12 Temmuz 2010 Pazartesi

SANAT KOKAN KİLİSE

Kamera; Güven     - Çeşme
Çeşme limanından Sakız Adası seyri

Kamera; Güven   Çeşme Kilisesi-Temmuz

Heykeltraş Nihat Bey, çırağı Doğa'ya
heykel yontma sanatını öğretiyor. :))
Arka plandaki resimler Nurdan Hanımın.
Sanatın koktuğu mekanlar,bir başka
oluyor...

Kamera; Güven     Diler Hanımın Sanatı
Bu resmi Diler Hanımdan izin almadan çektim
ve yakalandım. İnce bir eleştiriyi hak ettim:))
Sanatçının eleştirisi de "sanat" gibi oluyor:))
Resimlerin güzelliği karşısında flaşı kapatmayı
unutmuşum. Dağdan gelip bağdakini
kovma misali; sanatın içine balıklama
atladım. Elbette daha çektiğim
ilk resimde arkamdan bir bayan
sesi; "nasıl güzel çıktı mı?" Bendeniz
yemi yutmuş hiçbir şeyden haberi olmayan
saf çoban misali; fotoğrafa baktım ve;
"flaşla pek iyi çıkmamış" deyip bir de
flaşsız çektim. Ve o an, baltayı da
taşa vurduğumu anladım. Tam da Diler
Hanımın ince ince gülümsediği an da
ona döndüm özrümü illettim. Ve ceza olarak
bu resimden başka hiçbir resim çekmedim:))
Kamera; Güven 
Mehmet Culum ve Jean Culum
Sevgili yazarımız geçen yıl bıraktığım neşe-
huzur içindeydi. Eşi Jean, harika bir
ev sahipliği gösterdi. Kendi marifeti
ürünleri içtik ve yedik.
Yazarımızın bugüne kadar üç
kitabı yayınlandı. Azap Ağa,
illah ki okunmalı

Kamera; Güven     Alaçatı-Mehmet Bey'in güzel evi.
Ressamları, heykeltraşları koklayan, seyreyleyen
Doğa, bu kez de yazar olan Mehmet Bey'i kokladı.

Kamera; güven
Yönetmen; güven
Oyuncular; Mehmet Culum ve Jean Culum :))
Ayrılırken bizi dış kapıya kadar uğurlamaya
gelen Mehmet Bey Ve Jean'a fotoğraf
çekerken; " Lütfen el sallarmısınız" dedim.
Mehmet Bey, gülümseyerek " oh oh bizi bir de
konu mankenliğine soyunduruyorsun"
"Elbett bu fotoğrafları çok pahalıya sadacağım ben."
Gülümsedik uğurlama için kalkan eller ile birlikte.

Eller, her uğurlayışta sevginin özleme açılan aynı
zamanda buluşma vaktinin duasını eden eller...




                                    SANAT KOKAN KİLİSE



Çeşme’nin viran yapısında sanat ve sanatçının bol olan zamanındayım. Tesadüf bu ya Temmuz ayı, Çeşmenin viran kilisesinin sanatçılar ile buluştuğu bir ay. Ve ben o sanatçıların, göz nuru döktükleri eserlerinin tam da yakınında oldum. Onlarla konuştum, eserlere bıraktıkları kokuları kokladım.

Sanatçıların sanatlarını sergiledikleri yapı Rumlardan kalma bir kilise. Zamanında görkemli bir yapıymış. Şimdilik taş olan duvarlar ve üst çatı sağlam görünüyor. Turizmin bu kadar önemli olduğu Çeşme, turizmine oldukça katkı sağlayacak bu yapıyı onarmamak; hangi vatanperverlerin sağduyulu akıllarının ürünüdür bilemiyorum. Çokbilmişliğin, zalimliğin bir başka vurdumduymazlığı…

Yapının viranlığı, yöneticilerimizin pişkinliği bir yana; yapının içinde geçici de olsa sanatçıların eserleri sergileniyor. Bir fotoğraf sergisi, iki resim sergisi ve bir de heykel sergisi ilk gördüklerim. Fotoğraf sergisinin sanatçısı hariç tümüyle konuştum.

Soyut resimlerin sanatçısı Nurdan Hanım ile resimleri, sanatı hakkında uzunca bir sohbet yaptık. Viran kilisenin dökülmüş duvarlarına dayanmış resimler; sanki geçmiş ile gelecek arasında bir köprü gibi duruyorlardı. Zamanın tüm kirleri, acıları, sevinçleri tuvale akmıştı. Mor ve lila rengin bolca kullanıldığı eserler soyut sanatın gösterimini yapıyorlardı. Sanatçı beyninin kıvrımları arasındaki derinliğe girmiş ve oradan süzülen gerçekleri resim sanatı ile buluşturmuştu.

Korkuyu Beynime Hapsettim. Evrenin Ruhu Dünyaya İndi. Teğet Geçen Vurgun! Deprem gibi anlatımlar sanatçının bazı resimlere verdiği isimler. O ana kadar birkaç kez gezdiğim, uğradığım mekânın soyut resimleri; sanatçının bilgi vermesi ile soyuttan oldukça somuta dönüşüm yaptı. Anlamsız duran ve anlamlandıramadığımız renkler, şekiller; sanatçının sanata akan felsefesi ile oldukça anlamlı hale geldi.

Özellikle soyut alandaki sanat çalışmalarında rehberlik hizmeti oldukça önem arz ediyor. Daha fazla sanatsever istiyorsak, göze ve aynı zamanda gönüllere de hitap edecek bilgileri aktarmalıyız. Sesli veya yazılı… Film gösterileri ile desteklenen ve resimlerin oluşumundaki hikâyenin anlatımı; sanatı ve sanatçıyı sanatsevere daha da yaklaştırıyor. Bu ülke insanı bu kadar zorlanıyor, bu kadar sıkışmışsa; sanat ile sanatseverin buluşamamasının eksikliği vardır. Sanatçı, kendi mesafesini korumuş, sanatını sadece eserlerine aktarmıştır. Hâlbuki sanatçının sanatı; sanatseverler ile anlam taşır. Sanatseverler de doğuştan olanlar hariç; çok azdır. Bu ülkenin güzel insanı sanattan çok savaşı ve kargaşayı sever!

Bu yüzden; sanatçıya, soylu yöneticilerimize oldukça anlamlı görevler düşüyor.

Diğer sanatçı Diler Hanım ise aynı atölyeyi paylaştığı Nurdan Hanımın tam tersi bir çalışmanın eserlerini sergiliyordu. Onun eserleri oldukça somut anlamları, çizimleri anlatıyordu. Oldukça güçlü renkler; gece hayatını, eğlence hayatını ele alması, viran kiliseyi mutlu edecek kadar güçlüydü. Sanki onun resimleri sadece tuvale yansıyan boya ve çizimden ibaret değil; o eğlence mekânların tüm ahalisini de viran yapıya getirmiş gibiydi. Keman Çalan Kız, Limanda Dinlenen Küçük Kayıklar, Kahvehane Eğlencesi, Gazino Şenlikleri ve oldukça coşkulu çıplak kadın resimleri. Kimi aynanın karşısında, kimi hamamda, kimi de tuvalin karşısında ruh bulmuşçasına viran kiliseyi bir başka şekilde mutlu etmişlerdi.

Diler Hanım ile tanışmamız ters başlasa da gelip gittikçe anlamlı bir dostluğa dönüştü. Ben her uğrayışımda o, görevini en disiplinli asker gibi yapıyordu. Neredeyse tüm gün eserlerin hatta arkadaşlarının eserlerinin bile başında bekleyerek geçiriyordu. Yorgun bedeni ama sanat dolu gözleri ümit saçıyordu. Evet, yorgundu, yılların yükü sırtındaydı ama yükünün birazı tam karşımda; inanılmaz figürlerin dansını muhteşem gösterimini yapıyorlardı.

Viran kiliseye her gelişimde bir türlü göremediğim heykel sanatçısı Nihat Atagöz’ü nihayet son akşam yakalama fırsatım oldu. Kendisi Çeşme’de yaşayan bir sanatçıydı. Çeşme gurubunun sanatçılarından… Kibirsiz, konuşmayı, bilgi vermeyi, sanatının sanatçıdan sanatsevere akacak enerjisini her an aktarmaya hazırdı. Bir sorup on dinledim. Heykellerin kompozisyonu ona özgüydü. Günümüzün insanlarını, hikâyelerini anlatsalar da sanki mitolojik çağların gün yüzüne çıkan heykelleriydiler.

Nihat Bey’e sordum; “ Neden heykelleriniz genelde hüzünlü bakıyor?”, Nihat Bey; “ Zaten günümüzde hüzün bol değil mi? Ben de eserlerimde hüznü, acıları, yalnızlıkları anlatıyorum.”

Nihat Bey’in verdiği cevap, bir sanatçının toplumcu yönünü anlatmaya ve onu anlamama katkı sağladı. Sanatçının eserleri hakkında sıkılmadan bilgi vereceğini bilmem; onun yanına oturmamı, yanı başımda sanatını yaparken izlememi sağladı. Otuz santimlik çamur kütlesi, bir süre sonra sanatçının elleriyle, bıçağıyla şekillenmeye, insan bedenlerine benzemeye başladı. Heykel sanatının ilk adımı; çamuru işlemek ile başladı. Ayağımız ile üstüne bastığımız toprak-çamur; bir süre sonra önünde saygı ile eğileceğimiz sanat eserlerine dönüşüyordu. Elbette bir saatlik bir olay sonucu değil…

Nihat Bey, bu eserlerde anlattığınız kompozisyon önceden mi belirliyorsun?, Nihat Bey; “ Büyük çoğunluğunu heykeli yapmaya başladığım zaman belirliyorum. Parmaklarımın vereceği kompozisyon ne anlatmak istiyorsa onu anlatıyorum. Çoğu zaman çalışmaya başlayana kadar ne yapacağımı bilmiyorum. O an çamuru şekillendirmeye başlıyor, ruhumu ve onun anlatmak istediği kompozisyonu esere aktarıyorum. Ve ortaya ilginç ama oldukça anlamlı eserler çıkıyor.”

Nihat Bey’in çalışmaları oldukça anlamlı eserlerdi. Bir karikatür sanatçısı titizliğinde küçük bir anlatımla oldukça ilginç ve manalı konulara dikkat çekiyordu.

Nihat Bey’in yeni bitirdiği çalışmalardan birisi hemen arkasında duruyordu. Belki o an, onlarca güzel eseri içinden onu daha güncel ve daha anlamlı buldum. Eser, ağzını kocaman bir şekilde açmış ve kocaman dişleri olan bir figürün duyarlı bir kompozisyonuydu. Eserde ilginç olan; kocaman bir ağız ve büyük dişler değil. Açık olan ağzın içinde bir insan bedeni yutulmak üzere! Bir başka insan üst dudaktan yukarı tırmanıyor. Bu seferlik ağzın içinden mideye gitmekten kurtulmuş. Bir başka insan da, ağzın alt dudağından aşağıya sallanıyor. Belki de bir dil hareketi ile kocaman ağzın bedeni o adamı da yutacak birazdan…

Bazen halkın milyonlarcası bir araya gelse, tepinseler, küfretseler, çığlık atsalar veya yalvarsalar. Bir sanatçı milyonlarca insanın sürüden ibaret kalan davranışlarının tümüne bedel duyarlılığı bir heykelde bile anlatabilir.

Bazen bir heykel, bazen bir resim, bir fotoğraf veya bir karikatür olur; sanatın anlattığı. Sürüleşmiş, akıldan uzaklaşmış ve sadece yönlendirip ezbere yaşayan kitleler; bir sanatçının küçük bir heykelde, resimde, karikatürde anlattığı kadar etkili olamaz. Bu da sanatın ilahi gücü olmalı…

Güven

4 yorum:

bilge dedi ki...

Sevgili Güven Çeşmeye o kadar çok gittimki ama o bahsettiğiniz kiliseye uğrayamadım ..çeşme kalesinin yanındaki eski kervansarayın resminide çekseydiniz restorasyonu yapıldı belkide görmüşsünüzdür..güzel dostluklarınızın daimi kalması dileğiyle..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Teşekkürler Bilge.Hayatın güzel ve anlamlı akışında güzel dostluklara hep el sallayalım.

Selma Er dedi ki...

merhaba güven bey,çeşme'yi ve alaçatı'yı hiç görmedim..ama sizin bakmasını ve görmesini bilen gözlerinizle,o güzel anlatımınızla gitmiş kadar oldum..kilise ve dostlarınız da harika..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Selamlar Selma Hanım. Sanırım çok az bakma ile bile muhteşem güzel insanları görebiliyorsak,bir de gerçek bakışları öğrensek; belki de dünyevi işleri bir kenara bırakırdık :))