10 Aralık 2010 Cuma

EDEP ve AHLAK ÜZERİNE

Kamera; Güven    Pamukkale
Bu insanlar bu diyara öğrenmeye ve eğlenmeye
gelmişler. Şimdi sadece eğlence zamanı.Ruhlarının
huzuru bedenlerinde,bedenlerinin çıplaklığı,
ruhlarını anlatıyordu.
Kıstırılmış ruhun neden üretemediğini anlamak
ve anlamlandırmak adına düşündüm...

Pamukkale. Hıerapolis Tiyatrosu
Dünya Kültür Mirası
Nasıl mutlu olmam ki arkama aldığım binlerce
sanatsever; alkışlıyor şimdi.
Dünyanın nasıl barış içinde yaşadığını, satranç
oyununun sadece beyin sporo olarak değrlendirdiğini
alkışlıyor.
Bir başbakanın yıllar sonraya gidip, ezanın bir
ceza gibi nasıl Türçe okutulmuş olduğununun
öfkeli sesini alkışlıyor...
Bir ulusun ulus olmak adına dilinin ne kadar önemli
olduğunun nasıl önemsizliştirildiğini alkışloyorlar...

EDEP ve AHLAK ÜZERİNE



 “Her ikisi de haklıydı, çünkü daha adil bir yasa yok ölüm tertipçilerini kendi tertipleriyle öldürten. Yalancıları yalancıların aldatması haktır mademki, bırak kadın da kendi açtığı yaranın sızısını hissetsin. Gözyaşları da işe yarar; demiri bile eritirsin gözyaşlarıyla; becerebilirsen, göster kıza ağlamaktan sırılsıklam olan yanaklarını.

 Ama gözyaşı olmazsa o sıra, o zaman ellerin ile gözlerini nemlendir. Aşığın akıllısı katmaz olur mu hiç tatlı sözlerine öpücüklerine? Karşılık vermese bile sen vermiş gibi al, çekinme. Belki başta direnecek, “seni edepsiz” diyecek; ama direnerek yenilmek isteyecek. Sadece narin dudaklarını incitme, zorla öpücük koparacağım diye, kaba birisi olduğunu söylemesine fırsat verme, dikkat et.”

 İki bin yıl öteden Ovıdıus böyle sesleniyor. Kelimelerin, narin, nazik ve akıl doluluğuna dikkat çekmek isterim. Aşkın, romantizmin, trajedilerin en görkemli yaşandığı zamanlarda da böyle aşkların, felsefelerin, seslenişlerin olacağını anlatıyor; geçmişten, bugüne; bugünden, geleceğe…

 Nasihatin iyisi, iyiliğe, güzelliğe, sevgiye, huzura getirir insanı. Nasihatin kötüsü, kötülüğe, körlüğe, kedere getirir; saygıdeğer edepsiz insanı…

 Liman çay bahçesinde oturuyorum. Sağ tarafımda oturan ve neredeyse hiç durmadan sigara içen genç adam; “içim yanıyor ağabey içim!” diyor. Neden, diyorum; bir sevgili, bir kadın aşkının karşılıksız sevmişliğini anlatıyor bana. Erkek, karşılıksız sevmiş ince ruhlu kadını. Kadın zarif ve alımlı ama sevmişliğe kibar değil. Sevmişliğe küçük basamaklar hazırlamak yerine kaleden duvarlar örmüş. Karşılığı olmayan sevginin aşığı olmuş genç adam. Ve o gün, bugün; hep yanıyor…

 Genç adam; “ondan ret cevabı alınca her şey bitti benim için. Yıllar geçti ama hâla içim yanıyor. Karşılığı olmayan bir sevgiydi benimkisi. Ben onu sevdim, o beni bilmeden. Bir gün ona sevgimi söylediğimde ret cevabı aldım. Ve o gün bugündür; yıllar oldu tepetaklak yaşıyorum ağabey”

 Genç adamın karşılığı olmadan akan temiz, berrak deresine bir bakar mısınız? Bu sevginin saflığı, bu sevginin karşılıksızlığı eleştirilir mi hiç? Bu sevgi, karşılıksızlığın, sevgisizliğin üzerine kurulmuş bir sevgi kulübesi değil midir? Bu sevgiye ahlak dersi verilip, bu sevgiye bilgiçlik yapılabilinir mi?

 Temiz ve berrak bir dereyi şırıltılar içinde akarken kim mutlu olmaz? Kim, o derinin gittiği, geçtiği yerleri merak edip, kendi düşlerini canlandırmaz? Bir dere değil midir ırmağı büyüten? Bir dere değil midir, kendi kendini kuraksızlığa rağmen var eden?

 Genç adam; “ sevdim, içim yanarak sevdim” diyor. İçi yanan, karın hücreleri ağrıyan temiz kalpli, bir çocuk saflığındaki yüzü olan bu adam; belli ki sevmiş. İnanarak, isteyerek, özümseyerek sevmiş; bellidir. Ama belli olan bir şey daha var ki bu genç adamın Ovıdıus’un genç adamlara, genç kadınlara armağanı olan yazılarından haberi yok. Shekesperare’den de, Nietzsche’den de, Fakir Baykurt’tan, Orhan Kemal’den de haberi yok; belli…

 Bir kızı sevmiş hiç haberi olmadan kızın! Kıza en hakikisinden sevgi beslemiş ve bir kıza adanmışlığın en hakiki reddedilişi karşısında tüm kızlara kapamış temiz kalbinin duyacağı heyecanları… Bu içi kapanmışlığı, bu karşılığı olmayan sevgiyi belki de tabiatın en temiz duygusu adına, saf ve berrak bir derenin temiz suları adına yapıyordur; kim bilir? Belki de iyi ahlak ile edepsizliğe, kaybedenin tarafında olsan bile soylu acıların da olabileceğini anlatıyordur…

 Sol tarafında oturan adam, güngörmüş, başından çok şey geçirmiş. Neşeyi de biliyor, hüznü de. Realizmi de tanımış, romantizmi de. Ama o da kadınlar adına dertli. O da kadın ve erkeğe seslenen iki bin yıl öncesinin kıymetli bilgilerine, bilginlerine, şairlerine yabancı. O da Ovıdıus gibi bir öğreticiyi tanımadan, kızgınlık üzerine, küskünlük üzerine, ders verme üzerine kendi yasalarını oluşturuyor. Denenmiş, geçmişten bugüne milyonlarca kadın ve erkeğin kısır bir düzlem içinde sahip çıktığı yasalar; yine bu yasalar üstü düşünmüş, düş kurmuş ve bunları yaşamış şairler, filozoflar yardımı ile aşılır… Kendi yasanı, öğretilerin beslenmesi ile geçmişten, bugüne, bugünden geleceğe armağan edersen; o sevginin ne kaybeden, ne kazanan tarafında olursun…

 Erdemlerini çoğaltmış, sürekli taze kalmasını sağlamış bir insanın kazanma ve kaybetme derdi yoktur. Yaşamını ahlaksalların yapay erdemleri, korkutucu günahları üzerine kurmaz; tam tersi, ahlak ve edep üzerine geçmiş ile bugünün çelişkilerini değil, ortaklığını yüceltir.

 Sol tarafımda oturan erkek; kadınlar adına “ihaneti” sorguluyor. Neden, bir kadın erkeğine neden ihanet eder, diyor? Ve “ihanet” anlayışı sadece erkek ile kadın arasında sıkışıp kalıyor? Özgürlüğün tadını binlerce yıldır çıkaran erkek, korkuttuğu, bir köşeye sıkıştırdığı kadının ihanetini, kasıklarında sanıyor…

 Kütüphaneler bilgi hazineleri ile dolu. Geçmişin yağmalarına, talanlarına, kütüphane yakmalarından kalanlara bile ayıracağımız küçük zamanlar, ihanetimize de, kadınlarımızı da, sevgilerimizi, aşklarımızı da yeniden kazandıracaktır bizlere. Ve bu değerli insan, ihanet diye, öfke-kin, nefret diye takılıp kalmayacaktır insana sunulan bu güzel ömrün bedeli diye…

Güven



4 yorum:

Adsız dedi ki...

Sevgili Güven
yine çok güzel yerleri gezip anlatmışsın.Hem ayağına hem eline sağlık.Şu para sevdası nasıl bir muammadır bilemem.Dünyayı kazansa gözü doymayacak adamklar vardır.Benim sözüm sermayesiyle istihdam yaratmış kazandığını yine memleketine harcamışlara değil.Bir de kazanıp istifleyen bir kuruş yemeğe eli titreyen cinsi var.Mal üstüne mal yapar gözü görmez sanki dünya malını sırtlayıp götüren var.Dün Müjdat Gezen'i dinledim okulunu belli kurallarla idare edecek şekilde öğrencilerine bağışlamış.Özdemir Sabancı ölünce demişki en zengin ne götürdü ki ben götüreyim.İşte bin evimiz olsa birinde yaşayacağız bir tas çorbayla doyacağız.Elbette ele güne muhtaç olmadan yaşamalı ama yaşamı da ıskalamamalı.Çok paraya ihtiyaç yok aslında güzel günler yaşamak için yeterince çalışmalı doya doya yaşamalı.Selamlarım ve Saygılarımla.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Ruhgezgini. İnsanlığı araken kendi insanlığını kaybetmiş nice filozof geldi geçti bu gezegenden. Dünya insanının bir kısmı başka insanlığı,madenleri uzayda ararken, uzayda yolculuk yapan bizim muhteşem aracımızı ve yolcularını farketmeyişimiz; ne büyük bir acı...

Koşuşturmaca,tüketim,medern insanlığa giden yollardaki yepyeni dinlerin kul ve hükümdarların da yaradılışı;yaradılmışlığın en zeki insanı adına; ne büyük bir kayıp...

İnsanı insan yapan ve yapacak olan içindeki sestir diye düşünüyorum. Korkunç seslerden arınmışlığı başarır kendi güzel onurlu sesimizi duyar ve hayatın bize ayrılmış geri kalan kısmını çok daha iyi anlaya biliriz diye söylerim. İhtyiçlar sınırlandıkça, beklentiler azalıp, evrenin bir parçası olduğumuz hatırlanıp doğa ile saygı üzerine anlaşmalar çoğaldıkça,içimizdeki ses çok daha güçlü bağıracaktır; kendi varoluşu adına...

Saygılarımla

bilge dedi ki...

Sevgili GÜven insan olmak insani değerleri taşımak çok zor olmasa gerek dediğin gibi içimizdeki güzel seslere kulak verelim..
Bir anne olarak çocuklarıma her zaman bunu söylerim..dünyanın en tanınmış, en zengini olabilirsiniz ama önce insan olun derim ..
güzel anlamlı yazın için seni kutlarım..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Bilge duyarlılığına teşekkürü borç biliyorum. Sevgiyle...