21 Haziran 2010 Pazartesi

BABAM, YUSUF

Kamera; Güven          Manisa

 Bir bardak çayın yanında sunulan bir
bardak suya minnet duydum. İstemeden ve
zorlanma gösterilmeden verilen bir
bardak su... Unutulmuş insanlığın
bir tas suya deng düşmesi ne garip!
Ve uzaklarda kendi kabuğunun
dışında gezerken, diğer insanlar ile
o diyarların farklı havasını solumak.
Önümde iki genç duruyordu. Ayakkabı
boyacılığı yapan iki genç. Biri Urfalı,
diğeri Diyarbakırlı.
Merhabayın çocuklar
Merhaba Abi partatalım mı?
Yok çocuklar biraz konuşalım!
Tamam Abi
Okul...Okuyoruz Abi. Ama memleketi
özledik.
Buraya alışamadınızı mı? Yok Abi,
memleket daha güzel...
Zorla yapılan göçler, zorla enjekte edilen
ithal kültürler...
Zorla koyunlara giden köpek; kurt
getirirmiş! :)) Ne diyem;
Değmen benim gamlı keyfime; değmen...
          



                        BABAM, YUSUF



Bir babalar günü daha geride kaldı. Her çocuğun bir babası olduğu gibi, her babanın da bir babası vardır.

Babamın babası Hasan’dı. Hasan’ın oğlu Yusuf, Yusuf’un oğlu benim. Her çocuğun övündüğü bir yan vardır babası adına. Baba mazide kaldıysa, baba adına tüm kabalıklar törpülenmeye başlanır. Tozlar alınır ve baba anıları cilalandıkça cilalanır… Yorumcunun da dediği gibi;

“ Nehir kuruyunca… Saat durunca… Her baba, dede ile torun arasında bir yerde durur. Hep hayatın ortasındadır yeri. Bir şeyleri devralır, bir şeyleri bırakır kalanları… Genleri ve soyları! “

Baba olanın baba özlemi çok daha farklıdır. Babalığın tatlı yükü, şefkate dönüşmüş yolculuğu kendi babanızı hatırlatır size. Elbette babanızın babası dedenizi de. İlk gün ki gibi hatırlarsınız; babanızın sesini, gülüşünü… Hasan’ın oğlu Yusuf; “Oğlum, Güven” derdi bana. Düzenli ve tertipliydi birçok baba gibi… Sevgi dolu, insanlık dolu bir bedenin ıslah olmaz yolcusuydu Hasan’ın oğlu Yusuf.

Hasan’ın oğlu Yusuf’u otuz yaşına kadar farklı sevdim. O zamana kadar, koruyucu, kurtarıcı, kollayıcıydı… O zamana kadar bana genleri ile ölümsüzlük döngüsünü hediye eden adamdı…

Bana göre ikinci otuz yılıma adım attığımda babamı başka sevmeye başladım. Ne genlerinden, ne bırakacağı veya bırakamayacağı dünyalıklarından dolayı… Ne de bize zaman ayıramayıp, kendi çevresindeki insanlığı kurtarmaya soyunmuş olmasından dolayı. Yusuf’un oğlu ben; Hasan’ın oğlu Yusuf’u nezaketinden, üretkenliğinden, insan sevgisine düşkünlüğünden dolayı sevdim.

Babam, bilinen babalar gibi üzerimize titremez, toplumsal yolculuğunda topluma adanmışlığında bize çok az zaman ayırırdı. Küçücük hayvan yavrularının bile daha birkaç aylıkken kendi başlarına bakabilme mucizeleri etkilemiştir beni. Ve ben, otuz yaşında hâla babamdan medet umarken buldum kendimi… O medet umma, bereketli bir analize, büyük bir beden inşaatına başlamama neden olmuştu…

Babam ile aramızdaki sevgi bilinen sevgiden öte dönüşüm göstermişti. Kendimizce beklentileri en aza indirmiş, varlığımızın var oluşu adına mutlu olmayı öğrenmiştim. Ve ben otuz yaşından sonra, geçirdiğim her yılsonunda yeni yıla girerken minnet duyardım babam sağ diye. Babama yakın olabilme ihtimalim bile önemli olmaya başlamıştı. Sesini duymak, o günün hava raporunu bile ondan almak anlamlıydı…

Babamın kendisinden çok sesini duydum. Bir baba sorumluluğu içinde nasıl olduğumu havanın durumunu ve en çok da o gün, çevresi adına bir toplantıya katılıp, bir söz aldıysa o anın sevincini paylaşırdı. Ve ben bilirdim ki o benim babamdı ama başkalarına aitti. Bana ait olan birkaç dakikalık sesi bile büyük bir şükran duygusu içine çekerdi beni.

Tam da babalar günü yaklaşırken berber çırağı İsmail ile babalar günü adına söyleştik;

İsmail babanla birlikte mi yaşıyorsun? Hayır. Onu 3,5 yıldır görmüyorum. Biz annem ile Türkiye’ye geldik. O Bulgaristan’da kaldı. İsmail babasının yokluğunu, oğul olarak ve de evin reisi olarak tamamlamışa benziyordu. Babasını görmeyişi, görmek istemeyişini ciddi ve nihai kararıymış gibi açıkladı. Berber çırağı İsmail’de muhtemelen Ali Kırca’ın yorumladığı gibi;

“ Baba sevgisi, vadesi uzun borçlara bırakılır. Ama vadenin son ödeme tarihini bilen var mı ki? Bir gün nehrin suları ansızın çekiliverir. Ömrün saatinde yorulur akreple yelkovan. Kendinizi birden uzun bir servinin önünde bulursunuz. Kim icat ettiyse Babalar Gününü iyi etmiş. Bunun hakkını verin.”

Yazarın, yorumcunun babaya akan duygularına katılmayacak var mıdır acaba? Körpecik bedeninde baba sevgisini uzun vadeli borçlara erteleyen İsmail’e bu yorumu okusaydım ne değişirdi acaba? Çünkü İsmail, babasına kızmakla, kendi haklılığının ispatı içindeydi. Baba sevgisini Babalar Gününde hissedip, koşulsuz sarılmanın, kokusunu hissetmenin peşinde değildi ki…

Babam Yusuf’u kırk yıl yakınımda hissetmiştim. Babalık sevgisini vadesi uzun borçlara ertelememeyi de otuz yaşında tattım. Ondan sonraki her yılımı bir yıl daha babam ile aynı dünyayı paylaşmış olmanın faziletiyle geçirdim. Onu değiştirmeye çalışmadan, onu diğer babalar ile karşılaştırmadan samimi ve koşulsuz duygular ile sevmeyi öğrendim.

Babalığı vadesi uzun borçlara erteleyenlerin durumunda olmayan çocuklar da var. Babası ile hiçbir hatırası, bir fotoğrafı bile olmayan çocuklar…

12 Eylül 1980 yılının ardından 7 Kasım günü fikir suçlusu diye içeri alınan İlhan Erdest öldürüldüğünde kızları Türküler, 2,5 yaşında, Alaz ise 6 aylıkmış.

Türküler, Ali Deniz Uslu ile yaptığı röportajda ; “ Benim için babamı öpmek, bir mezar taşını öpmek demektir.” diyor. Çünkü babası öldürüldüğünde o daha altı aylıktı. Babası adına geçmişini oluşturan babaya en yakın olduğu yer, mezar taşları ve sükûnet içinde göğe uzanan servi ağaçlarıdır…

Bu ülke evlatları, babalık sevgisini hep vadesi uzun borçlara ertelediler. Ve bir başka babanın oğulları, altı aylık Alazların, Türkülerin, Ayşelerin, Alilerin babalarını öldürdüler… Acaba bir ölüm makinesine dönüşmek nasıl bir duygu? Ve öldürdüğün, ölüme yolladığın insanın gözleriyle, çocuklarıyla bir rüyada bile olsa, karşı karşıya gelmek; o insanı, hangi özrün korkunç girdabına bırakıverir…

Türkülerin, Alazın ve diğerlerin hikâyelerini okurken, hayatın bana ne kadar bonkör davrandığını fark ediyorum. Mazide kalan yığınla baba anıları… Bir gün, mezar taşları ve servilerin dinginliğinde büyük ve geri gelmez pişmanlığı yaşamak istemiyorsanız; yorumcuya Ali Kırca’nın son sözlerine kulak veriniz;

“ Ben kestirememiştim vadeyi. Ondandır, ödenmemiş bir yükün borcunu taşıyarak geçiyor ömrüm.” …

20 Haziran 2010
      GÜVEN

2 yorum:

bilge dedi ki...

vadelerin çok uzunnnn omasını istiyorum..:)))))

Arzu Sarıyer dedi ki...

Bugün bir babayı daha andık.23 Haziran 1960,ölümünün 50.yılında:İsmail Hakkı Tonguç.Kendini topluma adayan,Köy Enstitülerinin Sevgili babası. Yusuf baba gibi sizden çok bizi seven...Kutlarım vade bitmeden borcunu ödeyebildiğin için...