdi safları sıklaştırıp safraları atma zamanı. Nasıl olsa % 58 bugünün iktidarına yürü dedi. Alınan yol baş döndürücüdür. Ülke insanının istediği tek başına bir iktidar ve yapılacak kalkınma hamleleri ile kaybolan yılları geri almak! Asıl mesele buydu. Geçmişin rövanşı diye, kurumları oluşturan insanların yaptığı hataları; bugünün kurumlarını oluşturan insanlara yüklersek; heykeller ucubeye, bütün içki içenler de iblise dönüşür.

 12 Eylülün referandumunun % 58 i büyük bir kalabalık. İktidara anlamlı bir güç mesajı verdiği belli! Bellidir ki kalabalıklaşan büyük güç sıklaşan kalabalığı bulunan yere sığdırmak için sık sık uyarıyor; “safları sıklaştırıp safraları atalım” Elbette saflar sıklaşıp safralar atılsın. Gazeteciler, sanatçılar, ilim adamları, Cumhuriyetçiler, içki içenler, sanat sevdalıları, Galatasaraylılar, safra diye tek tek atılsın. Galatasaray’ın soylu yöneticisi öyle demiyor mu; “statta kırk tane kamera var. Yirmi de polis kamerası; başbakanı ıslıklayanlar tek tek tespit edilip bu stada alınmayacak.”


Bu böyle biline!

 Sürekli büyüyen ve safları sıklaştırıp safraları atan iktidarımızın ilk yılları; batıda Avrupa birliğine katılma telaşı içinde sürüyordu. İnanılmaz bir heyecan yaşadık. İktidarımız, neredeyse tüm Avrupa şehirlerini dolaşıp, Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesi mücadelesi verdi. En azından öyle göründü.

 Büyük İskender batıdan doğuya, insanlığı getirmek için yedi yılda yaklaşık yirmi bin kilometre yol alırken; üstelik at sırtında; bizim iktidarımızın ilk yılları; doğudan batıya, belki de iki yüz bin kilometre yol alışların destanını yazdı. Sonra! Batıda dolaşan iktidarımızın yönü doğuya; yani güneşin doğduğu, ölümlerin, savaşların, acıların bitmediği yerlere yöneldi. Sıfır sorun ilkesi, düşüncesi; komşular ile barışık yaşama inancı alkışlanacak bir olay…

 Ama sürekli büyüdüğünü düşünüp, ülkeye inanılmaz hizmetler verdiğini düşünüp de öfkeye kapılmanın sorgulaması yapılsa trajik bir durumla karşılaşırız. Öyle ya, bizi yöneten insanların hepsi vicdanlı, merhametli ve inançlı insanlar. Bilmiyorlar mı ki yapılan iyiliği bu dünyada anlatamasalar da asıl olan gelecek dünyadır! Kalıcı olan, yüce yaratıcının takdiri ile ulaşılacak cennet değil midir? Öyleyse, bu dünyada ki öfkeleri niye?

 Saflar sıklaştıkça safralar atılıyor. Nefretler, gözyaşlarından hemen önce, yapılıp yollara koyuluyorlar. Tıpkı Büyük İskender gibi, insanlığa insanlık getirmek için elliden fazla savaş, yıkım ve ölümler ile kurulmaya çalışılan bir medeniyet, Büyük İskender ölür ölmez, dörde bölünmüştür. Sonra; belki de kırk dörde bölünüp yok olmuştur.

 Safların gücünü görmüş başbakanımız, bu heyecanın büyük öfkesine kapılıp kendi kültür bakanını inanılmaz bir duruma düşürüyor. Heykel tartışması, gerçeklerin, sanatın, görselliğin tartışmasından çok öte; safların belirlenmesi, safraların atılmasına dönüşüyor. Kültür Bakanı; resmen, safra gibi atılıyor; yok sayılıyor ve varken yok ediliyor. Sanırım, yaşarken ölmek, ölmemişken yaşadığını hissetmek kültür bakanımıza sorulsa; onun derinlerdeki vicdanında sorgulansa ancak çıkar ortaya.

 Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç vicdanlı insandır. Bazı zaman kimsenin cesaret edemediği tespitleri yapar. Kültür Bakanımız içinde yapacağı en güzel tespiti yapıp; “ Allah kimseyi onun durumuna düşürmesin” diyerek, tarihe, yani geleceğe mükemmel bir ibretin kalıcılığını da kazımıştır.

En azından, değişimi, değişime uygun yerde bulmayı umanlar, mertebe ve gücü muhalefette sanmayıp iktidarda arayanların hazin sonunun nasıl olacağının da mükemmel resmidir; bu resim…

 Safları sıklaştırıp, safraları atalım; ilk önce gazetecileri, medyayı atalım. Sanatçıları, sanatseverleri ve içki içenleri atalım. Yavaş yavaş; dönüşümümüzü tamamlayıp, postal sahiplerinin, Cumhuriyetçilerin, Laikçilerin cenaze namazını kılalım…
 Güven

Hiç yorum yok: