24 Temmuz 2010 Cumartesi

MANKURT

Kamera; Güven   Göztepe Oyuncak Müzesi
Çocuklar Mankurtlaşmasın diye kendini
çocuklara adayan bir adam; Teo.
Teo,selam olsun sana...

Kamera, Güven  Göztepe Oyuncak Müzesi
Çocuklar Mankurtlaşmasın diye; ilim-fen,
felsefe,sanat öğretiliyor.

Mankurtlaşmanın çığ gibi
yayıldığı bu dönemde Mankurtlaşmamış,
Tanrı'nın güzel zekasını ilimden,tarihten,
sanattan,felsefeden,tabiattan ayırmamış
soylu insanlara; Sevr Antlaşmasını,Lozan'ı ,
Çanakakle'yi,Kurtuluş Savaşını
unutmadıkları, unutturmadıkları için;
TEŞEKKÜRLER ediyorum.
Sizlerin önünde eğiliyorum ben...


MANKURT



 Türk Dil Kurumunun Mankurt açıklaması; Ulusal kimlikten uzaklaşan, içinde bulunduğu topluma yabancılaşan, şeklindedir. Mankurt hikâyesi ise Türk Dil Kurumunun anlatımından çok öte ayrı bir dramın da yeryüzünde yaşanmış olabileceğinin ürpertisini veriyor insana.

Sakın durduk yerde bu Mankurtluk da ne oluyor demeyin! Çünkü ne pembe gözlüklerim, ne de siyah bir kalbim var benim. Gördüklerimi, duyduklarımı, okuduklarımı kendi iradem ile harmanlayıp yazıya dökmektir amacım. Yaşadığımız bu zamanda hayatımız garip hale gelmeye ve hızla yalnızlaşmaya başladıysak; bunun bir tek amacı da var diyemeyiz. Sadece hükümeti suçlamak, sadece muhalefeti yetersiz bulmak; Mankurtluğa giden yolda harika bir teselli ikramiyesi değildir.

Mankurtluğu isterseniz Türk Dil Kurumunun dili ile isterseniz burada anlatacağım hikâyenin mecaz anlamı ile karşılaştırıp öyle kabul edin. Her iki kabul edişin yolculuğu bile kalbinde biraz sevgi olan insanları düşündürüyordur. Beni oldukça düşündürüyor. Bazen bu düşüncelerin yorgunluğunu ciddi bir şekilde hissediyorum. Kimse de bana bu görevi vermedi. Ama insanın insana olan duyarlılığı, hayata olan sorumluluğu coşmaya görsün…

Ne hazindir ki ülke gündemimiz siyasetten başka bir yöne oturmuyor. Siyaset, şehit ve kaza haberleri; toplumun üzerindeki bir parça iyimserliği bile eritiyor. Sanki gökten sürekli asit yağmurları yağıyor. Bir çocuğa bir resim çiz desen; çok merak ediyorum; iyinin pembe, yeşil, sarı, mavi, beyaz renklerini kullanabilecek mi diye?

Neredeyse 24 saat tartışıyoruz güya! Medyada en başköşede en baş aktörler; kimi bilerek ve bilgisinin alın teri; kimi ise harika bir ideolojinin yozlaşmış yönleri ile tartışıyorlar. Bazen gülerek, uzlaşarak ayrılırlarken, bazen de kavgaların en soylu olanı, en çirkin olanı ile ayrılıyorlar bol ışıklı televizyon mekânlarından.

Sonuç! Tartışmalarında taraftarları oluştu. Sen haklı, ben haklı… Bizimki nasıl da lafı oturttu dün akşam! Gürdün mü nasıl da önüne baktı haddini bil deyince… Diye devam eden ve ülke sevgisi, insanlık sevgisi, insan sevgisi kokmayan alışılmış ezberlenmiş davranış biçimleri. Peki, bunca zamanını telef eden halk; ne yapsın? Ne yapacak? Kime inanacak? Zekâsı ve öğretileri, bunca karışık işleri kaldırmaya, irdelemeye yetecek mi? Hadi yetti diyelim; bu zekânın bunca dalavere-alavere arasında kendini koruma gücü nasıl oluşacak?

Sivil Kurumların güçlenmesine, yaşamasına ve oluşmasına uzak bir topluluğumuz var. Herkesin merak ettiği bir tek şey var; komşusu ne zaman batacak? Ve ondan sonra, tanıdık bildik uzak duruşlar… Vah, vah deyişler…

Bu ülke Mankurtluğun savaşını veriyor. Bilginin bol almasına, kitabın, gazetenin ucuz olmasına kanmayın siz! Bu ülke insanı Mankurtluğa adım, adım gidiyor. Gerçekler, güzel ve soylu gerçekler ; “gün” gibi ortada. Ama biz, ne olursa olsun yine bildiğimizi okuyacağız. Bildiğimiz duyumlar ve yozlaşmış ezberler olsa bile!

Bu arada sevgili okuyucu; unutmadan Mankurt ile ilgili sanat haberimi de hatırlatayım. Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın sergilediği “Mankurt” adlı oyun, Rusya Saint Petersburg’da düzenlenen “ Uluslar arası Tiyatro Festivali”nde birincilik ödülü kazandı. Bu güzel sanat olayı sayesinde Mankurtluğu daha iyi anlar ve irdeleriz inşallah…

Kırgız yazar Aytmotov’un anlattığı gibi “Mankurt” gen mühendislerinin laboratuarında üretilme gayreti içinde oldukları insan ile hayvan arası yaratıktır.

Hikâyesi; Vahşi bir kavim olan Juanjanlar, yanlarında kalanlara çok kötü davranırlardı. Kurbanlarının kafalardaki saçları ilk önce kazırlar sonra sivri bir alet ile saç diplerini kanatırlarmış. Tam da bu esnada hemen oracıkta canlı bir deve kesilirmiş. Deve oğlu devimizin boyun bölgesinden alınan deri “mankurt” haline dönüşecek çokbilmiş insanoğlunun kafasına geçirilirmiş. Bu mankurt adayları uzak ve sessiz bir yere getirilirmiş. Tutsaklar kafalarını yere sürtmesin diye tahtadan kalıplar yapılıp onların günlerce güneşin altında kalmaları sağlanırmış. Ne büyük bir insanlık gösterisi… Elbette büyük bölümü inleyerek, bağırarak ölüyormuş. Ya kalanlar! İşte onlar da MANKURT efsanesini doğuruyorlar. Yani artık, geçmişleri ile hiçbir şey bilmiyorlar. Sadece emre itaat edecek, efendilerinin söylediklerinden dışarı çıkmayacak harika canlılara dönüşüyorlar.

Böyle bir hikâye olur mu, mankurt çok hoş bir efsane diyenlere şunu demek isterim! Etrafınıza bir bakın! Sokağımızdaki insanların kaçını tanıyoruz? Ya apartmanımızdaki insanların kaçı ile selamlaşıp kaçının ismini biliyoruz? İyice düşünün! Ne kadar çabuk kuşkuya kapılıp, ne kadar çabuk nefret ediyoruz. Sevgi, bilgi, felsefe, ilim ile beslenmiş bir topluluk; sevgiyi, insanlığı, diğer canlıları bu kadar çabuk yok eder mi? … Soruyorum; yok eder mi?

Adım adım mankurt oluşumuna doğru gidiyoruz. Bugünkü mankurtlaşma belki hikâyedeki gibi deve derisine sarılı ve güneşin altında çıplak ve yaralı bir beden ile bekleme değildir elbet! Bugünkü mankurtlaşma; hukuka, cumhuriyete, felsefeye, sanata, ilimlere, folklarımıza uzaklaştırılmanın desteği ile yapılıyor haberiniz ola. Ve bugünkü acımasız efendilerin makyajları, mülkleri, destekleri, güçleri oldukça yerinde…

Hiç telaşsız, her kez yapabileceği, taşıyabileceği bir işi yapmaya başlamalı. Vurdumduymazlığımızı, bana ne, kültürünü bir kenara bırakıp; ulus olma, insan olma bilincimizi fark etmeliyiz? Artık daha fazla dinlemeli, daha fazla okumalı ve daha fazla çalışmalı! Sürekli içini oyduğumuz devletimizin bizim olduğuna savaşsız zamanlarda da inanmalı…
Güven























9 yorum:

Makbule Abalı dedi ki...

"Sevgi, bilgi, felsefe, ilim ile beslenmiş bir topluluk;sevgiyi, insanlığı, diğer canlıları bu kadar çabuk yok eder mi" diyorsunuz...
Yıllardır her aşamadaki sınav sonuçlarına baktığımızda:Eğitimdeki içler acısı durum ortaya çıkıyor, çocuk ve gençlerimizi, hangi amaçlar doğrultusunda, nasıl, ne kadar eğittik, neleri ne kadar öğretebildik, neden dershanelere, özel derslere ihtiyaç duydular, felsefe derslerinde haftada kaç saat, ne kadar düşündürebildik...
Neden kalıcı bir "Eğitim Politikamız" yok, "varlıktan yokluğa, üretimden tüketime" sonsuz bir hızla yol alıyoruz...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Gençlere sorulan ilk soru; yabancı dilin var mı? Elbette. Kaç para kazanıyorsun? Oh güzel...Zeki genç canım. Kendini kurtarmış. Bir eli yağda bir eli balda... Efendiler mutlu. En zeki çocuklara sınırsız burslar ile harika maaşları vererek; geri kalan Mankurt ailesini harika bir şekilde yönetiyorlar.

Dikkat! Büyük Patron Geliyor; dendiğinde her kez ayakta ve dimdik olacak... Dikkaaat!

Kurtuluş Savaşı neyin kurtuluşuydu; unutturuldu ve unutmayı tercih ettik... Garip bir durum. Güya, daha çok okuyor daha çok eğitil-dik...
Tarih ve felsefe; yabancı dilden daha fazla önemsenmedikçe; sanat,bu topluma uzak bırakıldıkça; daha çok acılar,yalnızlıklar, kimliğini kaybetmişlikler yaşarız diye düşünür ben...

Her zaman olduğu gibi; Sözüm Meclisten Dışadır.

mete dedi ki...

Çok güzel

mete dedi ki...

Çok güzel olmuş elinize sağlık

nihansu dedi ki...

Haklısınız, gitgide mankurtlaştığımız doğru. Bu kelimeyi ilk duyduğumda ilgimi çekmişti ve okudukça aslında bize ne kadar da uyduğunu hayretler içerisinde gördüm. Asosyal varlıklar olmaya, geçmişimizi unutup hatta hiç bilmeyip bambaşka bir tür olmaya başladığımızı düşünüyorum.
Bu arada oyunda sergilenen hikaye oldukça enteresanmış doğrusu.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Hoşgeldin Mete. Teşekkürler sana

GÜVEN SERİN dedi ki...

Evet Nihan Mankurtlaştırılma geri sayımı başlamıştır. Sanırım güzel bir film izleyecek bu çağın film meraklı insanları. Bir ulus; nasıl yokedilir,bir ulusun bükülmeyen gururu nasıl yerle bir edilir oyunu,çok ilgi çekecek gibi...

Arzu Sarıyer dedi ki...

Ne yazık ki "Mankurtlaştırılma"1946dan bu yana azar azar bugüne kadar getirildi ve hız kazandı.Kutuluş savaşı topla tüfekle düşmanı kovmaktan ibaret değildi.Ulus olma bilincini yitirmiş bir ulusun tekrar ulus olma savaşıydı .Orta Asyadan Anadoluya bu savaş defalarca verildi.Ben inanıyorum ki bu son durumdan da kurtulacağız."Sığdaki derinlikleri"sizin gibi görüp yazabilenler olduğu sürece umutlarım hiç bitmeyecek...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba hocam. Çok doğru söylüyorsunuz.Size katılıyorum.

Saygılar size