6 Şubat 2010 Cumartesi

ON DAKİKALIK YUMRUK MOLASI

Kamera; Güven İstiklal Caddesi-İstanbul
Ön taraf; mimarinin zeka ve sanat ile
birleşiminin gösterisini yapıyorken, arka
taraf ise; mimarinin insan yumruğu,
yalanları, dolanları ile yapılan
sanatının gösterisini sunuyor.:))

Kamera; Güven

Havayı ve bedenleri döven, küfürlerin en soylusunu
eden bizler; bulunduğumuz yerleri biraz daha
sevseydik; şimdi dünyanın en güzel yeri olan
boğaz kıyısı böyle boş kalmazdı.

Yapı Kredi Nedim Tör Müzesi Yahya Kemal
sergisinde, şairimize ait küçük bir alıntıyı
tekrar paylaşma ihtiyacı duydum.

"Ömrün bir saati çalar, artık
hatıraları yazmak zamanının geldiğini
hatırlatır.İhtiyarlamış her insanın hatıraları
vardır.Kimi etrafına anlatır, kimi de
yazar.Ancak anlatmasını bilen iyi
anlatır.Yazmasını bilem iyi yazabilir.
Yazmasını bilmeyen bir insan,muhakkak ki
çok meraklı hatıralara sahip de olsa, o
hatıralara hile katmayacak kadar samimi
de olsa,yine yazamaz.
İyi yazmasını bilen insan mutlak olarak
muvaffak mı olur? Bu biraz şüphelidir."

Bu güzel toplumda her kez yazıyor, çiziyor,
biliyor ve haykırıyor! Peki elaleme olan
bu muhtaçlık, bu yalnızlık niye?

ON DAKİKA YUMRUK MOLASI LÜTFEN



Meclisimizde neler oluyor, parlamenterler neler yapıyor diyecek olursak; sanırım söyleyecek çok şey bulamayız. Meclisimiz milletin temsil edildiği yer olmaktan çıkmış, görkemli bir arenaya dönüşmüştür. Parlamenterler cengâver askerler gibi görevlerini eksiksiz yapıyorlar.

Çocukluğumun en unutulmaz anları da yaz akşamları iki film birden izlediğimiz sinemaya gitmekti. İsmini bilmediğim ama lakabı “Foter” olan sinema oynatıcısı adamın başından hiç çıkarmadığı foteri vardı. O zamanın teknolojisi ile zor şartlarda yapılan sinemacılığın eksik ve yaşlı aletleri ile sinema seyir halindeyken sıkça kesilir ve ıslıklar göğü inletirdi. Neredeyse seyircinin tümü; “ Foteer hadi ulan, çabuk ol densiz herif” diye bir sürü hakaret etse, ıslıklar ile yuh çekseler bile; lakabı “Foter” alan sinemacı asla ama asla tepki göstermez, bir an önce kopan filmi tekrar seyir zevkimize sunmak için uğraşırdı.

Çocukluğumdan bu yana üreten, farklı düşünen ve tepkilerini zekâ ile üretkenlik ile gösteren insanlara gizliden gizliye sevgi beslemişimdir. İşte bu sevginin eseri olarak da, lakabı “Foter” olan sinemacıyı bir kez bile ıslıklamadım, bir kez bile yuh çekmedim ona. Ama o çocukluğun irdeleme yolculuğunda, kaba-saba kültürlerin içinde de, bir kez olsun o sinemacıya; sarılıp, yaptığı iş için teşekkür edememiştim. Bu da benim soylu yaşam kültürümün eksik çocuk yanlarımdan birisidir.

İki film birden izlediğimiz yaz akşamları belki de sinemanın en küçüğü olan ben; en çok da verilen “ On Dakika” film aralarına sevinirdim. Gazozcu ve leblebici dolaşırdı on dakika aranın olduğu sinema seyircisi arasında. Tahta sandalyelerimizin sert oluşuna aldırmadan sade gazoz ile leblebinin olanca keyfini yaşardım. Sanki ben o dünyanın hem içinde hem de dışında gibiydim.

İki film birden izlediğim ve gazoz ile leblebili yaz akşamlarının sinemaları çok gerilerde kaldı. Ama verilen ON DAKİKALIK aralarda yapılan yumruk savaşları, küfür dalaşları, oda baskınları denen ve hiç bitmeyecek yeni yeni kültürlerimiz oldu. Şimdi yumruğun, küfrün, sataşmanın, karalamanın, alkış almanın seyrini doya doya yapma zamanı. Belli mi olur; 30–40 yıl sonra bunlar da tarih olur; o zaman yapamadığımız keyfi çok ararız sonra.

Ne iktidar halkını düşünüp daha barışçı, hoş görülü olmak gibi bir düşüncenin içinde, ne de muhalefet; oy kaybını bir tarafa bırakıp; inleyen nameleri söyleyen bu halkın gerçek sorunlarını gündeme getirip, yeni ve kalıcı yasalar ile mutluluk-huzur getirme çabaları var. Yapılan en zekice işler; pusuya yatıp, geçmişte yapılan hataları, yanlış işleri, konuşmaları bulup ortaya çıkarmak. Aynı iktidarın yaptığı gibi; muhalefette bu kültürün döngüsüne uymuşa benziyor.

AKP’nin sabık İl Başkanı İsmail Hakkı Eser’in bir konuşması Meclisimizi savaş alanına çevirdi. On dakikalık ara; bir saatlik araya dönüştü. Yumruklar, okkalı küfürler, sert çıkışmalar, oda baskınları; tam bir savaş filmini andırıyordu. Bu görüntü tüm dünyanın sırıtarak izlediği ve hiç şaşırmadıkları seyirlik eğlencelerden birisi olmuştur.

Ne derseniz deyin; biz, bize benzeriz… Bizim vekilimiz, bizim bakanımız, bizim başbakanımız da bize benzer. Biz günlük sorunlarımızı çok güzel, çok marifetli, çok keyif içinde mi çözüyoruz? Biz gün içinde kim bilir kaç küfrün en şanlısını yapıyoruz. Kim bilir kaçımız cengâverleri bile kıskanmaya itecek yumruklaşmalar yapıyoruzdur…

Sanki ülkenin asıl sorunları uykuya yatırılmış gibi. Uyku öyle kış uykusu, öğle uykusu, gece uykusu değil! Sonu belli olmayan evrensel bir uyku gibi! Bir gün bir kurtarıcı gelip, uykuya yatmış tüm sorunları; “ Bunlar milletin sorunudur, aklın, ilmin, sanatın önderliğinde çözülecek” demesini beklemeliyiz.

AKP’nin sabık İl Başkanı’nın iki yıl önceki konuşması; bizim yöneticilerimizin, vekillerimizin, bakanlarımızın nasıl bir öz iradeye sahip olduklarını da aynasıdır. Başkanını, yöneticisini Peygamber görecek kadar, önünde yerlere eğilecek kadar sevmenin bedeli; tapınağa giden tapınan bir adamın görüntüsüne dönüşmüştür. İtaat öyle hal almıştır ki; temsil etiği halk önemli değil; bağlı olduğu lider; kutsanmış bir canlı gibi önemsenir.

Lider öl denirse ölünür, kal denirse kalınır. İşte ya git ya kal denince; sabık il başkanı İsmail Hakkı Eser, “ben partimi, başkanımı çok seviyorum, onları zor durumda bırakmamak için istifa ediyorum.” derken bile soylu bağlılığını vurgulayarak gitmiştir. Kim bilir bu sabık yönetici ilerleyen günlerde belki de kahraman olarak geri çağrılacaktır. Büyük ihtimalle…

Meclis İdare Amiri Orhan Erdem ile Bursa Milletvekili Ali Koyuncu hastanelik olmuşlar. Orası-burası zedelenenler de var tabi. Kıyafeti yırtılan, kravatı buruşanlar da var. Sinir krizleri geçirenlerde…

Ya beyefendi olarak, söz ustası olarak bilinen Bülent Arınç’a ne demeli? Başbakan yardımcısı olan Bülent Arınç, CHP Başkanvekili Güldal Mumcu’nun odasına gidip veryansın etmiş. İyi de yapmış hani! Öyle parti militanı gibi meclis yönetilir mi? Olacak iş midir bu yaşananlar? Bülent Arınç belki kendi taraftarlarının kalıcı sevgisini kazanıyor ama inanılmaz bir tepkinin nefretini de oluşturuyor; bu zeki insan, bu zeki yönetici bunun farkında mıdır acaba?

İster istemez kendi çocukluğumun “On Dakika Ara” zamanlarına gittim. Ve düşündüm hangi “On Dakikalık” ara daha keyiflidir diye?

Şimdiki Meclis binasındaki Parlamenterlerin On Dakikalık savaş gösterileri mi? Yoksa çocukluğumun gazoz ve leblebili On Dakikalık araları mı daha eğlenceli diye; düşündüm! Ve nedense, sert tahta sandalyelerde birbirine koyun koyuna yaslanmış, gazoz ve leblebili On Dakikalık aralar bana daha cazip geldi.

Çünkü kimse kimsenin, parmağını, burnunu, gururunu kırmıyordu…


Güven





















6 yorum:

ÇOBAN YILDIZI dedi ki...

Aaaaaaa olur mu hiç Güvenciğim.Mecliste birbirinin gözünü oyan,tepesine binmeye çalışan kıl zengini , akıl fakiri adamlar varken film arası 10 dk.ları daha eğlenceli bulmak olur mu hiç aaaarkidişimmmm :)))

Arzu Sarıyer dedi ki...

Yakaladım seni biz "Baba,Poseidon Macerası gibi yabancı ; Yılmaz Güney'in Yol,Sürü,Arkadaş gibi yerli" filmleri soluk soluya izlerken bir çocuk tahta sandalye bacaklarına kösele pabuçlarıyla habire vuruyordu.O sendin değil mi ?On dak.arada bitiremediğin gazozu boloncuklar çıkartarak içmeye devam eden,ses çıkmıyor sanıp çekirdeğini usulca çitlemeye çalışan. Uyarır gibi bakınca masum masum bakan Sendin... Unutmadım seni .İkinci filme yetişir miydi acaba yorulan gözlerin,uykuya teslim olmaz mıydı.O günleri çok arıyor ve özlüyorum.
Umarım bugünkü bir saatlik molaları arayacak duruma gelmeyiz.Selam ve sevgiler.

Adsız dedi ki...

Sevgili güven..Güzel yazılmış ama konusu iç açıcı olmayan bir pazar sohbeti okudum..Seninle aynı fikirdeyim on dakikalık arayı tercih ederim. Benim teyzem polatlı devlet üretme çifiliğinde memur du. Her yaz bir ay benim için sonsuz özgürlüktü.Hafta da iki kere sinema gelirdi o zaman en fazla onbir yaşlarındaydım sanırım
o keyifi ve beni hala etkisinden kurtamadığım `Rasputin filmi aradan geçen onca yıl o maharetli papazın yaptıkları gözlerimin önünde ve ben rusya yı ve özellikle rus çarının yaşadığı yerleri görmeyi çok istiyorum kısmet belki bir gün diyorum..Sinamayı izlerken bir yaşlı teyze vardı asla onun yanına oturmayı istemezdim. Kadıncağız heyecandan galeyana gelir sesli tepkiler gösterir benimde başkalarınında keyfini kaçırırdı..
Hiç değişirmiyim başımızdakilerin yaptıklarından utanırken o güzelim on dakikalık ..Keyfi ASLA..Yüreğine sağlık Güvenciğim sağlıkla esen kal sevgiler...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Zühreciğim; sadece kıkırdıyorum ben.:)) Arkidiiş, böyle ciddi yazıya böyle espiri yapılır mı yahu.:))

GÜVEN SERİN dedi ki...

Sevgili Gökçe, inan ki aynen söylediğin gibi; belki de ikinci filmi uyuyarak izliyordum.:)) Pek sanat ağırılıklı filmler izlemesek de, insanın çok yönlü dünyasının gelişmesi adına; haylazlığın sanata olan düşkünlüğü daha çoook küçük yaşlarda başlamış demek ki :))

Sevgiler

GÜVEN SERİN dedi ki...

Sevgili Ege pazar günün adına; inan ki üzgünüm. Bu konuları çok sevmesem de, bazen beden kaleme, kalem bedene baskı yapıyor.:)) Eh azcık kalem tutuyor olmanın becerisi ile bazen fazla tuzlu, bazen ekşi,bazen de bol şerbetli konulara geçiyorum.

Gönül ister ki, bizim soylu yöneticilerimiz boy gösterici büyük kavgalara, büyük masraflara dur desinler; artık bu topraklarda, geçmişin büyük uygarlıklarının yattığı bu diyarlarda; hep sanat, hep sevgi, hep aşk konualım... :))