16 Nisan 2010 Cuma

YOLLARDA

Kamera; Güven  Hoş bir mekân

Ustalara yakın oturmak, kalem tutan,düşüncenin
sörfünü yapan, her insan için ayrıcalık derim:))

Kamera; Güven Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi
Yaşar Kema, Osman Okkan, Günter Grass


Kamera; Güven İstiklal Cad-S Antuan Kilisesi
Sıradışı bir yer burası. Aklın, âlemin tam manası
ile anlamlandıramayacağı ayrı bir gezegen...
Sanki bu yol; kıyamete gidenlerin,kıyametten
dönenlerin bitiş ve yeniden başlayışlarının
yolu gibi...

Kamera; Güven Ayia Triada Ortadoks Rum Kilisesi

Varolanı keşfetmek bir kaşif gibi heyecanlandırıyor beni.:))
Şimdi parmaklıklar arasından seyretsem de çok
yakın zamanda ayrı bir dünyalı heyecanı
ile döneceğimin farkındayım. :))


YOLLARDA


Yürümek ile bitmeyen, tükenmeyen yollar; kim bilir kaç insanı evinden, şehrinden, ülkesinden dışarıya çıkarmıştır. Kimi yol; zorunlu, can derdi adına alınırken, kimi yol da para kazanmak adına oluyor. Kimi yol, sosyal havanın ağırlaşmasının kaçışı olurken, kimi yol da üzerinize düşen insani sorumluluğun halkalarından birisi olarak yapılıyor.

Böyle bir halkanın çok küçük tarafı olarak ben de 15 Nisan günü, büyük halkanın büyük projesinin onur konuklarının muhteşem buluşması için yollardaydım. Bir iş günü olmasına rağmen iki büyük ustanın buluşmasını kaçırmak istemedim. Böyle buluşmalarda söylenecek sözlerin bir anlamı olur; yol almak isteyen düşünce ve yazı adamları için…

Dünyaca ünlü edebiyat ustaları Günter Grass ile Yaşar Kemal ve dört Avrupalı yazar; Goethe Enstitüsü’nün, “ Avrupa Edebiyatı Türkiye’de-Türk Edebiyatı Avrupa’da” edebiyat buluşmalarının konuklarından biriydim. Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde, Türkiye Almanya Kültür Formu sözcüsü Osman Okkan ve oyuncu Mehmet Ali Alabora’nın moderatörlüğünde gerçekleşti.

Fakat görünen o ki, büyük çoğunluk Günter Grass ile Yaşar Kemal’i görmeye, dinlemeye gelmişti. Günter Grass 83, Yaşar Kemal 87 yaşına gelmelerine rağmen hayata dair heyecanlarını toplumsal sorumluluğu en üst seviyede algılayarak, anlatarak gösterdiler. Nobel ödüllü Günter Grass oldukça bilgili, saygılı ve toplumcu yazar kimliğini muhteşem salonun muhteşem dinleyicilerini de etkisi altına alarak bir kez daha gösterdi.

Günter Grass ve Yaşar Kemal; Avrupa Komisyonu Türkiye Delegasyonu tarafından finanse edilen “ Kültür Köprüleri” programı çerçevesinde buluştular. Türkiye’deki son durak İstanbul’da, Osman Okkan’ın sunuculuğunda iki onur konuğunun 85 yıllık tecrübeleri eşliğinde çok nazik ve çok samimi bir bilgi akışları oldu.

KÜLTÜR KÖPRÜLERİ PROGRAMI

“Kültür Köprüleri” Programı, AB ile Türkiye arasında sivil toplum diyalogunu destekleme amaçlı bir girişimdir. Dışişleri Bakanlığı ve Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu’nun başlattığı program, AB’ye üye ülkelerin Türkiye’deki kültür ofisleri ve Türk ortaklarınca uygulanmaktadır. 6 milyon Euro bütçeyi bulan “Kültür Köprüleri” Programı’nın amacı; kültürel paylaşımı ve anlayışı temel alarak, AB’ye katılım sürecinde olan Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki önyargıları gidermeye yardımcı olmak ve kalıcı bir işbirliğine imza atmaktır.

Doğrusu edebiyatın topluma olan etkisi oldukça uzun bir sürecin içinde gerçekleşiyor. Ülkemin bugünkü durumu, ekonomik ve sosyal yapıları oldukça zorlu bir dönemden geçerken; edebiyat ve sanat ile ciddi bir yakınlık içinde olunmaması bir mazeret kabul edile bilinir mi? Bunu okuyucularımın engin, meraklı beden algılarının değerlendirmesine bırakıyorum.

Bizim ülkemize göre daha huzurlu, daha rahat bir hayat yaşayan ülkelere baktığımızda, insanların kendi oluşturdukları otokontrolün ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Otokontrol de özgüven, bilgi ile daha bir anlam kazanıyor. Ve daha uygar, daha gelişmiş ülkelerinin insanlarını seyrederken, kendi ülkemizdeki gelişmelerin, okur-yazarlığın, öğretimin neden bu kadar yara aldığını ve önemsenmediğini daha iyi anlıyorum.

Bu toprakların soylu efendileri; öğretimin insana akan bilgi ve becerisini, özgüvenini pek sevdiklerini söyleyemem. Eğer böyle olmasaydı, Doğu ile Bat farkları, inanılmaz cinayet benzeri göçler olur muydu? Bir İstanbul, neredeyse bir ülke haline geldi. Korkunç bir betonlaşma içinde, kaderin cilvesi adına; bir parça ekmek aramaya çıkmış insanlar topluluğu…

Eğer ki böyle devasa şehirlere göç etmiş insanlar; sadece karın doyurma macerası adına şehirleşmemiş olsaydı, şehirlerin tüm nimetleri onlara da insanca açık olsaydı; sinemalara, tiyatrolara insanlar sığmaz olurdu.

İlk konuşmayı yapan Alman Büyükelçi; “ Dünya bir çiçek bahçesi gibidir. Bu bahçelerden bir çiçeğin eksilmesi içimizi titretir” derken, Muhsin Ertuğrul Sahnesinde bulunan kaç kişinin de yüreğini titretti kim bilir?

Aynı titremeyi Beyoğlu sokaklarını gezerken de yapabilirsiniz. Taş binaların nasıl bir ustalık, içtenlik, samimiyet ile meydana geldiğini anlar; o eserlere değen parmakların da bu ülkenin harika bir kültür bahçesi içinde yer almış Ermeni, Yahudi, Rum, Kürt, Türk ustaların alın teriyle ıslanmış olduğunu anlarsınız.

Programı yöneten Osman Okkan Günter Grass’a ; “ Sayın Grass, sizce edebiyatın toplumlar üzerindeki etkisi nedir?” sorusuna Günter Grass’ın verdiği cevap düşündürücüdür.

“ İlkönce edebiyatın böyle bir etkisi var mı yok mu bilemem ama varsa da edebiyatın toplumlar üzerindeki etkisi oldukça uzun bir zaman alır. Ben ve Yaşar Kemal, taşralı iki yazarız. Orada büyüdük, orada yaşadıklarımızı şekillendirdik ezilen, mağdur olan toplulukların sesi olduk.”

Günter Grass ile Yaşar Kemal’i ortak dostlukta buluşturan en önemli etken; kendi toplumlarının en alt katmanlarını iyi gözlemeleri ve gerektiklerinde kelle koltukta yollara düşmeleridir. Günter Grass neredeyse tüm hayatını toplumların acı ve sevinçleri üzerine kurmuş. Ondaki heyecanı yaşlı bir beden gibi değil, hayata yeni başlamış heyecanlı, istekli bir genç adam gibi gördüm.

Grass konuşmasına 20.yy azınlıklar büyük acı çektiğini ve 21.yy da aynı acıların devam ettiğini işaret ederek dikkat çekti. Günter Gras konuşmasına Türkiye’de yazarların katledildiğini, azınlıkların 1915 yılını işaret ederek öldürüldüğünü, kaçırtıldığını ifade etti. Grass: “ Böyle önemli konuları sadece edebiyata bırakamayız. Vatandaşlar da bilinçlenmeli, kendi katkılarını sağlamalı."

Günter Grass azınlıkların ülkemizde yaşadıkları dramları ucundan da hatırlatması bedenimin bir yerlerinde büyük bir alevin yanmasına neden oldu. Aynı alev, Günter Garass’ın gençlik yıllarında kendi ülkesinde Alman askerlerin Hitler Yönetiminde milyonlarca insanın öldüğünde yaşadığını öğrendim. Grass: “ ilk zamanlar kendi insanlarımın böyle cinayet işleyebileceklerini kabul edemedim.” diyor. Ne kadar haklı?

Çünkü bizler kabul etmeme, gerçekleri analiz edip insanlığı daha görkemli hale getirmek adına yetiştirilmedik ki! Hep bir gerekçemiz olmadı mı? İlkönce onlar başlattı. Onlar da öldürdü. Onlar bizi arkadan vurdu… Söylenceleri bitemez elbet! Fakat hangi gerçek katletmişlerimizi kendi vicdanımız ve yüce yaratıcı önünde haklı bir sebebe dayandırabilir acaba?

Binlerce mil öteden gelen yazarların, sanatçıların bize, bize ait olan azınlıkları, çiçek bahçelerini, katledişleri hatırlatıyor oluşu; insanlık adına bir adım ilerleme olarak görülse de, kendi insanlığım adına koskoca bir kargaşa olarak algılıyorum.

Her türlü acıyı, sevinci, folkloru birlikte inşa ettiğimiz azınlık ve farklı etnik guruplara ait vatandaşlarımız ile sorunları sırf; gerçeklerden, ilimden, sanattan uzak kaldığımız için çözemedik. Ben bu garip durumu, büyük bir ülke acayipliği değil de küçük düşünen zümrelerin laneti olarak görüyorum…

16 Nisan 2010- Güven

5 yorum:

Adsız dedi ki...

Yazdığın Her kelimeye hak vermemek imkansız Güven. Belirli bir çevre hariç orta halli insanlar çocuğumuzu okula verirken hangi meslek daha çok maddi yönden geçerli diye çocuğumuzu yönlendiriyoruz..Sanat ikinci planda kalıyor..Çok insan ekmek derdinde tiyatroya istesede kısıtlı imkanlardan gidemiyor..Tv lerdeki acaip diziler onları olumlu, olumsuz biraz doyuruyor sanırım.Muhteşem özenerek emek verilmiş bir yazı tabi gördüğün gerçek sanat ustalarıyla tanışmak ayrı bir heyecan.Ellerine, emeğine sağlık..Sevgiler..

KİANA dedi ki...

Ben geldimmmmm..İnci gibi dizmişsin yine. Bence blog albümünde yazar olmalısın..Yeni bir grup.100 yazarı hedefliyor. Sonra dergi çıkacak...Sen niye olmayasın orda he...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Çok teşekkürler Egeciğim.

Sevgili Kiana; ne diyeyim ben sana :)) Bir gün yazar olursam vallahi sözüm söz, gelirem :))

Arzu Sarıyer dedi ki...

Gerek eğitim sistemimizde gerekse toplumuzdaki bazı değer yargılarında belli bir şartlandırılmışlık elbette var.Topluma gösterilen doğrular bilimsel ,sanatsal olduğunda mutlaka görecektir.Edebiyatın toplum üzerindeki etkisini ben küçücük bir köyde gördüm.O köy Fakir Baykurt'un köyü idi.Fakir Baykurt romanlarını yazmasaydı kendi köylüsü O'nu sadece bir öğretmen olarak bilecekti.Köy kahvelerinde oturduğumda etrafımda olan o güzel insanların Fakir'in tüm kitaplarını okuduklarını düşüncelerini cümlelerle ifade ederlerken anladım.Okunmakla kalmamış yaşam felsefesine dönüşmüş.Böyle güzel örnekler var,gezsen Anadoluyu.Sözün geliş dedim sen geziyorsun Anadoluyu.Sevgiler.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Edebiyatı,tarihimizi,folklorumuzu değerli kılan değerlerin azınlık da olsa varoluşlarına seviniyorum ben.

Günter Grass'ın da ifade ettiği gibi edebiyatın toplumdaki etkisi uzun vadeledir. Ama bazen, özel insanlar vardır. İşte edebiyat o insanları öyle bir harekete geçirir ki; kaşifler, bilim adamları kendi eserlerini bulmaya çalışırken o özel insanlar edebiyat ile ölmüş bedenlerin yaşayan ruhları ile konuşmaya başlarlar...