22 Nisan 2010 Perşembe

YÂR BENİM KİME NE

Kamera;Güven Assos-Çanakkale
Athena Tapınağı
Efsanenin varlığı veya yokluğu bir yana; kendinizi
zamansızlığın yolculuğuna bırakın. Ve... Tüm
zamanları anlamaya çalışın. :))Ne zor bir iş :))

YÂR BENİM KİME NE?


Bir Melâmet hırkasını kendim giydim eğnime
Ar ü namus şişesini taşa çaldım kime ne
Gâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi
Gâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni

Gâh giderim medreseye ders okurum Hak için
Gâh giderim meyhaneye dem çekerim ışık için
Sofular haram demişler ışkımın şarabına
Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne

Sofular secde ederler mescidin mihrabına
Benim ol dost eşiğidir secde gâhım kime ne
Nesimî’’ye sordular kim yârin ile hoş musun?
Hoş olan ya olmayan ol yâr benim kime ne?

Bu beyitleri yazan ve şimdi türkü olarak gönülden gönle taşan bu dizeler; hangimizi düşündürmez? Hangimizin sahte yaşamını sorgulamaz da, sadece türkü diye dinler kaçarız?

Hem hak, hem dünya huzuru, keyfiyeti ve sorumluluğu içinde olan insanlar; her devirde inanılmaz zorluklar ile karşılaşmışlar. Kimi hürriyeti ile bedel öderken, kimi ise canı ile bu yolda can vermiş. Nesimi de o sanatçılardan, şairlerden birisidir. Halep’te bir çarşının orta yerinde derisi; bir hayvan gibi yüzülürken; o canı alanlar, ibretlik adına derisini yüzenler; şiirlerin, türkülerin gücünü bilememişler!

Bu dünyanın keyfini sürenler, huzurunu hak için koruduğunu sananlar; her devirde; insanlık suçunu işlerlerken; canilere bile taş çıkartacak izler bırakmışlardır. Onlar, boğdurma ustalarıdır. Onlar, taşlatma ve deri yüzme ustalarıdır. Zannederler ki hak yolunda, inanç yolunda böyle gidilir!

İnsanı bin bir özenle yaratan Allah, insanı düşünmeden, iradeden, bilinçten yoksun bırakmayışının çok önemli bir nedeni var. İnsanın da ölümlü beden içinde ölümsüz bir yolculuğu sorgulayacağını, sonsuz görünen uzay içinde yol alacağını bilen tek güç; yüce Allah; O zaman, büyük bir itinayla yarattığı kendinden bir parçayı eklediği insanı; ulaşabileceği en zengin duygularla yaratmasının bir sebebi olmalıydı!

Allahın milyar hücreden oluşturduğu insan; düşüneli, araştırmalı, gezmeli, görmeli ve sorgulamalıydı.

Suyun başını tutmuş, kan ve can ile beslenen diğer vampir insanlar; buna izin mi verecekti? Hayır! Her devirde bir başka şekilde hayır? Ve arkalarına sığındıkları en önemli şey; dindir. Dini kendi börekleri, pastaları, yüksek çıkarları için; her devirde kullanmışlar.

Nesimi gibi bir sanatçı da o devrin o kanlı vampirlerin kurbanı olacaktır. Hem de feci bir şekilde; derisi yüzülerek ölecektir.

Nesimi maddeci olduğu için şeriatın doğaüstü yorumlarına karşı çıkıyor. Ortaçağ şeriatçıları, yönetim güçlerini ellerinde tutuyorlardı. Ruhçu görünüp, maddeye ait ne varsa el altında tutarlarken; yoksul ve sanatçılara ise maddeye dair her şey yasaktı! İşte, yüce yaratanın özenle yarattığı insan; böyle kokuşmuşluğu sorgular, onu anlamlandırır ve şiirleriyle reddeder. Ödenesi bedel mi? 1.70’lik deri ve yerine konması mümkün olmayan bir can ile…

Yüzyıllar önceki anlayış, her devirde değişse de, sanata, sanatçıya, şiire, heykele, resme; bakış pek değişti denilemez. Soylu ve güzel halk; maddeci olmaktan yoksun bırakılıp şükür mantığı ile sadece geçinme ve rızk yolculuğuna sürüklenirken; ağzından düşürülmeyen yüce yaratanı savunanlar ise; maddeciliğin en ulaşılmazına erişmek adına rekorlar kırmak isterler.

Yüzyıllar geçer, imparatorluklar batar, saraylar yıkılır ve yeniden kurulur; ama madde ile ruhun temsilcilerinin savaşı bir türlü bitmez. Halk, kendi âlinde daima şükretmeli der; kandırmanın ve gücün saraylarındaki ruhçu yüksek irade sahipleri. Ve bir şair çıkar seslenmek ister onlara; ben de maddeciyim, hak ve adaleti şiirlerim ile dağıtmak, sizin kokuşmuş entrikalarınıza karşı çıkmak isterim der;

Külli yer ü gök Hak oldu mutlak söyler
Def ü ceng ü ney “Ene’l Hak”

Yer, gök, doğa, Tanrı olursa, insan ne olur? Davul çalgı ve kamış sevinçle yanıtlar; Tanrı’dır insan. Der Nesimi.

Cennet ile cehennemin aynı dünyada yer bulması ve insanın da bunlara tanıklık etmesi; inanılmaz bir şey! Bu dünya sevilmek adına her şeye sahipken, korkmak adına, dehşete kapılmak adına da her şeye sahiptir. Aynı dünyada kendi vicdanın ile kaynarken cehennem kazanlarında, yine aynı dünyada; aşkın şarabını da kendimiz üretir, sanatın büyülü soluğunu da kendimiz koklarız.

İnsanı insandan ötürü; doğayı, çiçeği, hayvanları, ormanı, üzümü, şarabı, sevgiliyi, oğlu, kızı, anayı, babayı, sanatı, ilimi sevdiği kadar sevseydi yüce Allah’ı ağzından düşürmeyenler; ne şairler boğdurulur ne de derileri yüzülürdü. Ne de kadın; ince sesli, nazik bedenli olduğu için taşlanır, kat kat örtülerin içine gizlendirilirdi…

Ceyhun Atuf Kansu da bu konuda söz almak ister;

Seni bu hüsn ü cemal ile bu lütf ile gören
Korktular Hak demeye döndüler insan dediler

İnsansız ruhçular, bu yüzden insanca maddecinin derisini yüzüyorlar. Der; nice şairlerin, âlimlerin dediği gibi.

Dert-keder, korku, icra, ipotek, şehitlik, sürgün; soylu halka ve tüyü bitmemiş yetimlereyken; gemiler, şirketler, yalılar, villalar, zırhlı arabalar, bol korumalı malikâneler, yurtdışı öğrenimler, özel doktorlar ve hastaneler; mübarek ve mütevazı insanlara…

Yâr benim kime ne ?

Güven













1 yorum:

Adsız dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.