4 Mayıs 2010 Salı

BAHAR ve KELEBEKLER

Kamera; Güven
Keşan Tepelikleri
Uzanıyorlar İpsala'ya doğru. Çocukluğuma ne kadar
yakınım dondurulmuş bu fotoğraflarda...
Donmuş çocukluğum, usul usul destekler
bugünün yangın yerine dönmüş diyarın adamını.

BAHAR ve KELEBEKLER


Malum zaman bahar zamanı! Çok yakında renkten renge dönüşen tabiatın sevgili güzel böcekleri olan kelebeklerin de en göz alıcı olanlarını görürüz. Bahar ay’ı neşenin, yeşilin, beyazın ve yeniden var olmanın harika bir ispatıdır. Öldü sanılan tabiat kış ayları içinde güzel bir dinlenceye, dönüşüme yaslanmıştır. Baharın sıcaklığı hissedilir hissedilmez tomurcuklar, çiçekler ve kelebekler; bir bütün görselliği adına sanki yoktan var olurlar…

Ben de bahar günlerinin gecelerinde yüksek acının yüksek ateşlerinde güya bir kitap yazmıştım. Üç aylık serüvene bir sürü karakter yerleştirmiştim. Kitap yazma fikri bile sallanan bedenime destek olmuş, kendi hücrelerim ile yarattığım karakterlerin içinde inanılmaz bir macera yaşamıştım. Tam tamına üç ay süren maceramın başlangıç noktası Tekirdağ şehri olmuştu. Sonra, heyecan dolu öyküm Marmara Adasına taşınmış ve kendi harika yolculuğunu yapmıştı.

Dünyada her gün kıyametler kopar. Her gün tufanlar yaşanır ama insan kendi tufanını yaşarken; kendi Nuh’u olur. Kendi canlıları ile kendi gemisini yapabiliyorsa; azgın dalgalara karşın yol alır.

Ben de kendi tufanımı yaşarken yakın akrabaların ve güya dostların “Allah Kurtarsın” sözlerini incinerek işittim. Başımı dik, adımlarımı güçlü atma rolü; biliyordum ki zoraki olmayacak, sadece sözlerin büyüsüne kapılmış insanlardan da bir bok olmayacaktı! Ve ben de acemi marangoz bilgilerimle kendi gemimi yapıp, kendi seçtiğim dostlarım ile doksan günlük yolculuğa çıktım.

Sanki sihirli bir el bana değmiş benim bu hengâme içinde yok olmama gönlü razı olmamıştı. Hâlbuki ben bir hikâye-roman yazarı değildim. Hiçbir eğitimini de almamıştım. Yayınlatacağım bile meçhuldü… Bana dokunan el; “Yaz, sadece yaz. Kendi karakterlerinle dost ol. Sevgiyi, vefayı, macerayı, aşkı, ihaneti.” işle dedi. Ve ben de öyle yaptım.

Neşemi, telaşımı gören tanıdıklar, komşular o günlerde bana; “ Hayrola Güven, bunca kederin içinde sen hâla gülüyorsun, dik duruyorsun.” dediler. Öyle ya! Birçok şeyini kaybeden bu adam; yerlerde sürünmeli, eşe-dosta yalvarmalıydı. Bütün göstergeler bunu anlatmıyor muydu?

Ben de “kitap yazıyorum, meşem ondandır. Çok yakında da yayınlatmayı düşünüyorum.” diyerek meraklı güzel-soylu insanlara bir yudum ümit verdim. Elbette verdiğim ümitler meraklı arkadaşları, komşuları daha bir meraklandırdı. Ya bu adam bir gün ünlü olurda bizi bırakırsa telaşına bile kapıldılar. Onun için beni her gördükleri yerde ; “ Kitap nasıl gidiyor. Ne zaman okuyacağız. Artık bize de imzalı bir kitap verirsin” sözcükleri ile beni sürekli sınadılar. Benden de hep aynı cevabı aldılar; “ Çok yakında bitiyor, merak etmeyin, ünlü olursam sizi de unutmam. İlk siz okuyacaksınız elbet.” gibi sözler ile durumu idare ettim.

Aylar, yılları, yıllar bedeni daha bir olgunlaştırır, saçları, siyahtan beyaza dönüştürürken; Orhan Seyfi Orhon’un Ömer Seyfettin’i anlattığı bir yazısı ilgimi çekti. Okudum, güldüm ve kendi durumumu aynı zamanda da sonumu gördüm… Ne büyük Hikmet; Ey Allah’ım…

Orhan Seyfi Orhon anlatıyor;

Ömer Seyfettin’e bir gün Babıâli’de rast gelmiştim. Bana o neşeli tavrıyla;

—Cancağızım, dedi. Hikâyelerimi topladım; ismi Bahar ve Kelebekler. Yakında çıkıyor.

O zaman bu isim bana ne kadar yeni ve ne kadar güzel görünmüştü. Bilmem ne sebepten dolayı Bahar ve Kelebekler bir türlü intişar etmedi. Ömer’i her görüşümde soruyordum;

— Bahar ve Kelebekler ne oldu?
—Çıkıyor cancağızım!

Bunu o kadar katiyetle söylüyordu ki, tekrar kitabın intişarını beklemeye başlıyordum. Fakat aradan haftalar, aylar geçiyor, o, bir türlü çıkmıyordu. Ömer’e tesadüf edince sualimi tekrar soruyordum:

—Ömer, hani Bahar ve Kelebekler?
—Merak etme cancağızım; yakında çıkıyor, ama pek yakında…

Heyhat! … O zamandan beri aradan uzun yıllar geçti. Bahar ve Kelebekler yayınlanacak derken Ömer Seyfettin’i kaybettik…

İşte dostlarım; gerçeğin mizah ile yine başka bir gerçeğe; yani benim o an, kendi ruhumun bedenimi kurtarma romanı; Ömer Seyfettin’in Bahar ve Kelebekler kitabı gibi mi olacaktı? Zaten bu işin olmayacağına inanmış dostlar da başka sorular ile başka meraklarını giderme vazifelerine çoktan sahip çıkmışlar.

Ne onlar bana; “ Güven’ciğim ne oldu senin roman?” diye sual soruyorlar! Ne de ben onlara; “ Her olayı kendinize vazife çıkaran güzel-soylu insanlar; cancağızlarım, ben artık o romanı düşünmüyorum. Artık her gün bir başka romanın yolculuğunu yapıyorum.” diyemiyorum…

Aradan geçen aylar, yıllar; Ömer Seyfettin’in Bahar ve Kelebekleri gibi, Yüreğimdeki Sesler isimli romanı da yüreğime gömdüm. Belki bir gün, kitabın içinde gizlenmiş karakterler; Birer, birer; ses, nefes, duygu, karanfil, gül, bahar olur da bir neslin birkaç kişisine güzel bir hikâye olarak sunulur…

Güven

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Her hikayeyi şiiri kendimiz için yaratıyoruz aslında ve sonra biz beğenince çocuklarımız gibi başkalarıda onları beğensin sevsin istiyoruz.Blok yazarlığıda buna vesile oluyor.Umarım bir gün daha geniş kitlelere ulaşırsınız.

bilge dedi ki...

yazma gücün hiç eksilmesin yine akıcı bir dille yazılmış yazın.benim de okadar çok hikaye denemelerim olmuşki ama yayınlamayı hiç düşünmedim sağ olsun lisedeki edebiyat öğretmenim çok yüreklendirmişti.sevgiler..

Selma Er dedi ki...

her zaman zevkle okuduğumuz;duygusal,düşündürücü,bazen ders verici yazılarınızı ve o güzel fotoğraflarınızı bence de daha geniş kitleler görmeli,okumalı..

Makbule Abalı dedi ki...

Önceden tasarlanan bazı işler "yarım" kalsa da sonraki ürünlere zemin hazırlıyor.
Nadasa bırakılan tarlalar gibi
"bir başka ürün" mutlaka alınıyor...
Tarlanız "bereketli" olsun.