13 Aralık 2010 Pazartesi

SOYLU İNANÇLARIMIZ

Kamera; Güven      İstanbul
Yaşıyorsan bedenine selam olsun Mariya.
Eğer ölümlü dünyanın ölümcül sırası sana geldiyse;
ruhuna sesleniyorum Mariya.
Evini açtın bana; buyur ettin içeriye. Sen Rum
geleneklerine, Hıristiyan inancına göre yaşamıştın,
bense Türk ve Müslaman inancına göre. Ama
insan olarak sarıldık birbirimize Mariya;insan olarak
sarıldık ve gördük ki ne Müslümanın kokusunda
ne Hıristiyanın kokusunda bir üstünlük vardı Mariya.

Kamera; Güven Rumeli Hisarı- İstanbul
Çok güzel ve özel bir sanat eseri. Artık,
barut ve kan kokuları yok burada. Abidin ile
Güzin'in şiir kokuları var buçrların üstünden
bakarken boğaziçine
SOYLU İNANÇLARIMIZ



 Bizim kültürümüzde bir söz vardır; “ başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemiştir.” diye. Çok yakın zaman önce Bodrum Torba Mezarlığında yaşanan olay da insan olarak acı duyarken; insanlığın kör inançlar yüzünden nereden nereye geldiğini de görmüş oldum. Aslında bu olay buzdağının sadece en küçük tarafı!

 Bodrum Torbalı Mezarlığında inançlar savaşı yaşanıyor. Kanadalı emekli diplomat Himmelbach emekliliğini geçirdiği bu bölgeyi çok sevmiş. Ve öldüğünde de buraya gömülmeyi vasiyet etmiş. Ölmeden önce mezar yeri de satın almış. Gün gelmiş vade dulmuş. Emekli diplomat ölmüş. Konu-komşu toplanıp Bodrum Torba Mezarlığına gömmüşler.

 Kanadalı Himmelbach sevdiği yerde huzur içinde uyurken, yakınındaki mezar komşusunun akrabaları Müslüman Türk bir aile bu durumdan rahatsız olmuş. Ve Müslüman akrabasının yanında Hıristiyan birine ait mezarın bulunmasını istememiş. Bu mevta buradan kaldırılsın, demiş. Öyle ya, ölmüş akrabasına dua ederken Hıristiyan bir insanın mezarı yakınında olmaktan dolayı acı duymuş. Buraya kadar çok güzel…

 Kanadalı diplomatın mezarından rahatsız olan, mevtanın kaldırılması için şikâyette bulunan adam, televizyona da çıktı. Baktığınıza kılık-kıyafet ve konuşma tam batılı bir insan. Belki de öyle, uygar bir insan gibi yaşıyordur. Hani uygarlığın verdiği tüm imkânlardan yararlanıyordur. Hıristiyanların, Yahudilerin bulduğu aşıları kullanıyordur; biraz daha fazla yaşamak adına. Belki onların yaptıkları araçlara binip, onların ülkesine de sıkça ziyaret ediyordur. Ama iş mezar konusuna, mezar komşuluğuna gelince;

BU BENİM İNANCIMA TERS…


 Gençlik yıllarında okuduğum bir makale geldi aklıma. Hangi gazetede okudum, hangi yazarındı tam bilmiyorum ama çok ilginç bir yazıydı. Benim üzerimde etkisi o kadar fazla olmuş ki, neredeyse 25–30 yıl geçtiği halde o yazıyı unutmamışım.

 Mehmet Efendi yorgun-argın evine gelmiş. Sıcak bir gün içinde bedeni hararet yapmış. Hanımına seslenmiş; “Hanım çok susadım soğuk bir şeyler ver de içeyim.” demiş. Hanımı o telaşla buzdolabını açıp orada bulunan soğuk koladan bir bardak doldurup beyefendiye vermiş.

 Beyefendi, yani Mehmet Efendi kolayı görür görmez elinin tersi ile vurup yere devirmiş. Ve hanımına sert bir sesle seslenmiş; “ Hanım, hanım; sen ne yapıyorsun yahu? Bana gavur malı mı içireceksin?” diye bir güzel hanımını azarlamış. Hanımı iki büklüm olmuş.

 Bu olayın yaşandığı evdeki durumu yine yazarın kaleminden şöyle hatırlıyorum. Karısına verdiği kola için demediğini bırakmayan Mehmet Efendinin kolundaki saat İsveç malıymış. Buzdolapları Alman malı, arabası ise Fransız malıymış… Kim bilir daha kullandığı kaç eşya, kendi dininden, inancından olmayanlar tarafından icat edildi. Bütün bunları zevkle, şevkle kullanan Mehmet Efendi kola verilince ne büyük bir öfke yaşıyor.

 Dostlarım, cehaletin, yanlış anlayarak kör inançların en gelişmiş, en akıllı insana bile nasıl bir yaman çelişki yaşattığını görüyor musunuz? Bu cehaletin korkunç bir çelişkisidir.

 Bodrum Torba Mezarlığında yaşanan olay bu olaydan çok daha elem vericidir. Şikâyet adamın dilekçesi dikkate alınıp akrabasının yanına gömülü Kanadalı diplomatın naaş’ı o mezardan çıkarılıp mezarlığın en ıssız yerine gömülmüş.

 İşin ilginç yanı da orada yaşayan diğer Türklerin acılı tepkileri kaybolup gitmiş. Şikâyetçi adamdan başka çoğunluk gömülen Kanadalı diplomatın çok iyi bir insan, iyi bir komşu olduğunun söylüyorlar.

 Bir Türk kadını incinmiş olarak ses veriyor; “ Hepimizin tanıdığı saygı duyduğu bir insandı. O buraları sevmiş, burada yaşadı. Ve burada gömülmeyi vasiyet etti. Bizde onun vasiyetini yerine getirip mezarlığımıza gömdük.”

 Bu yaman çelişki; inançlar üzerinden her ülkede yapılıyor. Sadece bizim ülkemizin ayıbı değildir. Ama lafa gelince insanlığı, soyluluğu, merhameti en önde işleyen ve konuşan bizlerin böyle olaylar karşısında iyi bir sınama verdiğimizi görüyorum.

 Uygar olmak; ne en pahalı giysilerle, ne, en lüks arabalarla, villalarla oluyor. Okumuş olmak da, Ege ve Akdeniz bölgesinde gelişmiş bir yerde yaşamakla da olmuyor… Garip, çelişkili ve kişiliği olmayan bir durum…

 Şimdi şunu düşündüm! Bodrum Torba Mezarlığında iki insanın yan yana gömülmesine karşı çıkan şahıs; iki insanın farklı dinlere ait olmasından dolayı karşı çıkıyor. Peki, onların gömüldüğü toprak; bir çocuktan daha masum ölü bedenlere karşı çıkışı var mı? Bu güzel, verimli toprak acaba; bu sefil inançların yanlış yorumlaması gibi insan seçseydi; kim bilir kaç kışı toprak altından yüzeye fırlar; bizleri hortlak görmüşçesine dünyamızdan ederdi…

 Düşünmeden edemiyorum; Gelibolu Savaşında yaşanan olaylar, silahlı mücadele o kadar, iç içe olmuş ki, yan yana gömülü, birbiri ile kaynaşmış bedenler var. Yani bizim Mehmet ile Himmelbach koyun koyuna yatıyorlar. Tabiatın böyle bir şikâyeti var mı?

 Tabiatı yaratan yüce yaratıcı; insanlara onların zavallı anlayışları gibi taraflı yaklaşsaydı bu dünyanın ne rengi ne de kokusu olurdu. Yüce yaratıcının tabiatı da taraf tutsaydı cehalet gibi; o zaman birçok insan yaşama şansını bulamayacağı gibi, yaşayıp da ölenlerin toprağa gömülme şansı olmazdı.

 Cehaletin soylu inançlarına sarılmış olan kurnaz insanlara seslenmek isterim; Bu dünyayı yaratan dengelerin en büyük dengeleyicisi, insan denen garip yaratığın bir türlü dengelemeyen inançlarına; can vermiş, akıl vermiş, toprak, su, hava vermiş. Yaratanın sonsuz gücünü, muhteşem zenginliğini yanlış anlayan bizler; binmiş olduğumuz tek uzay aracının dünyamız olduğunu anlamaması çok büyük bir kayıptır diye düşünüyorum.

 Sonsuza uzanan zenginliklerin daha “ay” kısmına bile zor ulaşmış bizlerin, mezar yerlerini bile sınarlarla bölüp-bölüştürmesi, ülkeler, dinler, söylemler, inançlar ile süslemeleri; daha ne kadar çaresiz ve yalnız olduğumuzun garip vaziyetleridir.
Güven

























6 yorum:

Adsız dedi ki...

Merhaba Güven..Bu olanlardan utanç duydum..Bu olanlardan yetkililer de sorumludur.. Mezarlıklar müdürlüğü
Müftülüğe baş vurabilir aileyi çok güzel ikna edebilirdi..Çok zamandır komşu olan diplomat sağlığında zarar vermedi de ölünce mi zarar verecekti?..Çok üzüldüm ve utandım bunu medyaya yansıtmadan
her iki tarafıda incitmeden ortasını bulabilirlerdi..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Ege. Aynen; oturuşmuş bakışların bedenleri olsalardı bu birliktelikten dolayı onur duyarlardı. İnsanlığın,insan olmanın birlikteliğinden...

Kendi ülkemi,kendi vatanımı anamı sevdiğim gibi sevdim. Hiçbir zaman ölümcül batı hayranlığım da olmadı. Ama, güzel soylu aklın öğretileri sayesinde gördüm ki; icaatlarda,sanatta, felsefede, mimaride oralara harika bir muhtaçlık içindeyiz.

Nefret ederken bile batı aşkı yaşıyoruz.

Bütün garip çelişkiler dururken, kendi özümüzün batı standartına yükseltip işte buda bizim dünyaya sunacağımız bir icaat, bir yaşam bicimi,mimari, sanat, felsefe demeden; zavallı tepkileri sadece bu benim inancımdır diyerek yoksul bir asalet göstermelerini anlayamadım, anlayamayacağım...

bilge dedi ki...

Bu kadarı da olamaz dedim insan insandır..yaradan birdir o aile o insanın mezarının yerini değiştirmekle inançlarının gereklerinimi yerini getirdiğinimi sanıyorlar o insanı aynı yaradan yaratmadımı? gerçekten hüzün verci ,şaşkınlık verci ve utanç verici bir durum ...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Günaydın Bilge. Bu soylu insanların bilmişliği,inanmışlığı doğrusu dudak uçuklatıyor. Hep merak etmişimdir "erdem-onur-dikduruş" nasıl bir şeydir diye!...

Tabiata gömdükleri bedenleri,siyah-beyaz-yeşil,doğulu, batılı,kuzeyli,musevi,hıristiyan,yahudi, budist diye ayırmaları güzel de; tabiat hangi ölü bedenleri benden değilsin diye reddetmiştir?

Soylu tabiat, en pis bedenleri, en kör inançları, en sahtekar müminleri bile kabul etmemiş midir?

Adsız dedi ki...

Ben de olayı duyunca çok acıdım onun yattığı topraktan tekrar rahatsız edilerek başka bir yere gömülmesine neden olan kişiye.Bir insan sadece inanışı gereği hem de gömüldüğü yerden çıkartılıyor.Ona bu zulmü yapana Allah akıl fikir versin.Demek ki bu dünyaya gelmiş ama hiç bir şey öğrenenememiş insanlık adına.Bu bastığımız topraklar bize ait değil bunu anlayamamış.Bu bedenler emanet hiç kavrayamamış.Ölmüş bir insanın son kararına saygı duyacak kadar kültür ve eğitim nasip etsin Allah bu topraklarda yaşıyan ham ademgillere.Neyseki bir sürü kadir şinas vatandaşımız da var.O topraklar müslüman mezarı olmadan yüzyıllar önce belki bir sürü hristiyan gömülmüştü.Ve biz müslümanlar şimdi onların yattığı toprakların üstüne gömülüyoruz.Bir avuç toprağı bile paylaşamayanlara yazıklar olsun.Daha başka söyleyecek söz yok malesef.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Ruhgezgini. Çok haklısın; bu topraklar kim bili kaç medeniyete ev sahipliği yaptı. Kimbilir kaç ruhun bedeni yatar toprağın soylu bağrında...

Mustafa Kamal hariç,kimse bu halka siz çıplaksınız, siz özünüzden çok öte özenmeye, korkmaya, sinmeye, benzemeye alışmışsınız demedi. Şimdi,kendini kral sanan zavallı canlılar birşey oldum, birşeylerin uğruna lanetli düşüncelerini adam, sansınlar diye ortaya sürüyor.

Yuh olun; bin değil milyon kere; yuh olsun...