2 Ağustos 2010 Pazartesi

SÖZ, SÖZ, SÖZ...

Kamera; Güven - Tekirdağ
Gün batar, ay doğar. Bir insan ölür
bin insan doğar. Kendi
önemsizliği içinde tabii önemini
anlamlı hale getirmiş
insanlar gecenin de keyfini sürer;
gecenin de...

SÖZ, SÖZ,SÖZ…



Neredeyse tüm hayatımız anlamlı ama bir o kadar anlamsızlaştırılmış sözler ile dolduruldu. Nereye baksak, başımızı çevirsek, gönlümüzü dinlesek, verilmiş sözlerin tutulmamış olan kimsesiz sahipleri ile karşılaşırız. İnsana ait ve o insanın karakterini belirleyen sözlerin anlamsız hale gelmesi ve o insan tarafından anlamlarını yitirmesi; aynı zamanda biz insanların da o düzlemdeki anlamımızın sorgulanması demektir.

Bir kadın ve bir erkeğin bir araya gelmesi ile başlar soylu sözlerin verilişleri. Nikâh masasında ve tüm şahitlerin gözü önünde sorar nikâh memuru; “ İyi ve kötü günde, hastalıkta ve sağlıkta, bollukta ve kıtlıkta” diye söylenen sözleri için tüm şahitler huzurunda SÖZ verilir. Ne büyük bir aldatmacanın verilişidir o alkışlanan bembeyaz sözler…

Azcık işler bozumlaşa görsün! Yağmurlar yağıp rüzgârlar essin! Biraz sağlık, biraz ekonomi bozulsun! Verilmiş sözün arkasında kaç kişi durabilir o zaman? Çok az mı? Elbette… Çünkü verilen birçok söz; iyi günlerin EZBERLENMİŞ sözleridir de ondan… Kırk yıl aynı yastığa baş koyanlara da aldanmayın siz! O başların bir araya konmasında öyle bir derin uçurumlar vardır ki; her şey çocuklar, namus ve toplu için; SUSTURULMUŞ; YOKSAYILMIŞTIR. Elbette sözüm meclisten dışa… Alıngan olmayan soylu dostlarım asla alınmasın. Sözünün eri olanlara sözüm yoktur…

Yasaları gösteren, hak arayan avukatlarımızın verdiği söz; “ Hukuka, ahlaka, mesleğin onuruna…” diye devam eder. Milletvekillerimizin verdiği söz; “ Devletin varlığını ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma…” devem eden harika sözlerin insanın ruhuna seslenişleridir.

Peki, bu sözlerin gerçek kahramanları nerededir? Nerede yaşarlar da bizim haberimiz olmaz? Toplumun kaderini değiştirecek avukatlarımız,hâkimlerimiz,savcılarımız milletvekillerimiz hangi yorgun ve bezgin yükün altında kalıp da toplumun uzağında kalmışlardır! Ama verilen söz ve tutulamaması; söz ile insan vicdanı arasında inanılmaz bir dengenin varlığını veya yokluğunu da anlatır bize. Sözünün eri olan az sayıda avukat, az sayıda vekil; bu güzel toplum için; bir bedenin dökebileceği her türlü teri dökerler. Bir bedenin tadabileceği en yüksek acıya da duyarlar. Ya sözünü tutmayan diğer hokkabazlar! Onlar hünerlidirler. Onlar sözün erbabıdırlar. Sözün evirir, çevirir, sözden öte yolunmuş tavuğa çevirirler. Zaten söz vermek bir, dönmek ikidir, sözün eri olmayan soylu insancıklar için…

Milletimizin başı olan Cumhurbaşkanımızın yemini de; “ Cumhurbaşkanı sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini, koruyacağıma, Anayasa, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye…” diye devam eden kulağa çok hoş gelen sözlerin bütününde sözün sahibi; “SÖZ VERİYORUM” der. Yetişkindir… Kendi iradesiyle vermiştir sözü. Ama aynı yetişkinler bu kadar önemli ve bu kadar gerekli sözlerin arkasında koşmaktan, durmaktan yorulurlar mı acaba? Bunca güzel ve anlamlı söz; eğer tutulsaydı; bunca kıyametler kopar mıydı benim ülkemde?

Güçlü ve çoğul iktidarımızın her fırsatta üstüne gittiği ve özel bir yıpranma içine düşen askerlerimizin yemini de; “ Barışta ve savaşta, karada, denizde ve havada her zaman ve her yerde milletime ve cumhuriyetime doğruluk ve muhabbetle, hizmetle…” diye devam ediyor. Anlamları ne büyük insana ne kadar da güven veriyor bu sözler! Ama bu sözler tutulsaydı eğer, ülkeyi anlamsız kayıplara, bezginliklere, bir dönemin idealist gençliğinin yok oluşlarına, ölümlere, kayıplara yol açan darbeler olur muydu hiç? Bu darbelerin başka bir çözümü yok muydu? Elbette vardı. Sözlerin anlamları iyice içselleştirilseydi ve her yurttaş önemli sayılsaydı; o sözlerin vicdanları verilmiş sözlerin namusu ile kavrulsalardı; ne kayıplar, ne de korkunç kargaşalar olurdu. Değerli söz sahiplerinin anlaştıkları en önemli konular; kendi değerli güzel ve anlamlı hakları söz konusu oldu mu; neredeyse tüm halk; baka kalıyoruz. Öyle ya; onlar büyük adamlar, büyük kadınlardır. Sözlerinden az da olsa cayabilirler. Caymalarının önemli açıklamaları vardır elbet. Ama biz halk olarak; öyle ciddi ve derin konulara burnumuzu mu sokacağız yani?

Nedense verilen bütün sözler HALK içindir! Ama halkın anlaması zordur. Sözden niçin vazgeçildi, söz niçin tutulmadı bunun hesabı-kitabı genellikle sonsuzun sonsuzluğuna havale edilir. Nasıl olsa büyük yaratanın terazisi şaşmaz; bir gün havale edilmiş tüm ruhların hesapları-kitapları bir, bir görülür elbet…

Neredeyse günah keçisi haline gelen memurlarımızın da verdiği sözler vardır; “ Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılâp ve ilkelerine, Anayasada ifadesi bulunan Türk Milliyetçiliğine, sadakatle bağlı kalacağıma; Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarını milletin hizmetinde olarak tarafsız ve eşitlik ilkelerine bağlı kalarak uygulayacağıma…” diye devam eder. Bu sözleri tüm memurlar kendi hür iradeleri ile verirler. Yani yetişkindirler… Yani onurludurlar… Yani soyludurlar…

Peki, verilen bunca sözün yeterince tutulamamasının eksik kalışının nedenleri gerçektende önemsenip araştırıldı mı? Balığın baştan koktuğu bilinen bir gerçekken; halk adına verilmiş sözlerin pis kokularının cezasını yine halk öder; bu nasıl bir söz-vicdan-ahlak alışverişidir?

Sözlerinin erbabı olan ve halkımızın içinden çıkmış eğitimli, ilkeli insanların gece yattıklarında, sabah kalktıklarında değerli vicdanları ile bir sorunu olmayanların nazik, soylu ellerini sıkıyor, öpüyorum…

Sözüm Meclisten Dışadır Dostlar…

Halk adına bu kadar sözden, halk adına bu kadar ahlaktan söz açmışken; değerli halkımın verdiği sözlere ne demeli? Ulus olmuş, her türlü badireler atlatmış, vatan için sudan çok kan akıtmış halkım; sokağını, caddesini, ormanını, denizini, ırmağını, dağını, madenlerini, hayvanlarını, çocuklarını, yaşlılarını koruyacağına dair insanlık sözü vermedik mi? Acaba bu sözleri tutmayan, sözünün erbabı olmayan milletim SÖZSAHİBİ olmuş sözcülerinin sözünde duramayışlarının kusurları; kendi bedenlerimizin eksikliğinden, yetmezliğinden, uzun menzile gidemeyişinden olabilir mi diye düşünürüm ben!

Güven







4 yorum:

Adsız dedi ki...

Çok güzel bir yazı çok doğru çok anlamlı.Hayatlarımız tutulamayan sözlerle dolu.Öyle çok kandırıldık ki şimdi verilen sözlerin tutulmayacağını bile bile inanmış taklidi yapıyoruz.Bu canım ülke bu haldeyse suçu başkasında değil artık kendimizde arıyoruz.Bir bir elimizden alınanlara seyirci kalıyoruz.Biz aslında atalarımıza ve torunlarımıza verdiğimiz sözü tutamıyoruz.Kandırılıyoruz kanıyoruz kandırıyoruz.Belki de biz böyle yaşamayı hak ediyoruz.

GÜVEN SERİN dedi ki...

"Hak Etmek" sanırım bu sözcüğü irdelemek gerekir. Ama asıl sorun, kurunun yanındaki yaşlar! Bu ülkenin masumları,az sayıda ki aydınları, emekçileri da "hak ettiler!diyen yönetimlerin kurbanı oldular, oluyorlar. Çünkü güzel ülkem; düşüncenin soylu irdelemesini sevmiyor. Elbette kusur ülkenin değil! Ülkenin yönetimlerinin büyük zaferidir bu! Kendi insanına karşı verdiği sındırma, bezdirme, kandırma, korkutma kültürünün zaferidir. Hal böyle olunca da, her şey birbirine karışmış durumda. Delikanlılık için öldürenler, erkeğe benzemeye çalışan kadınlar, yalnızlığın ve yarınların korkusunu yaşayan taze bedenler ve binlerce sözün ahlak-din sunumu altında insanlığa sunulması! Ama her sunum; salkım ile talkını hatırlatır bana:))

Söz, söz, söz... Kendi sözlerimizin gerçeğe yönelip yönelmediğini, bize ait olup olmadığını bir irdelesek; belki de ilk kamçıyı kendi bedenimize hatarız...

nihansu dedi ki...

Daha mini mini iken başlıyoruz sözler vermeye, anlamını dahi bilmeden ezberletilmiş kelimeleri sıralıyoruz, andımızı okuyarak. Sorun burada verilen sözlerin kalıplarla önceden belirlenişi ve söz birliği etmişçesine aynı tekrarların yapılması. Bıraksalar özgür iradenizle sözünüzü siz verin deseler acaba aynı nakaratlar mı olurdu? Devletin bölünmezliği diye başlayan cümleyi kaç kişi kurardı? Bir parça zorunluluk bu, henüz içselleştirilmemiş yani olması gereken.
Söz bir kez verilmeli, verildiğinde de içeriği ne olursa olsun ona sadık kalınmalı, bunu henüz 5 yaşındaki oğlum bile bilirken bilip de bilmemezlikten gelenler en çok sinirime dokunanlar.
Çok güzel bir yazıydı.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Söz,söz; sanki söz bombardımanı yaşanıyon Nihan :)) Her yerden söz ve sözcükler fışkırıyor. Ama bu kadar söz ve sözcüğün içinde; bu kadar,söz kirliliği yaşanıyorsa; sözün sahibil olanlar, sözün başında oturan efendiler,ilim,edebiyat,felsefe,kanun,siyasi insanları tarafından iyi irdelenmeli derim. Artık, güzel tavla kültürü ile söz vermek, söz bulmak yerine, sözü satranç kültürlerinden çıkarmalı :))

Yine sirenler çalıyor; dikkaaat söz bombardımanı başladı; herkez sığınaklara... :)) Tanrım, ne kadar acele etsem, yine de söz bombardımanlarından kurtulamıyorum; yine yara almışam ben :))