18 Ocak 2011 Salı

ANMA ARKADAŞ

Kamera; Güven Eski Liman-Tekirdağ
İnsan; yani Ademoğlu ile Havakızı;
özgürlüğe her yerden ulaşır; eğer isterse...
Ama, tüm dünyaya açılan bir limandan
ve o limandan kalkacak hayali bir yelkenliden
çok daha fazla ulaşır özgürlüğe;
rüzgarın esip, bedeni üşütüğü ve
hatta zorladığı zamanlarda...

ANMA ARKADAŞ



 Tekirdağ şehrimin insanı met cezir gibidir. Yazın yükselir, ortaya çıkar, kışın ise alçalır, evlere kapalı alanlara çekilir. Bir türlü anlam verip, anlamlı bir açıklama bulamam bu dengesiz met ve cezir olayına.

 Aydınlık gün içinde sokak ve caddeleri dolduran insanlar gün karanlığı kendini gösterir göstermez inanılmaz bir koşuşturmaca ile evlerine çekiliyorlar. Gecenin kendi gösterisi, kokusu el değmemişçesine birkaç haylaz, birkaç sarhoş ve birkaç da şehir sevdalısına kalıyor.

 Yine tanıdık bir akşam telaşı ve yine evlerine koşuşturan insanlar. Bütün akıllı insanlar akşam telaşında ve donuk yüzlerle hızla gelip geçiyorlar birbirilerinin yanından. Sanki büyük çoğunluğumuz programlanmış robotlar ordusuna aidiz. Ama bu ciddiyeti, bu donukluğu bozma cesareti gösteren bir hatta iki kişi var. Sanırım ikisi de kardeş olmalılar. Şehrimizin delili dediğimiz insanları birer birer yok olurlarken bu iki kardeş tüm boşluğu dolduracağa benziyor.

 Bunca koşuşturmaca bunca insanın olduğu bu yerde en ufak bir heyecan yok; sanki şehir hastalanmış ve insanlar hasta olmamak için birbirinden uzaklaşıyorlar. Köyün Delisi diyebileceğimiz, ama kimseye zararı olmayan iki erkek kardeş birbirlerinden yirmi metre aralıkla caddenin kenarındaki kaldırımda yürüyorlar. Önde yürüyenin elinde bulunan kasetçaların sesi, sonuna kadar açılmış. Kasetçalardan yükselen müziğin nağmeleri;

Bir sevgili uğuruna sende benim gibi yanma arkadaş. O yaşlı gözlerine, o yalan sözlerine kanma arkadaş. Giden gelir mi sandın, aldandın boşa yandın, bırakıp gitti seni niçin ismini andın; ANMA ARKADAŞ”

 İlk görüşte köyün delisi sanacağınız bu genç adam, yıllardır, ben onu bildim bileli kasetçalarla dolaşır. Ve o kasetçalar hep sonuna kadar açıktır. Öyle bir mutlu, öyle bir huzurlu ki, kasetçalar sonuna kadar bağırmasına rağmen kulağına dayamış, öyle dinliyor. Ve müziğin yüksek sesini duyan esnaf ister istemez kapılardan, camlardan bakıyorlar. O köyün delisi gördüğümüz çocuk, bakan her esnafa o da durup bakıyor ve gülümsemesi ile sanki mutluluk aşılıyordu.

 Akşam koşturmacısının bildik telaşı içinde kasetçalarlı mutlu çocuğu geçmek üzereydim ki haniden fren yapmış bir araç gibi durdum. Bu mutlu çocuğun, bu köyün delisinin peşine takılıp, dağıttığı mutluluk aşısından bende almak istedim. O ilerledikçe ilerliyorum, o durdukça bende duruyorum. Güya o deli, bizler, sokakta yürüyen bakımlı, derli toplu insanlar; AKILLIYDIK…

 Nedense tüm akıllılar hüzünlü bir ciddiyet içindeydi. Kimisi iş yorgunu, kimisi çocuğunu okuldan alma telaşı içinde, kimisi bir an önce eve gidip akşam yemeğini hazırlama derdinde… Bir kasetçaların elinde taşıyıp sonuna kadar çaldıran; neredeyse geçtiği yerdeki tüm insanlara “ Anma Arkadaş” şarkısını dinleten çocuk mutlu ve gülüyordu. İçten bir gülüş. Ne siyasi, ne bir ticari kaygısı vardı; köyün delisi diyebileceğimiz bu çocuğun.

 Yakın zamanda Aziz Nesin’in yazdığı oyun “Deliler Boşandı” şehrimizde sahnelenmiş, sahnedeki deliler de bizlerle bir güzel dalgasını geçmişti. İşte, caddedeki kasetçaları sonuna kadar bağırtan çocuk da kendince dalgasını geçiyor. Ne gece, ne soğuk, ne parasızlık, ne işsizlik, ne de siyasi kavgalar etkili oluyordu kasetçaların sevdalısı çocuğu için!

 Akıllı olmanın met ve cezir duyguları tüm insanlığı esir almışçasına inim inim inletiyor. Televizyonun karşısına geçince iç açıcı bir haber görmek için neredeyse yalvaracağım. Gazeteyi açınca; böl ve çarp, topla ve çıkar aritmetiğinin kurbanı olmuş bir sürü insan; sadece kendini tekrarlıyor…

 Ne büyük bir kayıp; mutlu olmak için sadece deliliğe yelken açmanın gerekli olduğuna inanmaya zorlanmak… Hangi akıllı yeterince mutlu olup, mutluluk zenginliğini açıklama cesaretini göstere bilir? Sorarım hangi akıllı? Akıllıların omuzlarındaki akıllılığın gerekli yükleri o kadar çok ki; nasıl taşıyacaklar? Hâlbuki kasetçalar çocuğun tek sermayesi elinde bulunan kasetçaları! Bir kot pantolon ve bir kabanından başka hiçbir şeyi yok.

 Ecdadımız bizim deli dediğimiz bu insanlara hasta gözüyle bakıyordu. Daha 15.yüzyılda Edirne şehrinde II. Beyazıt Külliyesi bu insanlara şifa vermek amaçlı kurulmuş. Su ile müzik ile meşguliyet ile… Acaba kasetçalar çocuğa böyle bir teklifi yapsak kabul eder mi? Seni iyileştirmek, daha akıllı olman için hastaneye, şifa bulmaya getirelim desek; bize ne cevap verir acaba?

 Köyün Delisi olmanın harika keyfini müzik çaların sesini sonuna kadar açıp şehri baştanbaşa dolaşan çocuk; bizim teklifimize ; “neden daha akıllı olayım ki?” diye cevap verecektir. Biz de olur mu, akıllı olmak, bilgilenmek, görgülenmek, daha mutlu ve huzurlu olmaktır, desek! O da bize; “ sizin gibi mutsuz ve soğuk mu olayım? Ben zaten mutlu ve huzur doluyum. Benim hüzünlendiğimi gördünüz mü hiç? Arkadaş! “ der ve yoluna giderdi…

 İçimizdeki met cezirleri; korkularla, bencilliklerle, gecenin karanlığını daha da karatmakla besliyoruz. Ve bu besleyiş, biz akılları delilerin bile karşısında acınacak bir duruma getiriyor. Halbuki met ve cezirler belli ritimlerle, düzenli aralıklarla ve başka doğallıklarla beslense; başdöndürücü huzura ulaşır mıyız acaba?

 O kasetçaların sınırsız mutluluğun yaşayan çocuk yanımdan geçerken bana da güldü. Ve ben onun güldüğü gibi gülemedim. Met cezir duygularımı onun gibi içten, biraz delice yaşayamamanın sanıcısı ile karın ağrılarımı da yanıma alıp, her akşam tekrarladığım akıllıların gittiği yoldan ilerledim; aydınlığın karanlığında kayboldum…
GÜven

Hiç yorum yok: