12 Şubat 2010 Cuma

ZAMANIN AVANSI


Kamera; Güven Rumeli Hisarı
Boğaz ve Rumeli; ne güzel yakışıyorlar değil mi?
Kamera; Güven
Işık, bazen amatör fotoğrafçıya bile gülümser.
Tıpkı yaşlı kalenin gülümsediği gibi... :))
Kamera; Güven
Tam tamına 588 yaşında . Dilinden anlasak,
sesini duya bilsek; kim bilir neler söylüyor,
ne hikayeleri anlatıyor olacaktır şaşkın ve
şaşmış bakışlarımızda...
Kamera; Güven

Yaşlı kalenin, suskun mezarlığın, şairlerin, müzelerin
koruların diyarında; salınıp hiçbir şey aramıyor ve
istemiyormuş gibi yapın.:)) Kucağınız ve gönlünüz
dolacak bu işe şaşacaksınız.:))

ZAMANIN AVANSI



Ülkemizde yaşayan bir insan ortalama olarak; 22 bin gün ve gece yaşar. Doğar, büyür ve ölür. Ölmeden önce de hayatın anlamsızlığını, kısalığını, öte hiçbir şey getiremeyeceğini fısıldar. Ama yüksek sesleri duymaya, bağırışların girdabında dönmeye alışmış bizler; zamanın son avansının bittiği an da; fısıltıları duyamayız. Duyma becerilerini, yüksek titreşimlere, yaygara koparanlara, aldatma ve atlatmacalar a göre geliştirmişiz.

Bizler uzaklara bakmayı, beynin harika koridorlarında gezinmeyi pek sevmeyiz. Öyle ya bize ait işleri yapacağımız insanlara sonsuz bir güvence içinde teslimiyet göstermişiz. Sağlığımızı doktorlara, hukuku; avukatlara, mali işleri; muhasebecilere, felsefeyi; filozoflara, dini; imamlara, hocalara, evliyalara teslim etmişiz. Sanki biz dünyaya keyif çatmaya, yan gelip yatmaya gelmişiz gibi; işlenen her günahın da bir bedeli oluşmuş teslimiyetin sonsuz şükran dolu saflığı içinde.

Bizler aşkı bile; şairlere, yazarlara bırakmış gitmişiz. Namusu, namussuzluk ile karıştırmış, en büyük skandalları soylu gelenekler-görenekler ile örmüşüz. Yer yarılsa da yerin yedi katına girsek de; zamanın bize tanıdığı avansı doğru ve anlamlı hayatlar için kullanabilsek…

Ana olan kadını kutsarken; dişi olan kadını taşların en serti ile vurmuş, onu doğurganlık, kahpelik, şeytanlık ile cezalandırmışız. Doğal olan budur deyip; kadının çokbilmişinden hep korkmuşuz. Ne de olsa kadın; şeytanın ta kendisidir!

Zamanın bize sunduğu avansları hiç bitmeyecek gibi görür, teleskop, mikroskop ile bakamadığımız uzaklar; tez gelince, sürprizler yapınca; “ bana da mı, bize de mi” diye ne ağıtlar yakarız!

Hayat tesadüflerle dolu; dopdoludur. İnanılmaz tesadüfler insan beyninin gelişmiş aklı ile öncelik kazanıp, hayatın akışı, yazgısı değişikliklere uğrar. Yazgı değişikliğe uğratılmış olması, bir başka tesadüfleri, yazgıları asla önlemez. Akıl geleceği planlarken, duygular; bugünü yaşarlar. Akıl, duygulara öncülük, bilgelik yaptığı sürece; zamanın avansı; ne hüzün, ne sevinçler, ne aşklar, ne nefretler ile ziyan edilir.

Zamanın bize sunduğu sonsuz değildir. Hayata bakış açımız, felsefemiz; Metuşellah gibi çok uzun bir ömrün bekleyişi olabilir. Yani Nuh’un büyükbabası gibi 969 yıl yaşamayı düşleyebilir, öyle bir hak ediş içine girmiş olabiliriz. Ama böyle bir hayalin, yaşam hakkının şu an ki tıp ile insan anatomisi ile mümkün olmadığını da iyi biliriz. O yüzden yaşlanınca, beden teklemeye başlayınca; nezaketi, doğruluğu, vicdanı yerde değil de; gökte aramaya başlar, bilmediğimiz nice duaları okuruz da; kara ve kirli vicdanı bir türlü temizleyemeyiz.

Sanılır ki insanın genetik yapısı, ruhu; iyilik ve mutluluk için planlanmış. Ve yine sanılır ki; dinler, kanunlar, gelenekler, yasaklar, ayıplar, bilgeler; insanı tam olarak iyiye, gerçek saf iyiye yöneltecekler. Hâlbuki insana bugün başlatılacak yatırımlar en iyi şartlar ile 30–40 yıl sonra meyveyi vermeye başlayacak. Sağlıklı ve leziz meyveleri verecek insan; kendi mutlu toplumunu belki de 100 yıl sonra geliştirecektir.

Sırf bu yüzden kısa oyunlar, kısa koşular, yarım-yamalak siyasi kazanımlar ile “boş olan dolmaz, dolu olan da almaz.” Bizden öncekiler diye başlar, bizden sonrakiler ile bitiririz. Ama biten bir şey daha vardır; zamanın bize verdiği avansın da son kredisini almış ve onu da iyi kullanamadan yaşlı, kötümser, zavallı bedenlerde harcamışızdır.

Zaman, her insana farklı avansları muhakkak vermiştir. Zamanın avansına, yazgının tesadüflerine hiç kimse ne yüksek şükürler, ne de lanetler etmelidir. Çünkü yazgı; son ana kadar kendi tesadüfü sürprizlerini yapmaya devam edecektir.

1999 yılında ki deprem felaketinde dini bütün olan bir adam; depremde tüm ailesini ve mekânlarını kaybetmiş. Ondan sonra o baba; yazgıya sürekli lanetler yağdırıp, sığınmış olduğu din yolculuğundan da vazgeçmiştir. Hâlbuki yazgıya iyi ve mutlu günde sonsuz teşekkür eden bu adam; yazgının insan eli ile dram dolu davetleri karşısında, yazgıyı şahsi gibi algılamış; “ bana da mı” diye korkunç bir yanılgı içine girmiştir.

Dünya üzerinde yaklaşık 7,5 milyar kişiye ulaşmış insan; belki de 150 milyarlık duygular, yaşam biçimleri oluşturmuştur. İncelemeye kalksak; asla ama asla bir insan ömrü yetmez. Görünen odur ki, yazgının tesadüf sunumlarını ve zamanın avanslarını iyi gören; her devirde kendi tohumunu muhakkak ekeceği bir bereketli toprak bulmuştur. Eğer böyle olmasaydı; Ne Mevlana, Yunus, Pir Sultan Abdal ne de Atatürk çıkardı ortaya.

Eğer yazgının doğru okunmasını, zamanın her canlıya farklı zamanda farklı şekilde sunduğu avansları tümümüz boşa harcasaydık; ne, Namık Kemaller, ne de Orhan Kemler, ne de Mustafa Kemaller Çıkardı ortaya.

Hayatı anlamlı bulmuş, acıları da şahsilik ve bencillik içinde kabul etmemiş, mutlulukları da büyük bir ödül gibi görmemiş insanlar olmasaydı; insanlık yaşadığı vahşiliği insan neslini yok edecek aşamaya getirirdi. Şimdi ise, aynen zamanın avansı gibi; yazgının tesadüflerini iyi okuyanlar; özürlü de olsa, kayıpları çok da olsa; aşkın fokurdayan kazanından sürekli şaraplar da içseler; insan olarak yaşadıkları ve her yeni bir güne anlam kattıkları için mutlular.

Asıl tehlike bize sunulan ve tabiat tarafından oldukça bonkörce dağıtılan zamanın avansını iyi kullanamamaktır. Kararsız ve korkak yaşamlarımız; ne bir şiir, ne bir kitap, ne bir vicdan, ne bir bilgi üretecektir. Korku bazen dozajında kalırsa hayatta kalmamız, yazgının daha ertelenmiş olması adına belki fayda sağlaya bilir. Ama korku süreklilik, çekimserlik hastalığını gösteriyorsa; ne dağıtılan avanslar, ne da yazgının bize sunacağı iyilikler rahatlatacak, mutlu edecektir bedenimizi.

Sürekli yazgının gidişatını değiştirmek, yorumlamak da yanlıştır. Yazgıyı kendi soylu amacımıza göre değiştirip zincirin halkasını koparma alışkanlığı içinde; bizi sunulan bolluk içinde tükettiğimiz avansın geri istenmesine de şahit olacağızdır. Bir gün bize verilen zamanın avansı; geri istenip; “şimdi ödeme zamanı “ dendiği vakit; gözlerimiz yerinden çıkmamalı, korkak beden, ruhumuz ile kavgaya tutuşmamalı; çünkü bu bizim seçimimiz, bizim ovarda tüketimimizdir…

 Güven













16 yorum:

Selma Er dedi ki...

sizin gözünüzle istanbul bir başka güzel..yazılarınız da..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Güzele,güzel yüreklerle bakanlara da selam olsun.

Adsız dedi ki...

Yine keyfli bir yazı okudum çok teşekkürler Güven..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Selamlar Ege.Keyfimize keyif katan yazı yolculuğunun yolcuları olarak; ben de keyif vermişliğin keyfini yaşıyorum.:))

Arzu Sarıyer dedi ki...

Zamanın avansını çok iyi kullanan sevgili dostum.Güzel Türkçenle her prografında yazgı,kader,keşke,ne oldum... kavramlarını irdeliyorsun.Kader,alın yazısı gibi söylemlerle ,pişmanlıklarla debelenen toplumda yaşıyoruz.Ama inanıyorum ki akıllı insanların bugünden ektiği bilim,sanat tohumları bir gün yeşerecek,meyvesini verecek.Yine tarih söylüyor...
Kadınlarla ilgi sözlerine bir ek yapayım"erkeğin okumuşu kadı,kadının okumuşu cadı olur" kim nasıl söylemişse bu sözü. Cadılardan korkanlar ,bastırmaya sindirmeye çalışmazlar mı.
Selam ve sevgiler.

bilge dedi ki...

keyifli bir yazı ders alınması gerekli sözcükler ve güzel fotoğraflar hayatın bize bahşettiği güzellikleri,zamanı daha doğrusu yaşamı hoyratça kullanırsak bir gün bizden alınacağında da hoyratca davranabilecekmiyiz acaba? sevgi ve dostlukla..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Sevgili Gökçe, gülümsettin beni. Demek, kadının okumuşu cadı olur.:)) İnanmıyorum ya :)) O yüzden tatlı cadı denen diziyi sevmişem ben. Dur bakayım ismi neydi. Ah tamam hatırladım; Sementa olmalı.

Gökçe, bir gerçek var ki, cehalet tam manası ile yok olmayacak gibi. Çünkü cehaletin beslediği sistemler,cehalete muhtaç. İsteniyor ki, okusun okumasın; itaat eden,fazla düşünmeyen güzel ve soylu nesiller olsun. Adı da; İNSAN olsun diyorlar.

Yine de derim ki, hayat akış içinde,dünya kimseciklere küsmemiş, hatta ara sıra göbeğini bile kaşır keyiften.:))

İçelim; sevgiye,muhabette,sanata, tarihe; el uzatamadığımız küçük kadınlara, erkeklere içelim...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Gerçekten öyle Bilge. Hayata, bize hediye edilmiş hayata yaptığımız hoyratlık; bedenimizin hoyrat kırılganlığında, küsmüşlüğünde,büzülmüşlüğünde çıkıyor ortaya.

Ben, yumuşak bakışlı, ürkek gülüşlü ninemi hatırlarım. İnan ki, ne mal, ne mülk ile sorunu oldu. Öylesine yardım meleği gibi, bir hasır, bir ırka ile geçen ömrün gülüşlerini, yardımlarını yaptı. Ne siyaset, ne laf cambazlığı yapardı.

Sadece insanları severdi...

yaseminozkok dedi ki...

zamanı unutupda gündelik dertlerin peşinden koşarken farkediyoruz yolun sonuna geldiğimizi ya ahlara başlıyoruz o zaman yada keşkelere dalıyoruz yaşayamadıklarımız yüzünden kaçan mutluluklara yanıyoruz binbir eyvahla zaman bizim yüzümüzü çizerken kalbimizi kuruturken hatırlıyoruz ancak uzak kaldıklarımızı ve gün geliyor ödüyoruz aldığımız avansı istemye istemeye elimizdekiler hiç bir işe yaramıyor o zaman yüreğimizde sakladığımız sevgiden başka zaman bir tek onu ölümsüz kılıyor çünkü
zaman öle bir şeyki sevdiklerimizi çalar.
sevdiklerimizi getirir

GÜVEN SERİN dedi ki...

Ne güzel bir felsefenin fark edilşiğinin haykırışıdır bu,Yasemin.

İnsanlığın,lafların, laf salatalarının olduğu bu güzel diyara hoş gelmişsen:))

Adsız dedi ki...

ONEMLI OLAN DA SEVMEK DEGIL MI SADECE SEVMEK BEKLENTISIZ..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Beklentisiz sevmeleri de öğrenmek gerek;laflardan çok öte.Ve kendimizi aldatmadan...

Adsız dedi ki...

Sevmek, bir insanla başlar…
Sen, ellerine tutuşturulmuş bir armağansın yeni insanın…Kutunun içindeyken bilemezsin... Çözdükçe çözülürsün, Anlamazsın.
Bir sepete atılma ihtimalidir seni bekleyen; Sevgi yokken...
Ama sevgi varken; Yeni bir insanı tanımak, Yeni bir kente ilk kez girmek gibidir... Işıltılı, yemyeşil, çocuk sesli… Tüm ilk heyecanları yine yaşarsın, Hem de daha şiddetli… Sana sunulan güzellikleri çoğaltırsın, Kendin de çoğalırsın kendinde...
O kenti sevebilirsen eğer; Çamurlu yollarıyla, Yanmayan sokak lambalarıyla, Deşik kaldırımlarıyla, Kentin bütününü seversin...
yazilariniz cok guzel Guven bey tebrik ederim sizi guzel ifade ediyosunuz sevgilerimle .HiCRAN

GÜVEN SERİN dedi ki...

Hoş geldiniz. Sanırım sevmişliğin usta geçit törenini izledim yorumunuzda. Hep derim ben, insan hareket halinde olmalı, taşın altına elini bırakmalı bazen. Ve güzel, soylu bedeni adam etme adına da sevip, sevmenin ermiş yücceliğini de anlamalı.))

Sevmenin kusurlu,yalanı, aldatıcı taraflarına sarılan ve bir sürü şartk koşan sevgililerin sevmemişliğine yanar ve gülerim ben:))

Saygılarımla

Adsız dedi ki...

O ZAMAN NE DURUYORUZ GULELIM:)))))

GÜVEN SERİN dedi ki...

Elbet gülelim, iç çekerek gülelim:))