28 Haziran 2010 Pazartesi

YİTİK BİR YOLCULUK

Kamera; Güven - Denizli

 Ayşe Hanım ile Onur Bey
Gençlere, bu taze bedenlere bir roman yazsam
onların zorlu yolculuklarının sevgisini tam anlamıyla
anlata bilirmiyim acaba?
Ben, bu iki genç ve güzel ruhlu insanları seviyorum.
Onların öz sevgisi önünde  eğiliyorum.


Kamera; Ayşe Hanım   - Denizli

Gülümsemek, güzel bir şiiri, hikayeyi,
resmi ve yaşanmışlığı hatırlayarak; onların
hatırına bile gülümsemek ne hoş...

Kamera; Güven    Bereketli Ege Toprakları

 Her bağın,tarlanın bir evi,bir çalışanı var.
Emek ter ile yoğrulup öyle bırakılıyor toprağa.
Ve toprak, kendini bu toprağa adamış
soylu insanlara fışkırırcasına ürün veriyor...

Kamera; Güven
Atatürk ve Etnoğrafya Müzesi
Çalışkan hanımların el emekleri, göz nurları...
Bu diyarın farkı; üzerinde yaşadıkları toprağın
altında yatan uygarlıkların farkından mıdır, yoksa
çalışmayı, insanı, sevgiyi öncelik içinde
içselleştirmelerinden midir?
Sanırım, her ikisi de...


Kamera; Güven    Şirince-Selçuk
Taş ve ahşap evler... Dar ve taş sokaklar...
Usta şairin, ölümsüz ruhunun dediği
gibi;
yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli
gözünün içine durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığın karnının.

Yüz yıldır bekliyor beni
bir şehirde bir kadın.

Kamera; Güven       Şirince -Selçuk
Arayış; öz çağrı, kendi mekanına,taş ve
ahşabın bilge ruhlarına çeker sizi. Ve
siz; ölümlü bedenin ölmsüz inancı ile
teslim olursunuz taş ve ahşabın
muhteşem güzelliğine

Kamera; Güven   Şirince'de Gece
SESSİZLİK...
Bir yudum kahve veya bira.... Bir yudum rakı veya
gece; sarhoş eder sizi. O an, ne et, ne kemik, ne
kan vardır bedeninizde. Geriye kalan sadece
bir ruh,bir enerjidir...



                                       YİTİK BİRYOLCULUK


Otobüs akıyordu düzgün asfalt yolda. Boş olmayan koltuklar insanların hikâyeleri, mazileriyle doluydu. Belki birbirlerini ilk kez görüyordu büyük çoğunluğu. Belki bazıları yüzlerce kez geçmişti bu yollardan. Sessizliğim sesim olmadığından değildi. Sesleri daha iyi kavrayabilmekti asıl niyetim. Kırlar ve yerleşim yerleri; akan otobüs ile akıyordu Denizli’den İzmir’e doğru.

Nazilli, Aydın, Ege’nin insan kokan, yemiş, çiçek, ağaç kokan yerlerinden usulca geçiyorduk. Ne bir el sallayanım, ne bir ağlayanım vardı ardımda. Ve ben o akan otobüste, seslerin, renklerin, mazilerin bir bir tasnifini yaptım.

Ön koltukta bir kadın ve bir adam oturuyordu. Kadın, yaşını belli etmeyecek bakımlılıkta sevgi dolu bir sesle adama akıyordu. Adam, dinlemenin ötesinde ses ile kırları pekiştiriyor, sanki başka bir formülün kabul edişini onaylıyordu. Kadın tanıdığı, bildiği yerler hakkında bilgi veriyordu sarı saçlı, mavi gözlü adama. Adam, sanki kadın ile birlikte kurtuluşa doğru, Akdeniz’e doğru koşuyor gibiydi. Tam yerinde çok kısa sorularla kadını dinlediğinin kanıtını da sunar gibiydi.

Adam, sarı saçlarıyla, mavi gözüyle ışığın da etkisiyle Afyon’u, Kocatepe’yi, Dumlupınar’ı hatırlatıyor gibiydi. Kadın, anaç sesiyle ağzına kadar dolu sevgi ve mazi sunuyordu. Kadın, bir ara başka kadınlara dönüşür gibi oldu. Sanki o da kağnılar ile birlikte yürüyen Ayşe Bacı, Fatma Ana, Hatice Nine, sevgilisini on sekizinde savaşa yollamış bedenine gem vurmuş Gülsüm, ateşli bir konuşma yapan Halide oluyordu.

Ne güzel anlatıyordu kadın maziden bugüne akan hüzünlü anıları.

“Çok şeyler yaşadım, çok acılar atlattım. Hepsi de gençtiler. Kansere erken yenildiler. Hangi birini anlatayım sana. Büyük acılar çektiler. Ve o acılar ile ben de acılaştım dönem dönem. “ diyordu kadın; mavi gözlü sarı saçlı adamın kırlara bakan ifadesiz yüzüne. Adam, dinlemesine dinliyordu ama kırlardaydı aklı. Belki; Nazilli’deydi, Aydın’daydı, İzmir’deydi ve kim bilir kadının mazisini dinlerken nerelerin birleştirici hesaplarını yapıyordu.

Yan koltukta genç bir kız ile genç bir adam oturuyordu. Birbirlerine sokulmuşlardı iyice. Sanki soğuktan korunmak için iyice hissetmek ve birbirilerini ısıtmak ister gibiydiler. Usulca konuşuyorlardı. Sırasıyla bir adam, bir kadın anlatıyordu güncel olayları. İkisinin de yüzünde çocuk ifadeler vardı. Sanki hiç büyümemişler hep çocuk kalmışlar gibiydiler. Genç kadın, bazen elini veriyordu genç adama. Adam, kadının elini büyük bir minnet ile kabul ediyordu. Sanki diğer gençler gibi çılgınlığın bıkkınlığını hiç yaşamamışlar ; sanki başka gezegenin en uslu canlıları gibiydiler.

Arka koltukta ise oldukça yaşlı bir kadın ile aynı yaşlarda bir adam vardı. Yaşları çok ilerlemiş de olsa iyi beslenmiş iyi bakmışlardı bedenlerine. Onlar da sevgi doluydu. Otobüsün aktığı yolların şehirlerine onlar da benim gibi bakıyorlardı. Tıpkı sarı saçlı, mavi gözlü adamın baktığı gibi! Yaşlı kadının yüzünde on binlerce hikâye gizliydi. Ve bu hikâyelerin başkahramanı, kurtarıcısı oydu. Sımsıkı sarılmıştı elindeki çantasına. En değerli hazinesini, tüm hikâyelerini o çantada taşır önemsemiş ve sarılmıştı.

Yaşlı adamın gözleri benim gözlerim gibiydi. Küçülmeye başlamadan önce muhtemelen uzun boylu bir adam olmalıydı. Ama yaşlılık bu kadar mı yakışır bir adama ve bir kadına. Sanki yaşlı olmayı istedim onlar gibi. Onlar gibi birbirilerini önemseyip, en ufak öksürüşünde adama uzanan yaşlı kadın elinin mendilinde, titreyen eller ile yaşlı kadına büyük bir içtenlik ile su uzatan yaşlı adamın parmaklarında ben de olmak istedim.

Belli ki sevmişler önemsemişler bir ömür birbirlerini. Acaba dedim, kadın adamdan önce ölse, bu yaşlı bilge duruşlu adam ne kadar dayanır? Yok, yok; adam kadından önce ölse kadın ne kadar sineye çeker bu doğal, ağrısız ölümü?

Yan koltuktaki genç adam ile kadın hafifçe sarıldılar birbirine. Kırlara bakıp, belki bir anıyı canlandırdılar. Belki bir mazi hatırlaması içinde bugünde kayboldular…

Ön koltuktaki orta yaşlı kadın, sarı saçlı, mavi gözle erkeğe hiçbir bıkkınlık duymadan ve yorulmadan anlatıyordu. Trenin nereden gelip nereye gittiğini… Taş evlerin, ahşap evlerin eskisi gibi korunmadığını… Belli ki kadının çocukluğu bu diyarlarda geçmişti.

Otobüs yolculuğuna öyle dalmışım ki, bu yolculuğu sıradan bir yolculuk olmaktan öyle çıkarmışım ki, son durak İzmir’e geldiğimde hiç tanımadığım ama sesleri, mazileri ile arkadaş olduğum bu insanlardan ayrılmak istemedim. Her biri ayrı yöne dağılan ve beni davet etmeyen bu insanların her biri ile gitmek isterdim!

Yaşlı adam ile yaşlı kadın daha gözden kaybolmamıştı. Koşup sarılayım dedim onlara. Ama benden önce başka birileri koştu ve sarıldı onlara. Tanıdıkları, belki de onları karşılamaya gelen akrabalarıydı; kim bilir?

Mavi gözlü, sarı saçlı adam ile orta yaşlı ve oldukça bakımlı güzel kadın; törensel bir endam içinde ayrıldılar terminalin gürültülü alanından. Nasıl da mutlu ve heyecan doluydular. Belli ki daha çok şey anlatacak ve dinleyecekler.

Genç kız ile genç erkek; otobüsteki mutluluklarını dışarıda da belli ediyorlardı. İkisinin de sırt çantaları ağzına kadar doluydu. Kim bilir hangi diyardan gelip, hangi diyara gideceklerdi. Daha ben onların yanına gitmeden onlar haritalarına bakıp ve gidecekleri yönü kararlaştırıp hızlı adımlarla uzaklaştılar.

Daha bir saat içinde tüm otobüsün hikâyeleri, mazileri, bedenleri ile birlikteyken, şimdi koca şehrin gürültülü terminalinde yitik bir haldeydim. Kaybolmuş insan; kendini bulmak için ne yapar? Yaşlı bir çınar ağacı ve şırıltılar ile akan bir dere, ürkütücü olmaktan çok insanı büyük bir coşku ile karşılayan bir tepe arar.

Yitik olan bir insan, başka ne yapar? Dağların arasında, derin bir vadinin yamacında taş ve ahşap kokularının mum ışığında gülümser! Koşul taşımadan, burukluk ve acı hissetmeden öylesine varlığın var oluşu adına; adı, minnetten öte duygular ile yitikliğini bile anlamlı bulur…
Güven

  Not; Öz sevgiyi bulmuş ve o öz sevgi adına bedeninin
haykırışlarına kulak vermiş;hayatı sevgisiz "asla"
kabul etmem demiş tüm bedenlere ve onların
nazik ruhlarına ADANMIŞ bir çalışmadır.

   Her kelimesi, her cümlesi inanılmaz bir samimiyet
ve gerçekçilik taşır.Ve bu çalışma,bir gün benden öte
başka bedenlere o nazik ruhlara bir şeyler anlatırsa;
benim bedenim ölümlü olduğu halde ölümsüz
bir huzur içinde el sallayacaktır  o harika insanlara...

1 yorum:

bilge dedi ki...

güzel bir anlatım hele şirinceyi görünce ilk gittiğim ve ben böyle bir köyde yaşamalıyım dediğim bir köy demekki öyle içten dilemişimki bende arada sırada olsa köyde yaşıyorum..şirince imar planı olan tek köyümüz diye biliyorum aynı zamanda sit alanı olarak ilan edildi..ne güzel geziyorsun güven bir kez daha imrendim..