25 Ekim 2010 Pazartesi

AYDINLANMA

Kamera; Güven    Moda-İstanbul

Kamera; Güven  Moda-İstanbul
Taş yapı, ahşap pancurlar ve yaşlı
ağaçlar; dilinden anlasaydım kim bilir
nelar anlatırlardı bana! ...

Kamera; Güven Saint Joseph Lisesi
Selçuk Bey, 25 yıldır sanat ürettiği Atölyesinde
Sanata adanmış,santçılar yetiştirmiş insanların
bedensel zenginliği ne kadar değerli ve
manalı oluyor...

Kamera, Güven 
Okulun koridorlarında kayboldum; ruhum ile bedenimin
kişisel didişmesini, yetersiz okul ve sınıflarımızı,
kutsal yerine konulup sonra da unutulan öğretmenlerimizi
düşündüm...

Kamera; Güven Saint Joseph Lisesi Moda
Koridorlarında kaybolduğum okulun dinlenece
halindeki mutlu sınıflarına süzüldüm; tıpkı
ışığın süzüldüğü gibi..

Kamera; Güven  
Bu eser; Selçuk Bey ve Öğrencilerine ait.
Sanat,sanatı yapan eller ile kim bilir
ne soylu doğum sancıları çekiyordur!

Kamera; Güven  Saint Joseph Lisesi-Otoportre
Bu eser Selçuk Bey'in öğrencisi; Bogatay Korulu'ya
ait.

Kamera; Güven Saint Joseph Lisesi
Okulun Doğa Bilimleri Müzesi
Bir okulun müzesi de olur mu demeyin! Eğer
tabata inanmış bir okul varsa ve öğretilerin
özünde de doğayı sevmek, korumak anlayışı
bulunuyorsa; harika bir müzenin soru işaretleri
ile dolu zengin birikimleri olan eserleri
görebilirsiniz. Soru işareti dedim; çünkü
burada yaşayan bir çok canlının soyu
tükenmiş. Elbette ki bu soy tüketimini
sağlayan soylu insanoğludur... İşte,
bu yüzden önemlidir okulların öze, felsefeye
tarihe, sanata adanmaları...

Kamera; Güven  Doğal Bilimleri Müzesi

Kamera; Güven Doğa Bilimleri Müzesi
Nesli tükenmiş bir kaplan türü.
Müzenin duvarında şöyle bir yazı var;

"Dünya'yı kaybettikten sonra, Ay'ı kazanmışın
ne işe yarar."

Kamera; Güven Saint joseph Lisesi
Doğa Bilimleri Müzesi
Bu küçük bey; Teo. Gülmeyi müze aşkı, tabiat aşkı
ile birleştirmiş Yaprak Chapdelaine.
Sevgili eşi, Laurent'e oğulları Teo'ya şükranlarımı
sunuyorum.
Küçük Teo'ya seslendim; "oyuncak müzesine
gittin mi Teo?" Teo; gitmedim ve nerede ki
der gibi baktı bana. Bir an önce anne ve
baban seni oraya getirsin, senin adaşın
dede Teo'da orada,siz çocukları
bekliyor. Teo, gülümsedi...
Oyuncak Müzesi, Göztepe-İstanbul'da
Sunay Akın'ın bin bir emekle müzeleştirdiği
güzel ve özel bir mekan...

Kamera; Tamer Hoca
Selçuk Hoca ile sohbetin demlenmiş halini
içerken :)) Tanrım, koşulsuz, siyasi amaçların içine
düşmeden, biraz sanat, biraz tarih, biraz ilim adına
uyuşuk bedenlerimizi düşündürmek ne hoş...

Kamera; Güven Saint Joseph Lisesi
İnsanı insan yapan gece; karanlığı ile ığşığı ile
bize "merhaba" dedi. Bedenler çıraklığın,çobanlığın
saf duyguları ile bazen mide adına, bazen de
boşluğun bomboş beyinleri adına yine
beslendi. Yüce yaratıcı, yine ışığı ve karanlığı
olan gün ve gecede nefes aldık, iç çektik,
gönül kabarttık; minnet duyguları ile ;
değmen benim gamlı keyifime,değmen...

AYDINLANMA



 Aydınlık bir günün yollarına çıkmak, beni de Tamer Hocayı da mutlu etmişti. Daha aylar öncesinden Selçuk Hocamıza söz vermiştik; sanatın öğretileri, sanatçının eserleri adına; 140. yılı kutlanacak Saint Joseph Fransız Lisesine geleceğiz dedik. Sözümüzde de durduk. Gün o gündü; aydınlığın mimariye, sanata, öğretilere, öğretime aktığı gün…

 Bir okul düşünün ki, düşler ülkesindeymiş gibi düş ile gerçeğin kendisine dokunduruyor; izin veriyor size. Hangi, öğreti; sopa ve korku ile gerçek bir yenilenmeye, devamlılığı olan bir kültüre dönüşür? Bir öğreti, bir felsefe ne kadar açık ve ortadaysa, o ilimin yapıldığı yer o kadar aydınlıktır. İstanbul Moda’da bulunan Saint Joseph Fransız Lisesinin ön bahçesine girer girmez; burada bir şeylerin fazlalık olduğunu gördüm. Fazlalık kelimesini mecaz anlamda kullanıyorum. Okulun ön bahçesi tabiatın çiçekleri, ağaçları ile barışık olduğunun en güzel ispatını gözlerimize, burnumuza verdiği ödüller ile gösterdi.

 Kuranın ilk emri; “ Yaratan rabbin adıyla oku” Okumak için okumayı öğrenmeli ve öğretmeli. Okunacak bilgileri anlamak için ilimlerden haberdar olmalı! Nasıl, derseniz? Okulları bugünkü öğrencilerin ihtiyaçlarının tamamını karşılayacak hale getirmekle olur ve başlar derim! Çok mu zor? Elbette zor! Çünkü aydınlanmanın esas amacı ve özü hâla anlaşılmayıp anlatılmak istenmiyor. Öğrenme ve öğretiler; zorlayıcı, korkutucu değil; yorucu ve eğlenceli, merak ettirici, sorgulayıcı olmalı…

 Bir insan ulusal kimliğine, çıkarlarına fayda sağlamak istiyorsa, bir başka ulusa ve o ulusların yapmış oldukları ilimlere, sanatlara, sporlara önem ve değer vermeli. Bir ulusun bir başka ulusa hayranlık duyacak kadar kendinden öte olması da kendi ulusuna hiçbir fayda vermez. Yapılan her iyi ve faydalı şey, takdire, saygıya ihtiyaç duyar.

 Bir insan, dağ başında yaşamıyor, vadilerin derinliğinde kaybolmamışsa çevresine ister akademik, ister sosyal bir doğrunun gerekçesi adına fayda sağlamak istiyorsa; ilimin, sanatın, değişimin yapıldığı yerlere de gitmeli. Tamer hoca ve ben; böyle bir yere, neredeyse koşarak gittik. Gün, aydınlık, gönlümüz meraklı ve Saint Joseph Fransız Lisesinin bahçesinde gördüğümüz manzara da muhteşemdi. Taş yapı, ışığı süzecek usta işi mimarinin mimar, mühendis ve işçi ellerinden çıkmış. Okulun koridorları, kendi sanatını oluşturmuş. Binanın katlarını birbirine bağlayan mermer basamaklar; belki de binlerce genç insanın öğrenime aç bedenlerin en güzel tanıklığını yapmışlardır. Belki de bu okulun yükünü en fazla onlar ve öğretmenler çekti; hiçbir ses çıkarmadan, hiçbir heyecan kaybetmeden; genç insanlardan yarınlara akacak zamanlar adına…

 Batılı düşüncenin, misyonu da, misyoneri de sanatı, ilimi, mimariyi, öğretmeni; başköşeye oturtmuş… Peki, bizler Atatürk’ün başköşeye oturttuğu ilimi, sanatı, öğretmenleri, öğrencileri nereye oturta bildik? Gülüyorsunuz değil mi? Hem de acı acı…

 Saint Joseph Fransız Lisesinin koridorlarında uzun bir süre kayboldum. Ahşap kapıları, camları, sıraları olan 140. yılı kutlanan bu okul; düşler kurdurdu bana. Ahşap sıraları, aydınlık büyük camları olan boş sınıfların yakınında düşümdeki bir öğrenciye sordum;

“Genç insan, sen okuduğun bir okulda nelerin olmasını istersin? Söyle bana? Hiç çekinmeden, korkmadan, ancak bir cinden isteyeceğin şeyleri iste benden?”

 Düşümdeki genç insan hiç ummadığım bir nezaketle konuştu bana. Dedi ki; “ Samimiyetinize güvenerek ve bunun düş zenginliği olduğunu bilerek ben de okulumda olması gerekenleri korkusuzca söylüyorum size; sınıfların temiz, aydınlık ve yirmi öğrenciden oluşmasını isterim. Laboratuarlarımızın fizik, kimya, biyoloji derslerine cevap verecek zenginlikte olmasını isterdim. Müzik için müzik salonları, dans için dans solonu olmasını isterdim. Dinlenme salonu, sanat salonu, şeref salonu, Atatürk salonu olmasını isterdim. Temiz ve aydınlık bir lokantamız, dinlenirken, çay kahve içebileceğimiz tabiat kokuları ile donatılmış yerlerimizin olmasını isterdim. Spor yapabileceğimiz geniş sahalarımızın, ormanımızın, müzemizin, tiyatro salonumuzun, başında Selçuk Hocamızın olduğu sanat salonu olsun isterdim.”

 Düşüm, düşümdeki genç insan; birden yok oldu; duyduğum iki genç bayanın Fransızca dili ile konuşmaları üzerine. Kulağa ne kadar hoş geliyor. Almanya’da yaşamış bir dostum, batı da Fransızca dili için; “ dişi “ bir dil, Fransız dili, bir kadına benzetirlermiş. Ve şimdi, düşümün tam ortasında iki genç bayan, okulda öğretilen dilin keyfini çıkarıyorlar.

 Düş ile gerçek; gerçek ile düş; Saint Joseph Fransız Lisesinde tam anlamıyla gözler önünde. Az önce düşümde ki genç insanın okulunda olmasını istediği her şey olduğu gibi bu okulda var. Müzesi de, yüzme havuzu da, ağzına kadar kitapları, değerli eserler ile dolu kütüphaneleri de, spor alanları da, sanat salonları da, lokantası da, ormanı da, bahçeleri de, yaşlı ağaçları da hepsi var bu okulda. 80 öğretmenin 21 Fransız. Buradaki bilimlerin, güzel sanatların, sporun ve en önemlisi tabiatın varlığı; hâla kaybolmamış olması; insanlık adına, akıl adına, sanat ve tabiat adına mutlu olmamı sağladı. Aslında mutluluk kelimesi bile yeterli değil, yazmadığım, anlatmadığım güzelliklerin üçboyutlu, sesli, renkli, düşündürücü gösterileri adına…

 Selçuk Hocamızın ilgisi o akşamın kutlama akşamı, telaş akşamı olmasına rağmen, centilmenceydi. Kapalı olan doğa müzesi rica üzerine açıldı. Müzenin proje tasarımcıları Laurent ve Yaprak Chapdelaine o kadar nazik, o kadar heyecanlıydılar ki; onlara en içten teşekkürlerimi minnet duygusu ile anlatmak isterim. Doğa Bilimleri Merkezi, 100 yıllık inanılmaz çalışmaların da görsel, akademiksel, toplumsal anlatımı. Bu müze, tabiatın korunmaz ise nelere kaybedeceğini daha şimdiden genç bedenlere anlatıyor. Doğa müzesinin zenginliği, bakımlılığı karşısında saygı ile eğiliyorum…

 Saint Joseph Fransız Lisesinin sanat atölyesinin başında Selçuk Hocamız var. Burasını 25 yıl önce sunulan imkânları en iyi değerlendirerek kurmuş, sanata, ilime inanmış cesur bir insan; Selçuk Hoca. Aydınlık Atölyesine çıktığımızda burasının aynı zamanda, gerçek bir sanat yuvasının doğumhanesinin olduğunun da anlamış olduk. Bitmiş Resimler, heykeller, grafik çalışmaları, dekorlar; yarım olanlar; hepsi burada insan bedenin kendi düşlerini gerçekleştirip doğurduğu bu yerde, biz de ışığın, sanatın keyifli heyecanını tattık.

 Okulun geniş, tarihi ve aydınlık koridorlarında sık sık kayboldum. Bu benim düşüm, benim keşfim gibi geldi bana. Bir ara Tamer Hoca ile karşılaştık. Kapısı açık mumlar ile aydınlatılmış salona genç insanların; erkek ve kadınların nazik davetiyle buyur edildik. Keman sesi ve loşluğu delen mum ışıkları; üfleyiciler, şiirsel komandolar etrafta kelebekler gibi süzülüyorlardı.

 Sessizlik, derin bir geçiş töreni arınmasının çekim kuvveti ile kendine çekiyordu bizi. Yerlerimize geçip, loşluğa açılan gözlerimiz ile baktığımızda keman sesinin derinlerden bizi ulaştığı bu yerde; şiirsel komandolar sırasıyla ellerinde bulunan içi oyulmuş kamışlar ile yanımıza yaklaşıp, kulağınıza Fransızca ve Türkçe şiirle üflüyorlar. Şiirler üflendikçe, bize, bedenlerimize yapışmış kirler, yanlışlıklar, kabalıklar, çirkinlikler bir bir yok olmaya, insanın nazik ve zarif bedeni ortaya çıkmaya başladı…

Güven

















6 yorum:

Kırmızı Adam dedi ki...

Bir süredir uğramamışım buraya... Hem resimler, hem de yazı harika olmuş. Kalemine ve kamerana; kısaca eline sağlık.

Sevgiler,
KIRMIZI ADAM

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Kırmızı Adam. Merhaba tabiat, merhaba güneş, gün, rüzgar demek gibi; merhaba...

A Kadir Bekçi dedi ki...

Bu okulda bir Doğa müzesinin oması bizim açımızdan düşündürücü.Bizim devlet olarak yapmadılarımızı onlar okul olarak yapmış.
Selamlar.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Evet hocam; anlıyoruz ki batı; batı olmanın gereğini,insana,doğaya olan inancını en azından kendi bulunduğu alanda, kendi yaşadığı çevrede mutluluğa, huzura ve ilime taşıyor.

Doğrusu hep merak ederim, soylu güzel halkımın felsefesini! Dünya ormanlarını, dünya insanlarını düşünür çene yorarız da çevremizde bir kaç ağaç dikip, bir kaç genç insana küçük bir patika açmayı denemeyiz! Ne garip bir merhamet, sosyallik anlayışımız var bizim...

KİANA dedi ki...

Sevgili Barış kardeşim.. Nezamandır uğramamıştım..Sende ne zamandır gelmiyordun bloguma...
Şu sözlerine bayıldım..:))Ben söylemeden sen yazdın yine bak..
"Umursamaz, suskun insanları gördükçü, kendi bedenimdeki yeşeren filizleri daha çok suluyorum" Aynen öyle kardeşim..Yeşeren filizler bir arşa bir ağaç olana kadar, ömrüm yettiği kadar sulamaya devam edeceğim.. Sağol yorumun için..
Müsadenle bana yazdığın yorumu da sayfamda paylaşacağım..
xxxxxxxxxxxx
Kardeşim blogunu öyle bir hale getirmişsinki, 500 sayfalık bir kitap olur..Özel okunası bir blog.. Ellerine sağlık olsun, güzel düşünen vicdanına ve beynine sağlık olsun... Ve herşeyden önemlisi kalbini öyle bir eğitmişsin ki, insan, yazdıklarını okurken bile o kalbin ışıltısını ve varlığını hissediyor..
Sevgiler benim gönlü güzel kardeşime..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba Kiana. Merhaba Ankara'nın Mustafa Kemal kokan dost kadını... Her gün yok edilen ışıklarımızın, felsefemizin, dayanma gücümüzün bitmediğini görmek; ne onurlu, ne keyif verici...