17 Temmuz 2010 Cumartesi

MADEN İŞÇİLERİ (TEMİZ ÖLÜMLER)

Kamera; Güven            Spil Dağı-Manisa

Yaşanan kargaşalar, büyük kalabalığın
büyük kurnazlığı, sevginin katledişi
korkutuyor beni. Ve ben; bu korku ile
birlikte göç etmek istiyorum dağların
yalnızlığına. Ve ben bu yalnızlığın
kalabalığa iyilik amaçlı olduğunu
biliyorum. Ama anlatamıyorum!
Öylelyse bende eksik bir şeyler var!

MADEN İŞÇİLERİ (TEMİZ ÖLÜMLER)



Genç anne sokakta oynayan kızına seslendi; “ Ayça, oraya oturmayın kızım! Az önce oraya kediler oturdu.” Hijyen maddelerinin en bol olduğu bu zamanda titiz bir anne de çocuğunun sokakta bile oturacağı yerin hijyenini düşünmek zorunda!

Seçme ve seçilme hakkı ne kadar anlamlı ve ne kadar insani! İnsan ülkesini yönetecek, çocuklarının kaderini değiştirecek yöneticileri Cumhuriyetin harika varlığı sayesinde kendi seçiyor. Aslında “ kendi seçiyor” sözü, sözcükleri içime tam oturmasa da eylem olarak, kendi elleri ve ayakları ile oy sandığına kendimiz gidiyoruz. Ama ne hazindir ki beynimiz ve beyni yöneten nöronlar bizim kontrolümüzde olmadığı için seçilmişler; bir seçkinlik kutsanmışlığı içinde bizleri; güya yönetiyorlar… Onlar kendi geleceklerini, kendi yakınlarının kaderlerini sevgili halklarından daha fazla önemsiyorlar. Bunun kanıtı mı? Bakın; ölen insanların nasıl ve ne şekilde uğurlandığına ve kalanların hüzünlerine bir bakın!

Titiz bir anne, sokakta oynayan kızının oturacağı yeri bile özgürce seçebiliyor. Ve o yerin çocuğu için ne kadar sağlıklı ve ne kadar güvenli olup olmadığının kararını kendi isteği ile veriyor. O yer uygun değilse bir başka yeri özgür iradesi ile istiyor.

Ya maden işçileri! Seçebilecekleri bir başka işleri var mıydı? Eğer daha güvenli, daha temiz başka işler olsaydı bu işçiler göz göre göre; ölüme, karanlığa, gaz odalarına, zalimliğe giderler miydi? Tekrar soruyorum giderler miydi? Sevgili asil yöneticilerimiz… Bu işçilerin evlerini geçindirecekleri bir başka işleri yoktu. Cumhuriyet sayesinde seçme ve seçilme hakları vardı ama çalışacakları işlerini seçme hakları olmadı ve olmayacak gibi görünüyor. Aynı gösteri, ayni ayinler ve aynı ağıtlar; yüzyıllara gebe kalmış gibi devam edecek! Çünkü seçme ve seçilme hakkını kullanan siyasiler; bir şekilde kandırdıkları halklarının güvenliğini, sağlığını SAMİMİ bir şekilde düşünmüyorlar.

Siyasiler, bürokratlar yeterince samimi, yeterince vicdanlı olsalardı, yedi ayda 77 kişi sadece madenlerde ölür müydü? Bu bir yazgımıdır alla aşkına… Değerli bir yönetici çıkıp utanmazca konuşabiliyor. Zonguldak’ta ölen işçilerimiz için mübarek zat şöyle diyor; “ Bu işçilerimizin ölümü çok temizdi. Çok acısız bir ölüm yaşadıklarını zannediyorum.” diyor… Allah Aşkına; nasıl bir mantığının felsefesine sahip olduk. Hangi zalimlik, hangi inanç; körü körüne ölümleri; “ TEMİZ ÖLÜM” olarak adlandırır da moral olsun diye bu aymazlığı yapar! …

Ölüm yazgının istemediği bir zamanda, önlemlerin eksik bırakılıp, rantın en yüksek hesaplandığı zamanlarda geliyorsa; bu ölüm için temiz bir ölüm diyebilir miyiz? O zaman bütün kirli insanlar ölmek için maden işçisi olmalı! Öyle ya; sonları temiz ve acısız bir ölümle noktalanacak. Ne harika bir son… Hani bilim adamlarının araştırdıkları eceli ile ölüm gibi. Ağrısız, acısız ve sessizce… Ama maden ocaklarındaki kirli ölümler böyle mi? Hiç sanmıyorum! O ölüm, temiz olabilir mi? O ölüm ağrısız, sancısız olabilir mi? Hiç sanmıyorum. O ölümlerde, o karanlığın içine gizlenmiş kara suratlarda, kara bakışlarda; aydınlığa merhametli bakışlar yok mu? Kim bilir o karanlığın içinde, aydınlığın sesine, güneşine nasıl da imrenerek baktılar?

Bir parça ekmek adına çok genç yaşta ve beklenmeyen bir zamanda yaşanan ölümler… Geride kalan ağıt yakıcılar… Kaderin rüzgârı ile çok küçük yaşta karış karşıya kalacak çocuklar… Hangi kurum, hangi soylu yönetici; bir babanın kaybının yarattığı büyük boşluğu giderecek görkemli yeteneğe, vicdana sahiptir?

Genç bir anne, sokakta oynayan kızının nereye oturacağını bile düşünüyor. Ve onun güvenliğini, sağlığını kendi seçme iradesi ile daha iyiye taşıyor. Bir baba, ülkesinin eğitimine güvenmiyor; oğlunu dış ülkelerde ve görkemli burslarla okutuyor. Bir baba, oğlunu daha genç yaşta gemi ticaretine alıştırıyor. Çünkü çok kârlı bir iş… Bir anne çıkınında çok büyük sayıda altınlar bırakıyor. Ve o anneye, nereden buldunuz dendiğinde, annemin çıkınından çıktı diyerek; Cumhuriyetin harika özgürlüğünden yararlanıyor.

Ve bir şehir, o şehrin sürüler halinde bağıran insanları; din adına onlarca insanı ateşe veriyorlar. Ateş ve taş; tüm günahları yok eder inancı ile ölüme koşuyorlar. Bir hükümet, yol yapımınla övünürken, daha yollar on yılı bile doldurmamışken; yamalı bohçaya dönüyorlar… Tekirdağ-Keşan yolu her gün tamir ediliyor. Güya uluslar arası bir yol! Güya bir bölümü yeni yapıldı? …

Zonguldak, Balıkesir, Keşan ve değer madenlerde ölen kara gözlü, kara suratlı ve kara bakışlı işçiler seçecekleri başka bir iş olmadığı için Cumhuriyetimin hür ülkesinde ağıtlar eşliğinde ölüme gidiyorlar…

Güven

4 yorum:

Adsız dedi ki...

selamlar sevgili güven
çok güzel yazmışsınız olanları biz sadece gidenlere el sallamayı öğrenmiş bir toplumuz. Biz ateş düştüğü yeri yakar,ölüm temizliktir gibi sözleri özümsemişiz.Hepimizin borcu var gidenlere, hakları aranmadan haksızca öldürülenere borçluyuz hepimiz de.

Kırmızı Adam dedi ki...

Daha önce bloguma yorum bırakmıştın... Takip edip buralara gelmek ancak kısmet oldu.

Güzel yazmışsın. Kirli yüzler, temiz ölüm...

Not: Balıkesirliyim.

Selam ve sevgilerimle,
KIRMIZI ADAM

GÜVEN SERİN dedi ki...

Ruhgezgini; sadece gidenlere olsa; asıl gitmiş olanlara eller sallarız. Ve deee yüceltiriz;yüce duygulara aç bedenler ile yüceltiriiiz...

Evet evet; hepemizin borcu var.Ama borç; bu zamanda, bu harika dünyanın gelişmelere ve inanılmaz değişimlere gebe kaldığı zamanda; borç, sevilmez ve borca saygı duyulmaz oldu...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Kırmızı Adam; Bloğuma, kültür dünyama, bitmeyen arayışımızın kırıntılarının boşluğa yollandığı yere; hoş gelmişsen:))