7 Haziran 2010 Pazartesi

MARJİNAL OLMAK


Kamera; Güven Pamukkale-Aıerapolis
Eğer aylardan Haziran ayı ise ve siz Aıerapolıs'ı
bir keçi gibi gezip dolaştıysanız; bu antik şehrin
havuzu tam sizin için. Bedene mutluluk vereceği
gibi, bedeni de güzelleştiriyormuş:)) Hazır
bedenlerimiz gülmeyi unutmuş, güzellik ihtiyacı
duyarken antik şehri gezmenin ödülü olarak
; buyurun havuza. Tam bir şölen :))


Kamera; Güven Pamukkale 3 Haziran
Sütun parçaları, mermerler, kemerler ve bedenleri
güzelleştiren mineralli sular. Bendeniz güzelleşemedi.
Birincisi mayomu getirmemiştim. Önemli bir eksik.
İkincisi, Denizli misafirperverliği kendini gösterdi.
Telofon ısrarla çaldı ve arayan Fehmi Bey'di.
Fazla naz aşık usandırır hesabı, antik kent bana
doyamadan, ben de ona doymamışken; Fehmi
Bey ile birlikte güzel bir yemek ve gezinti keyfi
yaşadık. Doğrusu ağırlanmak ve önemsenmek
hoş bir duygu :)) Fakat, antik şehir ve
yeni kültürlerin açlığı öyle meşgul etmiş ki beni,
bir türlü Fehmi Bey'in zengin sofrasına ayak
uyduramadım:))


Aıerapolıs Tiyatrosu
Gezginler bu tiyatroya bayılıyormuş.
Bir harabeye dönüşmüş kent, bence
tiyatrosu ile övünmeli. Yukarıya çıkmak oldukça
yorucuydu ama değdi doğrusu.
Bu mekan mimari ve sarfedilmiş emek düşünüldüğü
zaman; baş döndürüyor.
Tiyatronun tam üst tarafındaki tabeleda şöyle bir
yazı vardı.
"Hıarapolıs tiyatrosu bugün, haçıkhavadaki
büyük bir mimarlık kitabı gibi ziyaretçilerin
karşısına çıkan bir tiyatro-müzedir."
Eyvallah.


Kamera; Güven
Bir tiyatro düşünün! Sırtını ulu bir yamaca dayamış.
Kuzeyinde upuzun ovalar, insanları beslemek
için bereket çığlıkları atıyor. Ve sanat, sanatçının
tüm  bedeninde harika alkışlar ile yaşam buluyor.
Taş, insan eliyle, oyun, insan zeka ve bedeniyle
inanılmaz bir varoluş anlatıyor bize.
Antik şehrin tayatrosu sanat gösterisi yaparken,
güneşten yanmış ve terlemiş tek seyircisi de
sanatı seven tüm ruhları çağırır bir sessizilkle
varoluşun yokoluşunu hissetmeye çalışıyordu...


Kamera; Güven 3 Haziran
Taş sokaklar ve taş yapı kalıntıları.
Taş yontucular, at kişnemeleri, kılıç ve ok
ustaları yok şimdi. Şimdi, daima yeninin peşinde
koşan harika yenilikçi ve korkunç bilgiç insanlar var...
Ne demiş değerli kocman-büyük insanlar; eskiye rağbet
olsaydı, bit pazarına nur yağarmış. Ama bu eski, bizlere
çok önemli bir şey anlatmak istiyorsa! ...


Kamera; Güven  Pamukkale-Denizli
Ah Fehmi Bey ah! Tam paçaları sıyırmış,
bende beyazlığın arınma yürüyüşüne başlayacaktım ki
beni aradın! Olacak iş mi yahu! Anladık, Denizli insanı
misafirperverdir, sıcak kanlıdır. Arkadaş, bir antik şehri,
şöyle gönlümce gezemeyecekmiyim ben? Ben de
turistler gibi çamur banyosu, bol mineralli sularda
yıkansaydım, tüm günahlarımdan arınsaydım kötü mü
olurdu yani? Ah Fehmi Bey ah!


Kamera; Güven Aıerapolıs


Kamera; Güven Aıerapolis
Güney Kapısı
Bir taş yığını gibi sessizce bekleyen bu şehir,
biraz ilgi, biraz çaba ile ayağa kalktıkça ürkütücü
bir güzelliği de gösterecektir bizlere.


Kamera, Güven  Fehmi Bey
İşte dostlarım; beni güzelik sularına
girmekten alıkoyan ve diğer antik
şehirlere gitmeme misafirperverlik
taktiği ile set çeken Denizlili Fehmi Bey.
Büyük heyecan duyduğu kiraz bahçesinin
hemen önündeyiz. Bu küçük fidanlar tam
tamına 4500 tane. İki yaşındalar. Ve
bazılarında birkaç tane kiraz var.
Başarılı işadamı Fehmi Bey, bu işte de
gelecek görmüş.
Fehmi Bey, aynı zamanda bu iş karlı tamam
da, sizi doğaya çeken, doğaya sığınma yeri
de olmasın sakın? Fehmi Bey, gülümseyerek;
"Biraz de öyle oldu. Bunca işin arasında
bu sayede doğa ile başbaşa kamaya da
çalışıyorum."
İkinci kuşak oldukça başarılı Fehmi Bey'e
yaklaşık 700 insana iş imkanı sağladı
deye teşekkür ediyorum. Dik duruş,
sağlam adımlar ve disiplinli bir
çalmışma ile ikinci kuşağın genç
işadamları.


SIRA DIŞI OLMAK


Hüsmen Ağam ile alışık olduğumuz bir başka tartışmayı yapıyorduk. Hüsmen Ağam, tam bir Trakyalıdır. Rumeli diyarını koklamış, oranın suyu-ekmeği ile büyümüştür. Sıkça tartıştığım, dertleştiğim Hüsmen Ağam yine bana yüklendikçe yükleniyor.

— Sen sıra dışı bir adamsın. Hem de gizli bir sıra dışı.

Niye böyle düşünüyorsun? Bazı konularda inandığın, inanmışlığın yanında olmak, haykırmak bu kadar da sıra dışımıdır? Peki, sen niye bu kadar sıradan ve durağansın ağam?

— Bak beni iyi dinle kızanım! Bazı zaman binanın taşları ile oynarsan, temelini zayıflatırsan binanın çökmesine neden olursun. Bina eskimiş, yıpranmış olabilir. Ya bırak kendi yıkılsın, ya da binayı onar.

Hiçbir şey anlamadım be Hüsmen Ağam.

—Anlarsın daha yaşın çok genç. Daha neler görecen dur bakalım! Arı kovanına çomak sokmayacaksın. Arılar kızınca hepsi birden saldırır ve bedeninin her yerinden sokarlar sana. Ve sen, ölüm tehlikesi geçirirsin. Hem, arıların balını yemek varken, sefasını sürmek varken; arılar ile niye uğraşırsın be kızanım?

Bazen görmeyecek, bilmeyecek, duymayacaksın!

Peki, Hüsmen Ağam, neden bizler eğlenemiyor, zenginleşemiyoruz. Ve neden bizler zenginliği sadece kocaman cipler, villalar olarak algılıyoruz? Cep telefonundan, bilgisayarına, aspirininden, serumuna kadar dışa bağımlıyız. Zengin devletlerin buluşlarına milyarlarca dolar patent hakkı ödüyoruz. Bizler bu kadar sıradan yaşayıp, görmeme, duymama, bilmeme merakı yüzünden bu kadar büyük bir boşluk-çaresizlik yaratmıyor muyuz?

— Of bre kızan of! Sen beni öldürecek misin? Ben sana ne diyorum yahu? Bu ülkeyi, bu dünyayı sen mi değiştireceksin? Edebiyatın, sosyalliğin, filozofluğun sana ne yararı oldu. Daha bir araban, bir villan bile yok. Konuşuyorsun ama boşuna…

Hüsman Ağam sana bir şey soracağım.

—Sor bakalım.

Gelişmiş medeniyetlerin neden çöktüğünü, neden istilaya uğradığını, neden yok olduklarını hiç sorguladın mı sen?

— Niye kafa yorayım onlarla. Ben senin gibi sıra dışı bir deli miyim?

O müthiş imparatorluklar, uygarlıklar, gelişmişliğin en güzelini, en varlıklısını, en göz alıcısını yaşamadılar mı?

— Eh yaşadıysalar ne olacak? Hepsi tarih oldu. Biz, bu ana bakalım evlat.

Roma, Bizans, Osmanlı, Türkiye olmadı mı? Efes, Truva, Mısır Uygarlığı, Sümerler, Asurlar, Hititler, İnkalar, Aztekler, zamanın bolluğunu, görkemini yaşamadılar mı?

—Yahu sen ne demeye çalışıyorsun beni çatlatacak mısın?

Olur, mu Hüsmen Ağam! Ben seni niye çatlatayım. Sen çatlarsan ancak çok yemekten çatlarsın. Gezmeyi sevmesin. Düşünmeyi delilik olarak anlatırsın. Eski uygarlıkların kıçına bir tekme vurmuşsun…

Ben diyorum ki Hüsmen Ağam! Hiçbir gelişmiş uygarlık çevresini de gözetmeden, düşünmeden varlığını koruyamıyor. Eğer dengeler sürekli o uygarlığın lehine gelişir, etraf inanılmaz derece sömürülürse, o gelişmiş uygarlık büyük sessiz topluluklar tarafından yutulmak için geri sayıma başlamış oluyor.

— Yani Bizans öyle mi oldu be kızanım? Ne alakası var şimdi. Biz anlı-şanlı ordumuz ile geldik, karadan gemi indirdik denize. Sonra koca toplarımız, aslan yürekli ordumuz ile o Bizans’ı ele geçirdik.

Hüsmen Ağam esas sorun, ele geçirip, istila etmek değil elbet. O zaman öyleydi. Kendi şehrini, medeniyetini koruyamıyordun. Biraz gelişi mi, ışıltılar saçmaya başladı mı; bir sürü göz seni takip ediyordu. En zayıf anında saldırıp avını parçalıyorlardı.

Sevgili Hüsmen Ağacığım, şimdi de aynı değil mi? Artık uygarlıklar ele geçirilip bilinen şekilde istila edilmiyor. Böl-parçala. Veya borçlandır, ona uygun korkulacak rakip ve düşman oluşturacak; sürekli birilerine ihtiyaç duymasını başaracaksın. Artık istilalar böyle yapılıyor Ağam.

Tüm insanları, insanlığı seveceğiz elbet. Ama çalışmayı, öğrenmeyi, bilgiye kucak açmayı da öğrenmeliyiz. Kendi buluşlarımızı yaratmalıyız. Kendi kültürümüzü korumalı, boşluk içinde savrulan gençlerimizi özenme debelenmesinden kurtarmalıyız.

— Of be evlat! Yazdığın yetmiyormuş gibi bir de bir araya gelince konuşmaya başlamıyor musun vallahi dayanamıyorum. Bırak bu düşünmeyi, irdelemeyi, yazmayı. İnsanlık bir taraftan duraklarsa, diğer taraftan bir başka çıkış yolu bulur. Ye, iç, eğlen, Bak etrafa rengârenk insanlar ile dolu. Bak benim göbeğime! Oh be yine karnım acıktı. Şimdi lafı bırak da, karnımızı doyuralım. Seni dinleme ücreti olarak elli köfte söylersen vallahi sana minnet duyarım…

Hüsmen ağam, ben diyorum ki, beynimiz aç. Karnımız nasıl olsa bol ve ucuz ekmek ile bir şekilde doyuyor. Nasıl olsa, bizler protein, vitamin, mineral hesabı yapmıyoruz. Diyorum ki, azcık sıra dışı olmalı, bu sıradanlığı bırakıp, bu milletin de bir şeyler üreteceğini, yeni buluşlar yapacağını, sağlığa, bilgi çağına, sanata, spora bir şeyler katacağını gösterelim, kanıtlayalım be ağam!

— Sen daha bana elli köfte söyleyemiyorsun, bir de milletin sorunlarına çare bulalım diyorsun! Hadi git işine. Ben şimdi gider bana bir yemek söyleyecek efendileri bulurum. Birazcık ağalanır, birazcık dert yanar ve birazcık da övgüler söyledim mi tamamdır kızanım…

Yolun açık olsun Hüsmen ağam.
Güven












6 yorum:

Adsız dedi ki...

çok güzel resimler ve doyurucu bir yazı.fikir enleminde buluştuğumuzu gördüm sevindim.bir zamanlar bizim gibi ülkelere kendileri kalın kalın etleri erken mercimek yerseniz protein alırsınız derlerdi.bizim millette yutardı çaresiz.terörü besleyip hayvancılığı bitirdiler doğu anadoluda.şimdi et üretemiyoruz ithal ediyoruz. hangi bir tarafından tutsak; şekere kotayı bastılar,köylüye tarlasını böldürüp hazır paraya alıştırdılar.bırak teknolojiyi insan kuvvetini bile boşa çıkardılar.kendini idare edemessen biri gelir seni idare eder hesabı.

Sabahattin Gencal dedi ki...

İzniniz üzerine bir çalışmanız "Bloglardan Seçmeler"de yayınlandı. İyi günler dileğiyle.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Ruhgezgini;
-------------

Nedense güldüm acınası halimize :)) Kalın kalın etleri yiyenlere de afiyet olsun demeli:)) Allah daha çok versin efendim demeli::)) Allah onları damar sertliğinden de korusun demeli:)) Belli mi olur biraz et kalmış kemiği de bırakırlar insanlık adına.

Sabahattin Hocam:
-----------------

Teşekkürü borç biriyorum. Elinize,düşünen beyninize sağlık.

Saygılar size

KİANA dedi ki...

Ya Barış sana yorum yazmakta zorlanıyorum..bizim ülkemizde buluş muluş olmaz. Bulanıda bulunmayan yere gönderirler..Ya daha evimizdeki ürünlerin menşeini yeni öğreniyorum ben..Bu kadar duyarsızmışım meğerem.
Hüsmen Aga bana çok kızardı heralde.. Adamı da öldürmüşün zaten..Tanımak ister, elli köfte ben ikram etmek isterdim. Sırf anlatsın o güzel şivesiyle bildiklerini diye. İş elli köftede bitmiyor ; dedeğin gibi Barış kardeşim karnımız tok ama beynimiz aç hala...Kendi adıma söylüyorum bunu. Bu güzelim yazılarını okuyunca beynimin ne kadar dolu ve boş olduğunu anlıyorum:))
Selam olsun Ankaradan Tekirdağa..

bilge dedi ki...

borçlandır böl kotaları uygula sonra da tepesine çök eskiden karşılıklı topuyla tüfeği ile savaşanlar şimdi maalesef savaşından cılkını çıkardılar gelecek nesilleri neler bekliyor acaba..sevgiler..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Kiana;
-----------
:))

Bilge;

----------

Ne zaman ki bilgi duygularımız ile mantık köprüsünü kurmayı başaracak; o zaman, ölümler de, savaşlar da, barışlar da, sanat da çook ayrı bir anlam kazanacak diye düşünürem ben.

Doldur ve boşalt mantıı ile bu güzel ülkede, milyolarca insanı bir anda harekete geçirmek mümkündür. O an, harika duyguların hayvansalaştığı andır. Körleşmiş beden, ezberlediği duygunun kölesi oluverir de onu onurlu bir iş yaparmışçasına salyalar saçarak gerçekleştirir.

Halbuki tanımlanan duygular,bilgi ile sahiplenilse, bilgi ile uzay yolculuğunda gezdirilse; duygu; o zaman, taşa da, dağa da, yaşlı bir ağaca da ANLAM yükler diye düşünürem :))