14 Haziran 2010 Pazartesi

HÜZNÜNÜ SONUNA KADAR YAŞA

Kamera; Güven    Kumbağ-Tekirdağ
Hüzün de neymiş! Ya kapris, büklenme, sonsuza
meydan okuma egoları! Bu hayvanların tek derdi;
günlük nafakadır.


Kamera; Güven    Tekirdağ

 Bir garip olur insan; sabahın ilk ışıklarıyla
kalkınca. Önemsediği günün önemli konuğu
gibi başköşeye oturtulur.




                           HÜZNÜNÜ SONUNA KADAR YAŞA


Hüzün, tatlı bir gülümseme gibi gelir kulağımıza. Sanki kötünün en iyi hali de hüzünmüş gibi… Hüzün, insanı insanlığa taşır da insan bu taşıma işinden gocunmaz ve yorulmaz…

Güya, bilginin çok hızla aktığı, inanılmaz bir bilgi bombardımanı yaşandığı bu anda çok az şey etkiler oldu bizleri. Öyle ya, her gün ölümün, kavganın, kederin bilgilendirmesini aktarırsan; o da kendi içinde yitik hale gelir.

Hayattan kopmadıysanız, sizi hayata bağlayan birden fazla nedenleriniz varsa; şehrinizin değişik sokaklarını, parklarını, mekânlarını tanıyın. Tanıyın ki, bu mekânlarda, değişik sokaklarda hiç umulmadık bir anda bir sürprizle karşılaşın. Hayatın dengesinde, almaktan çok vermek vardır. Ama bizler sürekli almaya programlandığımız için, verme mutsuz eder bizi. Tıpkı, sağlığı, hastalığa verdiğimiz gibi. Tıpkı, yakınımız olan bir insanı anlayıp doyasıya sevemeden yaşamdan ölüme uğurladığımız gibi…

Şehrimin dingin bir gününde yine öyle bir değişimi kovaladığım bir anda oturmuş olduğum parkta geliyordu bilginin en güzeli bana. En güzeli diyorum; çünkü o an; o akış, o fark ediş; alışılmışın ötesine, bilinen kelimeler ile nasıl da bilinmeyen güzel şeylerin üretilebileceğinin mutfağına getirdi beni.

O ana kadar fark etmemiştim onları. Gülfidanları aramızda sihirli bir perde oluşturmuştu sanki. Ama ses, orada da bizim gibi canlıların olduğunun en büyük kanıtıydı. Ve ben onların çok yakınındaydım. Dikkatli bakınca bir kadın ve bir adamın harika bir hüznü paylaştığını gördüm.

Adam; “ Seni çok merak ettik, nerelerdeydin Emineciğim?” , Kadın; “ Ah sorma Aliciğim sorma bana. Ablamı aniden kaybettik. Onu uğurladık. Bu da bizi çok yıprattı. Yalnız kalmayı tercih ettim.”

Anlaşılan o dur ki, orta yaşına gelmiş kadının siyah gözlerinde, siyah saçlarında, buğdaysı teninde; abla hüznü vardı. Ablası yakın zaman önce ölmüştü. Ve o, ablanın hüznünü yaşıyordu. Erkek, bilinen teskine çalışmadı bile. Gayet samimi ve içten bir yaklaşım ile “ Emineciğim, hüznünü sonuna kadar yaşa. Bu hüzün, doya, doya yaşanır.” dedi.

O an, zamanın akışı durdu sanki. Kelimeler bilinen satırlardan oluşuyordu. Ama cümle, bilinen bir cümle değildi. Kahır çığlıkları atan, hüzünleri yaşayan dostlarımıza o kadar çok yapay ve içten olmayan seslenişler yapıyoruz ki, bu an; sanki eksik olan seslenişin dünyaya indiği andı. Dünya güzel ve anlamlı bir cümle ile daha tanışıyordu.

Kadının ağlama nöbetleri çoktan bitmişti. Erkeğin yanında olmaktan da mutlu olduğu belliydi. Ama erkeğin kadına seslenişi de o mutluluğu, o güveni fazlasıyla veriyordu. Çünkü fazladan hiçbir kelime etmiyordu erkek. O söyleyeceğini bir tek cümlede anlatmış ve kadın da anlamıştı onu.

Hüznünü Sonuna Kadar Yaşa! Hangimizi bu cesareti gösterip hüzünlerimizi sonuna kadar ve doğru ve anlamlı yaşayabiliyoruz ki? Çünkü bunun doğru olduğu anlatılmamış, gösterilmemiş bizlere. Ve bizler de her kayışın ardından kendi kayan dünyamıza bir adım daha yaklaşırız. Çünkü sözcüklerin mutafına girip kendimize ait harika bir çoban salatası gibi güzel bir cümle oluşturmaktan korkarız.

Birini mi teskin edeceğiz; nasıl olsa bilinen bize ezberletilen ve anlamını yitirmiş bir sürü cümle vardır. Hemen hazır olanı seçer; “ Allah Rahmet Eğlesin. Allah Kurtarsın. Kendine İyi Bak. Takma Kafana.” der harika bir moral verdiğimizi sanır, yolumuza mutlu bir şekilde gideriz güya!

İnsan her konuda âlim olmak zorunda değildir. İnsan her konuda başarı da gösteremez elbet. Ama insan, bilinen kelimelere her yıl birkaç kelime ekler ve kendi bahçesinde kendi yetiştirdiği gülü, karanfili sular gibi sular cümlelerin en içten olanlarını. Ve koskoca çelenklerden, iltifatlardan daha önemlidir sımsıcak içten bir cümlenin gül, karanfil kokan etkisi.

Kadın ve adamın içtenliğine, hüznü rahatlıkla paylaşma gayretlerine selam ederek ayrıldım yanlarından. Günü biraz daha renklendirmek için, bir müzik CD ‘si, yeni gelen kitapların fark edilmesi adına Tekira Alış-veriş merkezine gittim. Kitap ve CD bölümü kendi hareketliliğini yaşıyordu. Kimileri kitaplara, kimileri de CD’lere bakıyordu.

Bugün şanslı günümde olmalıydım! Dönüşümler kitabının gelip gelmediğini ararken, yanımdaki baba ile kızı da kendi dönüşümlerini yapıyordu.

Kız CD’leri inceleyen babasına eğildi; “ Babacığım, ben seninle senin sevdiğin şeyleri izlemeyi çok seviyorum. Çünkü sen de benim sevdiğim şeyleri seviyorsun.”

Babaya seslenin kız, beş yaşlarında olmalıydı. Belli ki babaya moral, ümit ve CD seçmesinde bol zaman-şans tanıyordu. Ne güzel bir cümle! Baba kızının güvencesine, yanında oluşunun samimi masum seslenişine sadece gülümsedi. Bu gülümseme anlam, ümit, heyecan yüklüydü…
Güven

Hiç yorum yok: