2 Mayıs 2010 Pazar

İPİN UCUNDAKİ YAŞAMLAR

Kamera; Güven  Tekirdağ Eski Liman

Limanın kıyısında ben!
Rüzgâr eser dalga olur. Küçük
kayık kendini kıyıya yaklaştırır.
Kayık kıyıya, onu tutan ip; suya!
Su,ipe yaklaşır. İpe de yosuna...
Yosuna da yaşama yaklaşır. Ve
ipin ucunda yeni yaşamlar doğarken,
bir başka ipin ucunda yaşamlar gidir...

Kamera; Güven 
 İpin Ucundaki Yaşmalar


Kamera; Güven
Balıkçılar adına ipin ucunda bir başka
yaşamlar vardır. Çıma ile kıyıya bağlanmış
küçük kayıklar, balıkçıların yaşam döngüsünde
önemli bir yer tutar.

Kamera; Güven

Yaşam döngüsünün 77.yılında bir adam! Adnan Ağabey.
77 yıllık yaşama yetmiş yedi bin dert sığıdırmış da,
7 kez şikayet etmemiş... Tanrım! Yetmiş yedi bin
derdi, dert edinmeyenler bir yana, yetmiş yedi bin
mutluluğu olduğu halde 7 kez: "oh be" demezler!

İPİN UCUNDAKİ YAŞAMLAR


Dünya ile insanoğlu tam olarak ne zaman tanıştı bilemiyorum ama insan; vahşetler, savaşlar ile belki de ilk dünya adımı ile birlikte tanıştı. Neredeyse tüm canlıların gerçek geçim kaynağı; diğer canlılar oluyor. Bazen büyük küçüğü, bazen de küçük büyüğü yutuyor. Denge, bin bir türlü dengesizlik ile bir şekilde ahengini buluyor. Çok kısa süreliğine yaşanan ve çok kısmi barışlar; yine büyük zamanlara ve çoğulu ilgilendiren savaşlara dönüşüyor.

Sanki bu âlemin tek sahibi onlar gibi. Onlar kimdir? Hangi dünyevi öğretilerin tek tip enerjisi ve talimatını aldılar bilinmez ama böl-bölüştür mantığı ile sürekli galip gelme sevdası içinde olanlardır onlar!

İpin ucunda kimler dans etmedi ki bu diyarda. Ne korkular, ne ağıtlar, ne de görkemli vahşetler kalıcı oluyor; sürekli ölen ve yenilenen hücrelerinin sahibi olan insana. Bu kadar unutkan, bu kadar değişken ve pişkin olmasaydık; belki de büyük topluluklar halinde çıldırmanın tam da göbeğine düşerdik.

İpin ucunda çok insanları oyaladık çok! Neden? Adalet için… Daha huzurlu bir hayat için… Kalanlara yüksek korkular bırakıp; “uslu” durmazsanız sizinde başınıza gelecek ipin ucundaki yaşamdır etkisini bırakabilmek için…

Ne oldu? 1700’lü yıllardaki ipin ucundaki yaşamları ecelsiz yolladık; Lale Devri, 1800’lü yıllara sarka bildi mi? Ne oldu? 1800’lü yıllarda bilime-ilime yatırımlar yapmak yerine gösterişli mimariyi borç paralar, ödünç mimarlar ile yapmanın sonucu 1900’lü yılları ve koskoca bir imparatorluğu kurtara bildik mi? Hayır… Koca bir Hayır… Daha tam manası ile sebep-sonuç ilişkilerini bile aklın yolu ile tartışamıyoruz.

Eğer tartışmaları ülke sevgisi, insan sevgisi içinde devam ettirseydik, 1960 yılının sonunda yine ipin ucunu gösterip, alışık olduğumuz korku sevdalarını tekrar sahneye koyar mıydık? Ne oldu? Kendimizi ne kadar hakladık? İpin ucundaki yaşamlar, isteksiz veya istekli veda edişlerinden sonra “ip kültürü” diye bir korku kültürü oluştu mu? Eğer oluştuysa 1970’li yıllardaki gençlerin ip ile tanışmaları hangi yüksek vatanperverliğin işidir?

Ya ellerini, kollarını bağlayıp, ip yerine kurşun yağdırdıklarımız! Ülke sevgisini, din sevgisi ile yoğurup şeytan ile baş-göz olmanın sorumluluğunu şeytanın efendisi Gothe’ye mi bırakacağız? Yoksa büyük yaradan kendi elerliye dünya yaşamını bize armağan etti diye; yaratıcının en büyük eserleri ile zavallı ve şahsiyetsiz bedenleri karşı karşıya getirmek; Tabiat ile Yaradan’ın savaşından mı ibarettir?

Fakat sonsuzun sonsuzluğa uzanan sahibi yüce yaradan; tabiat ile hiçbir alıp veremediği yoktur. Çünkü aynı bizim yaradılışımız gibi tabiatta bin bir ölçüm-biçim ve tartıdan sonra harika bir ahenk içinde var olmuş. Bu ahenkli tabiat; hiçbir kusuru, özürlü ve hasta bir bedene sahip; öldürme ve kin tutmaya ant içmiş insanoğlu gibi devam ettirmez.

Esas sorun; insan yaratıcı ile yer değiştirmeye çalışmasından kaynaklanır. İnsan en vahşi devirlerde de ipin ucunda dans ettirmeyi, korku buğuları tüttürmeyi sevmiş. Uygarlığın uzay ile iç içe olup, uzay yarışının en üst seviyelere çıktığı bu zamanda da ipin ucunu yağlayıp, güya; insanlık adına insanların canını vermeden almış…

Güya Her Şey İnsanlık İçin!

Hâla savaşların devam etmesi:” o “ bölgenin refahı için? Saddam Hüseyin’de yağlı ve bazen de kuru iplerin ucunda görmek istediği insanları; Soylu Irak Halkı için ipin ucunda sallandırıyordu. ABD’de o bölgeye gelmesi; dünya insanı içindi. Yani bizler için. Ne büyük bir hayal kırıklığı…

Saddam Hüseyin ipin ucundaki son anlarındaki korku-pişmanlık ve bir şans daha bulabilme ihtimalini düşünüp; ARTİK İPSİZ BİR YAŞAM diyebilir miydi acaba? Ya ulaşılmaz ve en büyük korku gücü olarak algılanan ABD, yüzlerce uygarlığın yükselme noktası en yüksek noktadan sonra hızla geriye gittiğini, ipin ucundaki insanın sallaması gibi sallanmaya başladığının ince hesaplarını hangi matematik denklemleri ile denkleyip kendi ulu vicdanlarını arınmış hale getiriyorlar…

İçimdeki ses; ipin ucundaki insanları; ip ile cezalandırıp en telafisiz, en vahşi hatırayı bırakmak yerine, ipin ucunu göğüsleyecek sporcuları, müzisyenleri, sanatçıları, felsefecileri, tarihçileri, mimar ve mühendisleri, hukukçuları yüceltip destekleseydik belki de yaşadığımız ülke; tüm insanlığın ipucunda sallanan-sallanmış bedenleri için bir özrün en yüksek sesle yapıldığı ülkesi olacaktı.

Acaba, Atatürk için yüzyılda bir gelen dahi diyen Avrupa insanı; ilerlemenin dâhilikten öte, çalışmak-araştırmak ve öğrenmekten ibaret olduğunu, neden göstermediler bize? Sanki bize, hep, övünmenin, boşa koşturmanın, etek altının heyecanlı, baş döndürücü haremlerini gösterdiler ve anlattılar!

Bizler her on yılda bir iplerimizi yağlar, cellâtlarımızı ödüllendirirken; bizi övenler de her on yılda bir eser-buluş yaparak kendi geleceklerini ödüllendirdiler.

Zaman-devir ve siyasi anlayışlar ne kadar değişirse değişsin; darağaçları ve yağlı ipler, nazik elli cellâtlar tarafından bir kenara konulsa bile; ipin gölgesini taşıyan, onun kokusunu hissettiren bir sürü ceza; hâla, ülke, namus, onur, kan davası ve soysuz zenginlikler için devam ettiriliyor.

İyi iş çıkarmış bir sürü insanı ipin ucunda sallandırmış cellâtların mezarları bilinmiyor. Keşke bilinse ve de kaç kişiyi o nazik eller ile ve kimlerin soylu emirleriyle ipin ucundaki yaşamdan diğer yaşama uğurladığı anlaşılsaydı. Belki o zaman; ipin ucunda yaşayanlar ile yaşamayanların aileleri bir yağmur sonrası buluşur; toprağa bereket yağmışken; onlar da büyük ağlamalardan sonra kendi ülke huzurumuzu-bereketimizi kalıcı bir kültüre çevirirdiler…

Şimdi, kendi şehrimde oturmuş liman kayıklarına bakarken bir başka ipin ucundaki yemyeşil yaşama bakıyorum. Küçük kayıkları kıyıdaki limana bağlayan 3–4 metrelik çımalar (ipler) batı rüzgârının etkisi ile bazen geriliyor, bazen de gevşiyor. Kayıklar rüzgârın etkisi ile biraz kıyıya sürüklendiğinde onları bağlayan ip de gövdesinin orta kısmını limanın suyuna bırakıyor.

İşte ne oluyorsa o zaman oluyor! Küçük kayıkları limana bağlayan çımalar(ipler) suya girdiklerinde ve birkaç saat kaldıklarında onlara tutunan yosunlar capcanlı yaşamın yemyeşil müjdesini veriyor.

Küçük kayık tekrar az geri gidip çıma(ip) biraz gerildiğinde ipin ucundaki yaşamlar(yosunlar) güneşin de etkisiyle pırıltılar saçarak; MERHABA diyor yaşama…

Güven

































1 yorum:

Arzu Sarıyer dedi ki...

Bir yakınımın haykırışını çağrıştırdı bu yazı"İyiyi yarattın,kötüyü neden yarattın!..."Sanıyorum ipin uçundaki hayatlar bu iki zıtlık içinde.Fotoğraflar ile yazı harika bir uyum içinde,kutluyorum.