26 Haziran 2010 Cumartesi

BEYAZ PENCERE

Bir vedanın değil;  buluşma
isteğinin duygusu ile;
Selam Ola

Çığlıklar,ümitsizlikler,uyurgezerlikler ve
pes etmişler; insanın kendi kısır döngüsünün
harika bir seçimidir.İnsan istemezse, hiçbir
şey, korku ve ümitsizliğe itemez... İnsan,
ölümleri onurlandırdığı kadar; yaşamları da
onurlandırmalı...

Bütün ağıtlar; zamansız ölümlere yakılmadı mı?
Ondan değilmidir ağıtların müziğinin, destanlarınnı
ölümsüz oluşu... Beden kendi çığlığını
attı. Bir bardak suyu bir çırpıda içen beden,
bir küçük tükrüğü yutamadı.


Elbette sıkıca sarılıyorum. Ben ki tüm dünya insanlarını
sevmiş bir insanım. Ben ki renk,dil, din ayrımı
gözetmeden kokulara aç bir bedenim.

Saf sevgi, saf merhamet; kendi canavar çocuğunu
doğuruyor...Yüzyıllardır doğum sancısı çeken
anne; analık içgüdüleriyle özürlü evlatlar
doğuruyor da, en acımasız, en merhametsiz
evlat bile; ana olana gözyaşı döktürüyor.


Yine kitapları, türküleri, bayraklarıyla geldiler,

                                              dalga dalga aydınlık oldular,
                                              yürüdüler karanlığın üstüne.
                                              Meydanları zaptettiler yine.
                                                                      N.Hikmet

Elbette, yaşıyorsuun...



                                  BEYAZ PENCERE


Gazetenin sayfasındaki tarih, 24 Haziran Perşembe gününü gösteriyor. Her Perşembe aldığım gazeteyi bu Perşembe daha bir onurla taşıyorum. Sanki herkesin görmesini ister gibi koltuğumun altına bile almaya gerek duymadım. Zaten gazete satıcısı Murat’a seslenişim de bir başkaydı bu sabah.

“Murat bir Cumhuriyet ver bana.” sesim, her sabah seslenişimden daha farklı geldi bu sabah. Nedenini sonra anlayacağım cevabı gazeteyi okuyacağım zaman anladım. 24 Haziran tarihli gazetenin baş sayfası, siyah bir fon üzerine İlah Selçuk’un cenaze törenine ayrılmıştı. Siyah fon üzerine yazılmış yazı; “ Güle güle İlhan Abi” diyordu… Güle, güle…

Binlerce insan, kendi vicdanlarının tercihleriyle uğurladılar İlah Ağabeyi. Gazetenin baş sayfası iki ölüm haberini, iki ölüm uğurlamasını büyük harflerle duyuruyordu. Yarısı İlan Ağabeye ayrılmış kalan yarısı da İstanbul Halkalı’daki saldırıda hayatını kaybeden Buse içindi.

Daha gazetenin birinci sayfasında düğümlenen beden, acaba diğer sayfalarda ne yapar, ne eder diye düşünmeden edemedim. Yaşamı doya, doya, sindire sindire yaşamış İlhan Ağabeyi uğurlayanların kalkan elleri, yüzlerindeki parıltıları görünce; ölüme bile gülerek bakılacağının soluk yavaşlamasını yaşarken, alt fotoğrafta, alt yazıda Buse’nin ölüm törenini gördüm. Buse daha çok gençti. Çok masum ve tertemizdi… Daha on yedi yaşındaydı. İlhan Ağabey gibi seksenli yaşlara gelmesine altmış koca sene daha yaşaması gerekecekti. Ama artık o, bu dünyada değildi.

Buse’nin tabutu da İlhan Ağabeyin tabutu gibi Türk Bayrağı ile sarılmıştı. Kırmızı üzerine beyaz ay yıldız… Zaten, çekilen acılar, verilen mücadeleler ve zamansız ölümler; milletimizi temsil eden kırmızı al bayrağın beyaz ay yıldızı için değil mi?

Buse’nin tabutuna uzanan küçük bir kızı eli; ablaya son bir veda ediyordu. Ve metaneti, ablanın ona rüyasında verdiği mesajı uyguluyordu. Buse küçük kız kardeşi Sude’nin rüyasına girmiş ve “ SAKIN BENİM İÇİN AĞLAMAYIN.” demiş…

Eminim ki aynı isteği İlah Ağabey de sevenlerine yıllar önce yapmıştır. Hayatı doya doya, sindire sindire yaşayan temiz yürekli insanların geride kalanları üzmek istemeyecekleri acı bir gerçek. Buse daha on yedisinde ama temiz kalbi nazik ruhu ile geride kalanları üzmek istemediği gün gibi ortada…

Daha gazetenin ilk sayfasında duraksıyor bedenimin ağırlaştığını hissediyorum. İlhan Ağabeyi uğurlayan binlerce insanı görünce, babamın cenazesindeki yüzlerce insanın garip ve buruk hallerini düşündüm. Yüzlerce el bedenime dokunmuş, akıllarınca bana moral vermişlerdi! Güya… Yüzlerce el ve sesten geriye kalan tek hatıra; yaşlı bir adamın yanıma gelip ağlayarak bana sarılmasıdır… Ne kaymakamın zorunlu duruşu, ne valinin katılışı, ne sayın pek kıymetli soylu vekillerimizin orada oluşu beni etkilemişti. Ne gariptir ki o ihtiyar hâla gözümün önündedir; ilk gün ki gibi…

Birkaç dakikada hayatıma giren ölümleri, İlah Ağabeyin, Busenin ölümüyle birleştirip sanki hepsi için ağlıyordum; için, için… Ve ben şanslı bir erkeğim. Artık, dışa da, içe de ağlamasını becerebiliyorum.

“Soğuktan donanı buzla ovarlar.” sözünü hatırlayıp gazetenin ikinci sayfasını açtım. İlhan Ağabey’e ait PENCERE köşesi bembeyaz… Ve en altta onun ismi; İLHAN SELÇUK

İlhan Ağabeyin yıllardır yazdığı Pencere köşesi bu sefer beyaz bir boşluğa ayrılmıştı. El dokunulmamış, hiçbir kötülük-kir bulaşmamış beyaz bir köşe. 1980 yıllarda yazdığı gazete makalelerinin toplandığı kitabı; “Düşünüyorum Öyleyse Vurun” ‘u daha iki ay önce okuduğumu hatırladım.

Adam gibi düşünmek ve onun bedelini ödemeye çalışmak; bu güzel ülkede ne kadar zor bir yolculuk. Mutlu bir yaşam, insana ve doğaya sevgi; bu ülkenin kayıp duyguları gibi geliyor bana…

Onurlu ve soylu bedenler; sanki kaybetmeye adanmışlar. Kazanmak, en büyük kurnazlık ama zekâ olmadı benim memleketimde…

İlhan Ağabeyin köşesi İlhan Ağabeye yakışır bir şekilde siyah bir renge bürünmek yas tutmak yerine; saf beyazlığa bürünüp, hayatın gerçeğini de göstermiş oluyordu bize. Hayatın ölüm denen bir gerçeğinin olduğunu, yas tutarak, çığlıklar atarak, keşkeler diyerek kabul görmeyeceğinin beyaz sayfası; ne kadar da yakın geldi bana.

İlhan Ağabeyin yas tutmayan, onu uğurlarken bile yol gösterici beyazlıkta ışık veren pencere köşesi; yaşamı anlamlı kılan bir sürü pencerenin var olduğunu bir kez daha hatırlattı…

Nasıl ki ölüme meydan okuyarak, gülerek gidiyorsa beyaz köşenin sahibi olan İlah Ağabey; aynı güleçlik, tazelik içinde on yedi yaşındaki Buse de beyaz bir sayfa ile gidiyordu. “Sakın benim için ağlamayın” diyordu. Sakın…

Bu iki insanın ölümlerinin bir anlamı olmalı; miskinliği, mazeretleri katmerleştirmiş olan biz insancıklar için! Bir anlamı olmalı! İlhan Ağabey eceli ile ölümün gerçek yaşamına dönüşüm yaparken, Buse ise ecelsiz, hain bir tuzak ve patlama içinde gidiyordu.

Bu iki bedenin ölümlerinin bir anlamı olmalı diyorum; çünkü ikisi de ölüme meydan okuyacak derecede yaşamı ve insanları seviyordu…
Güven
24 Haziran 2010

2 yorum:

Selma Er dedi ki...

mekanları cennet olsun..buse,kızımla aynı yaşta imiş..onun kaybı,beni de çok çok etkiledi..tüm kederli ailelere sabır ve metanet diliyorum..zamansız,suçsuz,habersiz gidenler insanı daha çok üzüyor..

http://selmaer3.blogspot.com/2010/06/ilhan-selcuk-hayata-veda-etti.html

bilge dedi ki...

insanları dili dini rengi ne olursa olsun dünyanın hangi köşesinde yaşarsa yaşasın insan olduğum için seviyorum buse kızımızın kalleşçe katledilişi ve İlhan Selçuğun ölümüde beni derinden etkiledi..ruhları Şad olsun..