23 Mart 2010 Salı

GANOSLARDA BAHAR

Kamera; Güven  Ganoslar
Denize paralel oluşmuş dağların,
denize dikey uzanmış burunlarında inanılmaz
güzellikler gizli. Yorucu da olsa biraz
emek harcamayı göze alır, bir kaç
çalının size batmasını(değmesini)
göze aloyorsanız; buyurun derim.:))


Kamera; Güven
Dost Yunus ve yeni tanıştığımız bize
İstanbul kokuları getiren arkadaş Turgay.
Turgay için oldukça sürpriz olan gezi;
yine de onun için harika bir anıya
dönüştü diye düşünüyorum:))


Kamera; Güven
Denize dikine uzanan burunların her iki tarafı da
derin vadiler ile kesilmiş. İnsanın durmakta
zorlanacağı ve hatta hiç duramayacağı
bir çok yere; bitkiler yuva kurmuş.
Ele, küçük ağaçlar da yok mu; o bakir
o ulaşılmaz yerlerde öyle gururlu
durmuyorlar mı; onları aç bir
insan bedeniyle KISKANIYORUM
Kamera; İlyaz Bey

Tepelerin,vadilerin sevdasına tutulmuş iki
insanın, yine bu tepelerden varoluş
üzümlerin şarabını; TABİATIN şerefine
yudumladık.

Varlığına yüz,bin,milyon kere teşekkür
etteğimiz, milyar sırrı içinde barındıran
güzel,sabırlı, aşık,sevdalı,merhametli
tabiata kadeh kaldırdık. :))

Diyeceklerdir ki tabiat da
can alır, acımasız davranır bazen!
Diyeceğim ki, tabiat; ÇİLLİ HOROZUM
diye sevdiği hayvanı yemedi hiç! Tabiat;
KINALI KUZUM diye sevdiği
hayvanı da kesmedi...


GANOSLARDA BAHAR 


Uygarlığa bu kadar yakın olup da, bu kadar bakir kalabilmiş kaç yer vardır acaba? Ganos Dağlarının kıskanası tepeleri; hâla tenha, temiz ve dingin. Tepelerde yetişen onlarca çeşit baharat denize, denizin yosun kokuları da tepelere karışıyor. Tam bir renk, koku gösterisi yapılıyor.

Ganos tepelerinin yaşlı kayaları toprak olmaya can atıyorlar. Birçok yerde, kaya toprağa dönüşmek üzere. Doğa yüzyıllardır sınıyor bu tepelerin yaşlı kayalarını. Kim bilir kaç milyon yıldan bu yana rüzgârlar esiyor, yağmurlar yağıyor bu baş döndürücü yerlerde.

Ganos tepelerinin yaz ay’ı da başka olur, kış ay’ı da başka! Ele bir de baharda yani şimdi görmeli uyanan doğanın Ganoslara verdiği güzellikleri. Yüce yaratıcı buraları özene-bezene yaratmış. Belli olan bir şey var; buraya gelen, bu güzel diyarların tepelerinde piknik yapan, kamp kuran her canlıyı kıskanıyorsunuz. Çünkü hayat buldukları, nefes aldıkları bu yerleri; kirleterek gidiyorlar. Yeterince kirlettikleri şehirlerin hastalıklarını bu bakir tepelere de taşıyorlar…

Öyle görünüyor ki, Ganos yolculuğumuz, Ganos Dağlarının tepelerindeki keşiflerimizi hiç bitmeyecek gibi! Onlarca tepe ve vadi; inanılmaz bir davetiye sunuyorlar. Her defasında bir başka tepeye, burna yöneliyoruz. Acaba bu tepe, diğerini aratacak mı, burada nasıl bir güzellik vardır merakı ile gittiğimiz her tepe; bir başka sevdanın doğmasına yol açıyor. Bir sevda ki, bırakması zor oluyor. Her ayrılış tekrar buluşmanın aldatışı ile zoraki tamamlanıyor.

Baharın kelebekleri, böcekleri, sinekleri güne çoktan merhaba demişler bile. Hayat hiçbir küskünlük yaşamadan, kaldığı yerden tüm hızı ile başlamış. Devam ediyor. Doğa, hiçbir sorunu isyankâr bir bakış ile yaşamıyor. Bağrında beslediği milyonlarca canlıya; yaşam hakkı sunarken ADİL davranılıyor. Bu yüzden hiçbir canlı; insanlar gibi; alacak-borç peşinde değil. Ganos tepelerinin hiçbir canlısı, avukat ve adliye kapılarında beklemiyor. En acımasız görünen beslenme saatleri bile belli bir ahlak-adalet anlayışına göre; yağmalama-talan üzerine kurulmuyor.

İşte, Ganos tepeleri böyle gizemli, bereketli, anlam, öğreti yüklü yerler.

Ganos tepelerinin çağrısını yine duyduk. Ben, bana yapılan çağrıyı İlyas Bey’e ilettim. Dost Yunus’ta arkadaşı Turgay’a söylemiş. Sürpriz bir bahar günü, dört kişi Ganoslara giden yollarda, dört çocuk gibiydik. Arınma töreni daha şehrin karbon monoksit gazlarından uzaklaşırken başlamıştı. Şehrin kendine has kavgasını, adaletini, ahlak anlayışını birkaç saatliğine terk etmek; çok harika bir yaşam kültürü haline geliyor. O zaman, şehrine tüm adaletsizliklere, kirliliklere, mimariden yoksun görüntülere küsmeden yine geliyorsunuz. Çünkü sevdikleriniz, anılarınız, hatıralarınız bu şehirde. Bu şehirden doğup, bu şehirden ölüyor; tekrar yaşama merhaba diyoruz.

Güneş kim bilir kaç milyon döngü içinde, doğayı kutsadı. Mavi ve grilik, Marmara denizinin vazgeçilmez örtüsü olmuş. Tepeler bahar gününün neşesine, eğlencesine, dinginliğine koşan insanları koşulsuz ağırlıyor. Birçok tepede, çeşme başında aileler bahar sevincini yaktıkları küçük mangal ateşlerinde kutluyorlardı. Bisiklet sürücüleri hızla tepelere doğru ilerliyor, yeniden ve alışılmış heyecanları bedenlerinde yükseltiyorlardı.

Bu tepelerde hangi canlı ile karşılaşsanız; yüzünde bir tebessüm bulursunuz. Doğanın doğurganlığını, bonkörlüğünü izah edecek fazla kelime bulamazsalar da, konuşmayan suskun gülüşlerinde çok şey anlatıyorlar.

Bu tepelerin yamaçlarına, vadilerine sığınmış, buralardan çocuk yetiştirmiş, buraları vatan bellemiş insanlar ise oldukça buruk. Kırgınlar… Köy yaşamları, artık yalnız yaşlıların yaşadığı, tarımın en az var edildiği aşamaya gelmiş. Neredeyse hayvancılık bitmiş. Şehirli yapacağız diye insanları zorlar ve kandırırsanız; şehirli olmanın bol makyajlı tarafını, baş döndürücü parfümlerini sıkarsanız; o gönlü zengin insanlar da size koşar. Şimdi şehrin gösterişli çağrısına koşmuş bir sürü insan; şehirli olamamış tenha köşelerinde; artık köylü de olamayacaklarının garip üzüntüsünü yaşıyorlar.

Daha öncede keşif yaptığımız ama bir türlü buluşma yapamadığımız tepemin denize bakan burnuna oldukça zorlu bir yolculuk yaptık. Eskiden keçi patikası olan tepelerde, artık azalan hayvanların, tükenen çobanlık mesleğinin isyanını; ilkönce çalılar, küçük bitkiler göstermiş. Keçi ve çoban patikaları bir bir çalılar, küçük bitkiler ile kaplanmış. Zorlanarak da olsa doğru yolumuzu bulduk. Uçurum kenarlarından geçerken, aynı anda ölüm ile yaşamın içliğini de anlamanız mümkün. Yaşam tam yanınızda dururken, yanlış bir adım atışınız her an uçurumun sonunda ölüme kavuşacağı da belli!

Gerçek hayatta da böyle değil mi? Yaşam, tüm nimetleri, sanatı, sanatçısı ile bize bağırırken; kaba-saba duygularımızı bir türlü törpülemediğimiz için; bize seslenen çağrıya KULAK tıkamayız mı? Tıkarız elbet; hem de bulabileceğimiz tüm tıkaçlar ile tıkarız!

Alışık olduğumuz ve hiçimizdeki taşmış keşif heyecanı yüzünden Yunus ile en önde yürüdük. Biz yürüdükçe İlyas Bey ile Turgay arkalarda, çalılıkların, küçük ağaçların ardında kayboldular. Düşme tehlikesi yaşasam da Yunus arkadaşın yaptığı dayanak olarak kullandığımız asa sayesinde kurtuldum. Ama İlyas Bey, benim kadar şanslı değildi. Onu gördüğümde kaymak, yuvarlanmak ile meşguldü. Sopası bir yana, bedeni bir yana savruldu.

Anlaşılan o ki, yalnız ve tenha tepe; biz insanların adaletini, sabrını, hoşgörüsünü sınıyordu. Beni sallayıp yıkmasa da, İlyas Bey’i epey hırpaladı. Çok kısa sürede ateşimiz yandı. İşbirliği sayesinde salatamız yapıldı. Sucuklarımız pişirildi. Yunus arkadaşın el emeği, göz nuru şarabı; TABİAT için kalkan kadehlerde bir güzel içildi. Fakat bizi sarhoş eden içtiğimiz iki kadeh şarap değil; tabiatın medeniyete bu kadar yakın olup da, kendini bu kadar güzel gizleyip, bozulmamasıydı.

Dostlar; ya, tabiat da insanlar gibi sıkça para hesapları yapsa, kendi ceplerini doldurmaya çalışırken, akraba ve hemşeri soyluluğu gösterse; halimiz nice olurdu?

Karnımız doyup, güneşin tepeler ile oynadığı saklambacı seyrederken; Ganos tepelerinin boşalan köylerini, artık ekilmeyen bağlarını, sıra sıra dizilmeyen tütünlerini hatırladım. Çan ve zil sesleriyle çoban kavallarının melodileriyle şenlenmeyen bu tepelerde buruk bir mutluluk yaşadım.

Edebiyatımızı oldukça zengin ve derin kılan, tepelerin, ovaların, dağların köylerinde yeşermiş, büyümüş sonra da öğretmen, şair, yazar olmuş insanları hatırladım. Orhan Kemal’i, Fakir Baykurt’u, Yaşar Kemal’i, Necati Cumalı’yı, Aziz Nesin’i hatırladım da, şehirleşme yalanı altında yok olan tokgözlü köylerimizi, yanık sesli köylü kızlarımızın tükenişini bir türlü anlamlandıramadım nedense…

Güven

5 yorum:

aikon dedi ki...

Yazınızı okuyunca nasıl gidildiğine baktım...yazınız da fotoğraflarda çok güzel

Hamiyet dedi ki...

Yeni yerler, bakir kalan dağlar tepeler bende hep heyecan uyandırmıştır. Senin anlatımınla o güzelim yerleri gezmiş kadar oldum. Yamaçlarında soluklandım, havasını kokladım, dağlarında uzanıp çimenlerine sonsuz fezanın derinliklerine yol aldım ve içimi bir huzur kapladı. Doğaya aşığım. İyi ki doğa bizler gibi vicdansız değil. Ona verilen tüm zarara rağmen hala bizlere güzelliklerini sunuyor.

Güzel bir gün geçirmişsiniz. Bize aktardığın için teşekkürler Güven.

KİANA dedi ki...

Sevgili Barış kardeşim.. GANOS lara gittim sayıyorum kendimi. İnce ince nakışlamışsın yolları da , birde üstüne yorgunluk şarabı içmişsin. Ne güzel. Seyyah oldun bu alemi gezeli değilmi..Sevgiler

Arzu Sarıyer dedi ki...

Ne kadar şsnslısınız.Kıskanmak gerek...Yok, bizimle paylaştığın için kıskanmıyorum.Selam ve sevgiler.

ÇOBAN YILDIZI dedi ki...

kISKANASIM GELDİ SENİ GÜVENCİĞİM :)))