30 Ekim 2010 Cumartesi

BİRİSİ DAHA VAR

Kamera; Güven İda 'Kaz' Dağları

 Tabiatın gerçek döngüsünü anladıkça
kendimizi de yetersizliğimizi de, ölümlü
bedenlerde ölümsüzlüğümüzü de anlamlandıra
bileceğiz diye düşünürüm.

BİRİSİ DAHA VAR



 Sarı saçları beyaza dönüşmüş, bilgi ile felsefeyi yoğurmuş kadın; “ Ateş Rus kültüründe sudan daha temizdir, mutlak arınmayı ve kurtuluşu simgeler.” diyor. Ateş, insanlığı bugüne getiren, insanlıktan daha eski, belki de dünyanın oluşumu ile var olan bir madde. Bazen korkular, bazen en ihtiyaçlar için kullanırız ateşi.

 Ateş, en güvenilir dost olmuşken, en güvenilmez düşmandır da aynı zamanda! İda Dağlarının yüksek bir tepesi olan Sarı Kız tepesinden bir başka kadın sesleniyor; “ Birisi daha var” diyor. Kim o birisi? Niçin var? Dediğimde büyük sessizlik; zamanın olmadığı “hacimsiz”  olduğu içsizliğe yaslanıyorum. Sanki sessizlik büyük patlamaya gebe gibi! Bir ressam dünyevi boyutların çok ötesinde bir resim çiziyor. Çılgın bir besteci duymadığımız tınıların bestesini yapmış; dev orkestrası ile milyonlarca seyirciye sesleniyor.

 Sanat aşkını muazzam bir gösteriye çevirmiş kadın ve adam rumba yapıyorlardı. Kadın çalan müziği durdurup adama seslendi; “ Öyle isteksiz sarılmayacaksın. Rumba, insanın dikey durup yatay hareket etmesidir. Kadın resim, erkek çerçeve gibi sarılmalı.” dansçı kadın bu uyarıları yaptıktan sonra ateşin bir başka gösterimi, ateşli bir dans; kadın ile erkeğin zarif bedenlerinde erotizme dönüşüyordu. Erkek, almış olduğu uyarıyı büyük bir sanat ateşine çevirmiş, kadına bir çerçeve gibi sarıldıkça kadın inanılmaz bir çeviklikle mesafeyi koruyordu. Anlaşılan bu dans, ateş ile barutun bir arada durup da patlama yapmadan sunulan en güzel sanat gösterimi…

 Orta yaş sınırını biraz geçmiş olan beyaz saçlı, bilge bakışlı kadın yine konuştu; “ Ateş Rus kültüründe sudan daha temizdir, mutlak arınmayı ve kurtuluşu simgeler.” Beyaz saçlı kadın susunca İda Dağlarında duran, saçları rüzgârın yardımıyla dalgalanan beyaz elbisesinin eteği uçuşan kadın da konuştu; “ Rus şair Vladimir Mayakovski intihar ederek ölen şair arkadaşı Sergey Yesenin için yazdığı şiir: Eğlenceye ayrılacak yeri yok gezegenimin/ Yarınlardan, koparıp almalıdır mutluluğu insan! Şu yaşamda en kolay olan şey ölmek/Asıl olan güç olan yepyeni bir yaşama başlamak!” dedi.

 Vladimir Mayakovski dostu Yesenin’in ölmesinden elbette etkilenmiş, bu etki onun felsefesini mısralara “ asıl olan, güç olan yepyeni bir yaşama başlamak” felsefesi ile yansımıştır. Fakat yaşamı bu kadar anlamlı ve aynı zamanda zorlu bulan Mayakovski de arkadaşı Yesenin gibi intihar ederek sonlamıştır hayatını…

 Aynı kadın, aynı ses, aynı tepeden seslendi; “ Birisi daha var! Ölenleri, terk edenleri, kaybedenleri, ümitsizliğe düşenleri görüp, her şeyin bittiğini sanmayın. Unutmayın; ‘birisi daha var!” dedi ve sustu.

 Saçlarında siyah bir teli hiç kalmamış kadın yine aynı bilgelik ile konuştu; “ Şu yaşamda yeni bir şey değildir ölüm.” Evet, bu yaşamda yeni bir şey değildir ölüm; Mayakovski, belli ki dostu Yeseni’in ölümü üzerine, yaşamı erdemli bir şekilde savunurken, ölümü de unutulmaması gereken en gerekli uyarı gibi hatırlatıyor.

 Sanırım yaşadığımız bu zamanlar, çeyrek yüzyıl sonra bizim kendi uygarlık tarihimize çelişkiler, yangılılar, zorlamalar, kandırılmalar, yanıltmalar ve korkutmalar ile geçen yıllar olarak, tarihin değişmez sayfalarında yerini alacak. Her şey çok çabuk yıpranıp, çok çabuk değerini ve anlamını kaybediyor. Değişmeyen tek şey varsa; o da, din sorunu olmayan, dil sorunu olan halkımın “din” sorunu “türban” sorunu ikilemi ile kitlenmiş, ülkemin üzerine bıçak gibi saplanmıştır. Ancak çok büyük ve keskin bir bıçak bu kadar geçmişi olan bir ülkeyi önce ikiye, sonra yediye böler. Sanki mitolojik bir hikâyenin büyük dinletilerinin gösterileri yapılıyor. İnanmak ne kadar zor; gerçeklerin her gün aynı tazelikte tekrarlanmalarına…

 Büyük ninem, babaannem, annem; başı örtülü, kendi mütevazı kabul edişlerinde dindar insanlardır. Ne babamın; dine, büyük eğilim göstermemesi, ne benim; annem, ninelerim ile çelişkili bir kargaşaya neden olmuştur. Değişen döngünün akıla, bilime, sanata uzanan yolculuğunda; erkeği, üstün bir yere koyup, kadını sürekli korunan, sürekli yarım sayan bir anlayış; bunca yıllık bekleyişin nezaketini bir kenara bırakmıştır! İnanılmaz bir öfke ile başarısız yönetimlerini, sonu yaklaşan aile kültürlerimizi, iş hayatlarımızı; genç kızlarımızın sorunu diye ortaya attıkları örtüler ile bir güzel örtmüştürler!

 Hâlbuki samimi anlayışların gerçek inanmışları olsalardı, bu ülkede şimdi örtünmeyi, örtüyü tartışmak yerine çoktan çözülmüş olan türban meselemiz saygın bir şekilde iç aydınlığı ile dış aydınlanmanın kavuşmasını yaşardı! Niye yaşamıyor? Çünkü ülkeyi meşgul edecek, ülkenin inanılmaz kayıplarını düşündürmeyecek, irdelemeyecek ana bir sorun haline getirildi.

 Eğitim yapılan yerlerin üst üste yığılmış çocukları, öğretmen olmayan sınıfların bolluğu, malzeme ve okul eksikleri, sürekli açılan üniversitelerden oluk gibi akan işsiz gençler; neden düşünülüp merkeze oturtulmaz? Çünkü merkeze oturtulacak eğitim ve gençlik; yarınlarda, daha bilgili, daha mutlu, daha cesur, daha konuşkan olacaklardır! Böyle bir gençlik istenmiyor ki; eğitim ana sorun gibi düşünülsün ve onun için tüm iktidar, muhalefet seferber olsun!

 Orta yaşı biraz geçmiş, siyah bir tek saç teli kalmamış beyaz saçlı kadın, yine seslendi; “ Atilla Tuna’yı geçti/Hanibal Alpleri/Sezar da Rubikon nehrini geçti/Bense kendi kendimi geçtim/ Ardımda ki bütün gülleri yakıp.” Anlaşılan bilge duruşlu beyaz saçlı kadın, Can Yüceli de seviyor…

 Belki de duruşumu, kaybeden gençlerimizin, işçilerimizin, çiftçimizin, folklorumuzun acılı demlerinde sürekli gezinmiş olmamdan ötürü, İda Dağlarında ki Sarı Kız Tepesinde dimdik duran, beyaz elbiseli kadın da konuştu; “ Birisi daha var! Sen hüzünle, acı ile sevgi ve nefret ile besleneceksin. Senin elinden gelen yazmak, lütfen devam et.” dedi.

 Acaba, sürekli sessizliğe, mutsuzluğa, korkuya ve iflasların başkentine dönüşen bu güzel ülkenin elinden gelen başka şeyler yok mu? Tek hüner; bir tarafın adamı ve kadını olarak televizyona çıkıp; öfke tükürükleri mi saçmak, gazete köşelerinde kin bulutları mı üflemektir elimizden gelen?

Güven

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Evet, lütfen devam et yazmaya
Güven..İstediğim gibi yorum yazamasam da ruh gibi görünmeden gezinip yazıların da susuzluktan içi yanmış gibi içmekteyim yazdıklarını..Beğenerek,imrenerek..
Öğle ihtiyacımız var ki sizin gibi
düşünür, ve yazarlara..Selam olsun,
yaşı biraz geçmiş, siyah bir tek saç teli kalmamış beyaz saçlı kadın,ın yazarına ve düşüncelerini
bizlerle paylaşan özgür ruhuna..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Ege. Benden de selam olsun hayatın gerçeklerinde, yazının da, şiirin de, hikayenin de, sevginin de, dostluğun da farkında olanlara; BENDEN DE SELOM OLSUN...