13 Ocak 2011 Perşembe

RÜYALAR DA GERÇEK OLUR

Kamera; Güven Bozcaada -Çanakkale
Bozcaada tepesinden kale ve Geyikli salihleri
Tabiat ile başbaşa yaptığım 2-3 saatlik muhteşem yürüyüş
kaybolmuş patikaların keşfi,çalılar ile mücadele ve
en önemlisi gök ile yerin arasında kendini hissetme
ile tamamlandı.

RÜYALAR DA GERÇEK OLUR



 Rüyaların gerçek olması eski Türk Filmlerinde mümkündü. Bazen çok zengin kadın fakir erkeği, bazen de çok zengin erkek fakir kadını seviyor; hepimizin gönlüne su serpiyordu. Demek ki rüyalar da gerçek olabiliyor muş diye mutlu ayrılıyorduk Çarşamba gecelerinin toplu seyredilen Türk Filmli odalarından.

 Daha yazının başında şaşırttım sizi biliyorum. Hatta bana; şaşkın, şaşırmışsın sen; yazının büyülü yolculuğuna iyice kaptırmışsın kendini, deyişinizi de duyar gibiyim. Ama yazı işte böyle bir yolculuk! Size fotoğraf da çeker, resim de yapar, şiir de yazar, rüyaların da gerçek olduğunu ispatlar…

 Hissediyorum ki bu kadar toz-duman ve kargaşalı ağıtların yakıldığı diyarda çoğumuz rüya bile görmeyi bıraktı. Kiminin işyeri mücadelesi, kiminin iş, kısacası güzel bir şiir gibi yaşamak, harika bir resim gibi tuvale yayılmak varken; korkunun, şiddetin, talan ve dolanın diyarlarında yaşayan garip insanlara döndük. Artık gülümsemiyoruz bile… Eski zamanlarda, hani rüyaların, destanların, masalların çok olduğu zamanlarda ağıt yakıcılar, ölünün ardından ağlayan kadınlar varmış. Sanırım bu zamanda bir de bizim adımıza gülen insanlar bulmalı, böyle bir sektör oluşturmalıyız.

 Hâla asıl konuya gelmedim; canınız sıkılıyor; biliyorum! Dostlar, sizlere mizah içinde unuttuğunuz gülmeyi tekrar hatırlatacak bir filmin konusudur; rüyaların gerçek oluşu. Bir filmdir ama bizden, bizim özümüz, geleneğimiz, şivemiz, hamurumuzdan çıkmış bir film; Eyvah Eyvah 2 Türk sineması adına harika bir eser. Sadece sinema, film demek; bu esere büyük bir ayıp etmiş olmak demektir…

 Eyvah Eyvah 1’i izleyenler bu filmde iyice pekişecek ve ruhumuzda birleşecek ülke kültürünü tekrar var etmeye başladığımızın müjdesini verecektir. Altı hafta gibi çok kısa bir zamanda çekilip de bu kadar güzel bir başarı yakalanması; aslında inanmanın, sanatçılığın bir eseridir. Filmin çekildiği yöreyi; bu film, bu eser kadar önemsiyorum. Bu esere en büyük katkıyı da filmin çekildiği yörenin yüzyıllardır diğer uygarlıklara yaptığı katkının aynısını orada yaşayan güzel insanlara yapmış olmasıdır diyorum.

 Çanakkale’nin Geyikli Beldesinin taş evleri, dar taş sokakları zaten var olan sanatla sanatçının birleşmesinin harika bir eserini çıkarmış ortaya. Zaten film başlarken, uçuşa başlıyorsunuz. Gelibolu yarımadasının çam kokulu, savaş kokulu diyarından karşıya Çanakkale’ye geçiyor ve oradan da orman yollarını izleyerek Geyikliye geliyoruz. Havadan çekim ile başlamak ve o muhteşem doğayı filmin başlangıç görüntüleri yapmak da sanat dolu, akıl dolu bir çalışmanın ürünü…

 Bu filme sadece film, sadece gülmece, sadece izleme oranı, kazandırma çılgınlığı olarak bakarsanız; yine en büyük ayıbı etmiş olursunuz. Bu film, Türkiye gerçeğinin, Türkiye mozaiğinin ne kadar renkli, desenli ve güzel olduğunun da lokal anlatımıdır.

 Art niyeti olmadan seyredilecek Eyvah Eyvah 2, yıllar sonra da sinemacılık adına hatırlanacak ender eserlerden birisi olarak hep hatırlanacaktır. Hüseyin Badem’in saf duruşu, inancı, sevgisi; kendi kendine yetecek onurlu müzisyenliği; şehirlere yığılmış, birçok yapay kapağın altına gizlenmiş bizlere; muhteşem bir uyarıdır…

Ya Müjgan; sevmeyi, kariyerden, zenginlikten öte gören; saflığa, doğallığa kucak açan ay parçası Müjgana ne demeli? Rüyaların gerçek oluşa giden yoldaki güzel kadın Müjgandır…

Firuzan rolündeki Demet Akbağ, aynı Ata Demirer gibi bu filmin vazgeçilmezidir.

 Şimdi lafı daha fazla uzatıp, bu eserin büyüsünü kaçırmak gibi niyetim yok! Sevdiğinizi veya sevdiklerinizi yanınıza alıp bu eseri izlemeye gidin. İçeceğinizi, mısırınızı da unutmayın. Dünyanın bizden önce kaç milyar faniye ne yükler yüklediğini de hatırlayın. Aslında yükü yükleyen dünyanın eşsiz tabiatı değildir. Bizim algılarımız, bizim alıklığımızdır… Her şeyini sadece mala-mülke adamak gibi saflığa düşersek; ağzımızdaki dişi, yörelerimiz arasındaki harika sesleri, kokuları görmesek; bu dünyanın otçul hayvanları gibi ot otlar, ot toplarken avlanırız; hem de sayısı fazla olmayan avcılara…

Aklıma nereden geldi bilmiyorum ama şimdi bu yazıyı, bu güzel eserin çalışmasını Avustralya yerlileri olan Aborjin duası ile bitirmek istedim;

Seni ayakta tutmaya yetecek kadar
güzelliklerle dolu bir yaşam sürmeni dilerim.
Aydınlık bir bakış açısının olması kadar güneş diliyorum.
Güneşi daha çok sevmeye yetecek kadar yağmur diliyorum.
Ruhunu canlı tutmaya yetecek kadar mutluluk diliyorum.
Yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına
yetecek kadar acı diliyorum.
İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar kazanç diliyorum.
Sahip olduklarını takdir etmeye yetecek kadar kayıp diliyorum.

Son ”Elveda’yı” atlatmaya yedecek kadar “Merhaba” diliyorum.

Güven

Hiç yorum yok: