30 Ağustos 2010 Pazartesi

YA İSTİKLAL YA ÖLÜM -2-

Kamera; Güven  Tekirdağ
30 Ağustos Zafer Bayramı
Evet bayrağımız çok güzel! Evet,
ordumuz çok güçlü... Peki, halkımızın
gücünü yitirmesi nedendir? Ben,günü
kurtarma telaşı içinde halkı olmayı,hakkı
bilmeyi unutmuşlara üzülüyorum! Hem de
en altta bulunan ölümlü bir bedenin mütevazı
bedeni ile üzülüyorum...

Kamera; Güven    Tekirdağ
Zafer Bayramı

YA İSTİKLAL YA ÖLÜM–2


Mustafa Kemal daha Anadolu’ya geçmeden önceleri arkadaşı, dostu olan Salih Bozok’a yazdığı mektupların başlıklarından da dostluğa, arkadaşlığa verdiği önemi ifade etmek için Salih Bozok’a yazdığı mektup başlıklarının bazılarını paylaşmak istedim:

“ Güzel gözlü burma bıyıklı Salih’im. Kardeşim Salih” diye seslendiği mektuplarda tüm hayatı boyunca olduğu gibi, akıcı, gerçekçi, samimi ve kararlı ifadelerini okudum, hissettim…

En sevdiği silah arkadaşları ile yolları daha 1921’lerde ayrılmaya başlamıştır. Kazım Karabekir ile ayrılıkları da bu tarihlerde başlar. Ve belki de barışmaları, helalleşmeleri bir başka dünyaya taşınmıştır. Son ana kadar verilen mücadele hep ulus ve vatan içindir. Kazım Karabekir de, vatan ve ulus sevdalısı bir liderdir.

29 Şubatta Osmanlı Hanedanı hudut dışına çıkarılmıştır. Kazım Karabekir bu karara da içerler ve kendi yeminini söyler; “ Emrivakilere boyun eğmeyeceğim” Ve hayatının geri kalan kısmında da emrivakilere boyun eğmeyecektir de. Kazım Karabekir kendi inandığı ve ulus-vatan sevgisinin hiç eksik olmadığı yolun yolcusu olduğu zamanlarda, Mustafa Kemal de, hiç ara vermeden inanmış olduğu devrimlere devam edecektir. Kim bilir belki de koptuğu, ulusu ve vatanı için ayrılmak zorunda kaldığı dostları için geceleri bir kadeh rakı için derin içler çekecektir; sessizce…

Fevzi Paşa ile görüşen onu eleştiren Kazım Karabekir; “ Diktatörlük devri başladı.” diye yakınır!

Ulusumuzu, vatanımızı sevmiş tüm vatanperverler bazı zaman oldukça duygusal davranırız. Mustafa Kemal ile anlaşmazlığa düşmüş, yollarını ayırmış diğer vatanperverlere farklı gözler ile bakarız. Bizim gözlerimizde onlar gereğinden fazla tutucudurlar! Hayır, onlar gereğinden fazla tutucu değildir elbet! Onlar, özellikle Kazım Karabekir, en az bizim kadar inanmıştı Mustafa kemal’e. En az bizim kadar belki de bizden fazla sevmişti onu! Ama devrimlerin çok hızlı değil, sindire sindire olmasını istiyordu…

Kazım Karabekir evinde de aydın bir insan, baba ve eşti. Eşi ile birlikte o keman çalıp, eşi de ona piyona ile eşlik ediyordu. Şarap ve bira içmekten keyif alıyor, kızı Hayat 18’ne girince ilk sigarasını da kendi elleri ile veriyordu. Bir devrin önemli kahramanları oldukça önemli insanlardır. Onlara çok şeyler borçluyuz. Onları anarken, överken, eleştirirken; tarihin yaşandığı döneme inmeliyiz! İşte o zaman tarihin yaşandığı zamanı anlar, hiçbir zaman madalyonun tek yüzü olmadığını da öğrenmiş oluruz.

1924’ten sonra Kazım Karabekir ile iyice somut ayrılıkların yaşandığı Mustafa Kemal, söylentiye göre hasta yatağında; “ Kazım Karabekir’i çağırın da helalleşelim” demiştir. Yıllar sonra kızı Hayat Kazım Karabekir’e; “ Baba, Mustafa Kemal çağırsaydı gerçekten gider miydin? Sana bu kadar zorluklar yaşatmış, haklarını elinden almış Atatürk çağırsa gider miydin?” diye sorunca Kazım Karabekir de şu cevabı vermiş;

“ Giderdim kızım, giderdim. O Mustafa Kemal, o çağırınca gidilir. O benim en iyi arkadaşımdır. Onun bana yaptıkları etrafının tesiri ile yapmıştır. O bizim İstiklal Harbi’mizi beraber yaptığımız, sevdiğimiz başkomutanımızdır. O bizim cihat arkadaşımızdı. O Mustafa Kemal’dir, çağrılınca gidilir. Ama çağırmadılar. Çok iyi biliyorum…”

Bir devri birlikte kapatmışlar, bir devri (Cumhuriyet)i birlikte başlatmışlar ve kendilerini ulusa, vatana adamış arkadaşların buruk ayrılığı, bizlerin bedenlerinde, ruhlarımızda sevgi ile yaşatılıp barıştırılmaya mecburdurlar. Çünkü onların ayrılığı, onların küskünlüğü hiçbir şahsi ihtiyacın doğurduğu basit ve alçak nedenlerden kaynaklanmıyordu. Onların asıl sorunu; TAM BAĞIMSIZ BİR TÜRKİYE’NİN sonsuza kadar sağlam temellere oturtulmasının gerçeğiydi…

Kendini ulusuna, vatanına adamış bir insan daha vardır. İsmet İnönü. Bazı konularda Atatürk ile ayrı da düşse, aynı ülkünün sevdalısıydılar. Atatürk hasta yatağında bile ; “ Gözüm arkada değil, işin başında İsmet var.” derken, hangi vicdanlar külleri içinden sevgi ve dostluk sıcaklığı hissetmez?

Yıllar sonra Kazım Karabekir ve eşi ölmüş kızları da büyümüştür. Bir gün İsmet İnönü, Karabekir’in kızı Hayat ile geriye dönük tarihin içinde geçmişe yönelik gözyaşlarını tutamaz. O sert, o inançlı, o kararlı asker; hüngür hüngür ağlar. Neden acaba? Hayat Hanımın ağzından dinleyelim;

“ İsmet İnönü o gün bize geldiler. Sana bir şey söylemek istiyorum. Sizin bildiğiniz gibi bazı şeyleri söylemek istiyorum. Rahat edeceğim bunları söylersem. Annen bana kızgın öldü. Bütün geçmişinize rağmen baban (K.Karabekir) bana kızgın değildi. Bana kırgın olduğunu zannedersiniz. Ama Karabekir bana kırgın değildi. O anlamıştı her şeyi. İstiklal Mahkemesinde suçsuz olduğunu, onun için ne kadar mücadele ettiğimi biliyordu. Bazı hadiselerde onun tarafını tutmayışımın sebebini kendisi de bilirdi. Üzüldüğüm annenin bana kırgın ölmesidir. Ben isterdim ki bu hakikatleri annene de söyleyeyim. Ama annen erken yaşta öldü. (İsmet Paşa ağlıyor) Bunları annene anlatmak istiyordum. Olmadı! Annene anlatamadıklarımı sana, Karabekir’in kızına anlatayım da rahat edeyim.”

Çalışmamda bana önemli kaynak olan; Uğur Mumcu’nun kitabına, bu önemli eseri meydana getiren değerli yazar Uğur Mumcu’ya onun ruhu önünde teşekkürü borç biliyorum. Tam bağımsızlığımız için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan, ulusu ve vatanı için en değerli arkadaşlıkları bile son nefese kadar buruk bir yalnızlık içinde hapseden Mustafa Kemal’e ve arkadaşlarına sonsuz şükranlarımı sunuyorum.

Tarih ve bugünün yaşananları göstermiştir ki TAM BAĞIMSIZLIK kolay kazanılmıyor. Cumhuriyet kurulalı neredeyse bir yüzyıl olacak ama hâla içi oyulmak istenir. Ve asıl sorun, tam bağımsızlığın engellenip bağımlı birer köle haline sokulmaya çalışılmış olmamızdır! Bu kitabın yazarı, değerli kalem Uğur Mumcu’nun bedeni bile bu uğurda yitirilmiş, kara bir leke gibi açıklama beklemiyor mu bugünün soylu siyasetçilerinden…

Son söz, hep borçlu kalacağımız ona büyük özrümüz olan yazarımız Uğur Mumcunundur;

Ulusal kurtuluş savaşlarında bu savaşların komutanları arasında böyle görüş ayrılıkları olması doğaldır. Her devrim taşkın sular gibi bir süre sonra durulur ve doğal yatakları içinde tarihsel akışlarını sürdürür. Türk devriminde bu açıdan bakarsanız İzmir suikastı dışında, ihtilalcilerin arasında bir kanlı çatışma da olmamıştır.

Devrim, sarsıcı değişmelerden sonra evrim içinde yürür ve kök salar… Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yurt dışına sürdürdüğü 150’likleri bile bağışlamıştır.

Ya İstiklal, Ya Ölüm! Bu uğurda binlerce insan en ufak bir tereddüt bile duymadan ölüme gitmiştir. Bu uğurda birbirlerine en inanmış, en sevmiş insanlar bile tereddüt etmeden ayrı düşmüşlerdir! Her şey; tam bağımsız Türkiye ve ulusumuz adına…
Güven Serin

6 yorum:

Selma Er dedi ki...

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN. Bu özel günde,Atatürk ve silah arkadaşlarını,tüm Şehitlerimizi rahmet ve minnetle anıyoruz..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Hepimizin Zafer Bayramı kutlu osun Selma Hanım. Daha yüksek sesle daha çok insanlar kutlanmalı. Ve ezberi bozulmuş iki büklüm kutlamalardan öte; dimdik...

Makbule Abalı dedi ki...

Aynı başlık altında yazılmış iki yazınız da bilgilendirici, düşündürücü... Liderlerin, devlet adamlarının, politikacıların, gerçek değerlerini anlayabilmek için; yaşadıkları dönemin koşulları içinde, hangi amaçlarla, neyi, nasıl gerçekleştirmek istediklerinin-önyargısız,çok yönlü olarak- anlaşılması gerekiyor sanırım.
Kişilik özelliklerini, insani yönlerini, değerlerini dikkate almazsak, değerlendirme de yüzeysel oluyor.Gerçek değerlerin, değer kaybına uğramaması dileğiyle, nice bayramlara...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Yazının emek harcanmış bir yazı olduğunu tespit edip irdelemeniz adına teşekkürümü sunuyorum. Makbule Hanım, sanırım güzel ülkemin, onurlu insanlarının en önemli sorunu da, tarihe çok eksik gözler,bilgiler ile bakıyorlar! Bunu hep yaptık... Yapıyoruz... Ama ne kadar yol aldığımız ortada. Harika insan Atatürk, devrinlerini insana, sanata, tarihe, felsefeye,edebiyata,sanatçıya,ilime,üretkenliğe yönlendirmesinin de asıl amacı;kalıcı zaferlerdir...

Değerlendirmenizde ki ışığı,bilinci görmek beni mutlu etti. Aslında bilgiye,öğretilere saygı duyan herkes her şeyi tartışabilir! Esas sorun, bir spor karşılaşması için bir araya gelen on binlerin, bir felsefe için, bir tiyatro için,güncel bir ülke sorunu için bir araya getirilemeyişin hazin hikeyesidir bu ülkenin hikayesi...
Kitap, ciddi yazılar, tarafsız tarih; acıtacak, ağırlık yapacak diye korkulur, kaçılır... Nereye kadar? Bağımsızlığımızı kaybedip şimdikinin bağımlı oluşuna kadar? Artık,bedenlerimize ipler,talimatlar,şirin görünüşlü hoyrat eller sarılmaya başlamıştır... Bağırmalı, anlatmalı, seslendirilmeli; ama kaç kişi duyacak bunca sesin,bağırışın,kargaşanın içinde...

mete dedi ki...

Ya istiklal ya ölüm!
Zaten bu ikisinden başka seçene de yok b ildiğim kadarıyla. Yazı tura gibi.
Gerçi diğer seçenekler var gibi gözükür dimağlarımıza ama sona doğru olaylar, süreç hep bu ihtimale akar hep.
Belkide iki seçenek dahi yoktur. O dahi bir yanılmacadır kendi aklımızda. İki dahi tekliğe doğru akıyor akacak belkide.
Bu yazınız çok güzel elinize, aklınıza sağlık.
Size bununla ilgili bir masal veya ninni yazılmış, onu aktarmak istiyorum yüksrk müsadenizle:


Candan Erçetin 2010 albümü şarkıları Ninni şarkısı sözü
2010 albümlerinden Candan Erçetin albümü ninni isimli şarkı sözü..

Uyusun da büyüsün ninni
Tıpış tıpış yürüsün ninni
Dertlerini sürüsün ninni
Oğlum kızım uyusun ninni

Evvel zaman içinde kalbur saman içinde
Çok da uzun olmayan belli bir zaman önce
Çok da uzak olmayan çok güzel diyarın birinde
Bereketi dillerden düşmeyen bir köy varmış

Denizi de bilirmiş dalga bilirmiş bu güzel köyün insanı
Yağmurda yürür karda kayar ama güneşli günleri severmiş
Meze yaparmış bu köylüler iki kadehe tüm acılarını
Böylece birden unutuverirmiş geçmiş dargınlıklarını

Aslına bakacak olursan çok zenginmiş tarlaları
Ama nedeni bilinmez bu köylüler her daim fakir
Yokmuş galiba köydeki kargaların bunda bir etkisi
Böyle gelmiş böyle gidermiş Ne de olsa alın yazısı

Dayanamamış biri sonunda kargalara baş kaldırmış
Hakkımızı yiyorlar diyip bütün köyü ayaklandırmış
Sonunda başa çıkmış köyü istila eden kargalarla
Ama kendisi de göçüp gitmiş tabii eninde sonunda

Uyusun da büyüsün ninni
Tıpış tıpış yürüsün ninni
Dertlerini sürüsün ninni
Oğlum kızım uyusun ninni

Ardından ağlamış köydeki herkes çok uzun yıllarca
Ağlarken ağlar iken köy unutmuş kargaları tamamıyla
Üzülüp dövünüp dururken birden övünmeye başlamış
Ancak övünüp durduğu sadece hatıraymış

Günün birinde köyün üstüne kapkara bulutlar yerleşmiş
Kimse bulutları kargaların getirdiğini fark etmemiş
Köydekiler yaz yağmurudur gelir geçer zannetmişler
Ama bu kara bulutlar kopacak fırtınanın habercisiymiş

Kargaların çalacağı emekten medet uman bazı kurnazlar
Köylüye ninniler söyleyip apaçık hedef şaşıtmışlar
Soytarısıyla yalancısı bu köyün bir gün gelmiş elele vermiş
Bildik beyaz camın içine girip siyah yalanlar söylemiş

Onların baktığı yerden bütün köy çok aptalmış
Çünkü aptal olmasalar böyle aldanmazlarmış
Değil mi ki bütün köy olana bitene ses çıkarmadan bakmış
O zaman başlarına gelenlere müstahaklarmış

Ah ne güzel ninniymiş bu cehalet
Herkes dalıp uyumuş niyahet
Top atsan uyanmazmış ne rehavet
E benim köyüme ee ee

Aslında köyün akıllısı çokmuş Alimi dedesi filozofu çokmuş
Var diye bas bas bağırıyorlar ama hiç birinin söz hakkı yokmuş
Çünkü bilene düşünene yazana kargaların itirazı çokmuş
ve onlardan öğrendikleriyle kurnazlar herkesi uyutmuş

Güzel köyüm ne zaman uyanırsın
Bu duruma ne kadar dayanırsın
Sanmaki uyurken kazanırsın
Hadi köyüm ne zaman uyanırsın

GÜVEN SERİN dedi ki...

Düşünceni,hayatın verdiği beden içindeki soylu akılı ulusal bilince-sorumluluğa yorduğun için teşekkürü borç bilirim.

Mete, bu ülkenin ne ninnisi, ne ağıtları biter dostum! Ne zaman ki, Atatürk aklı,bilimselliği öğretilerin en inanmışlığı içinde birinci sıraya konacak; işte o zaman, köylü de, kasabalı da, şehirli de, doğanın güzel hayvanları da mutlu yaşamanın gülüşlerini yapacak.... Asıl sorun ve uygulanan harika strateji,Atütürk laik cumhuriyetinin katkılarını en aza indirip, akıldan çok körlüğün duyguları ile beslenme sanatını öğretmek isterler...

Bu ülkenin akıllı güzel beyinleri, kendi korkuları ve banka hesapları ile meşgul edile dursun, bizler de, kendi küçük suyumuzu taşıya duralım. En azından kimin tarafında olduğumuzun anlatımını yapar, belki bir gün söylenecek bir ninni, ağıt, şiir, hikaye içinde bizlerin kaleminin ruhu da gülüyor olacaktır...

Saygılarımla ...