17 Şubat 2010 Çarşamba

OKUYUCUYA TEŞEKKÜRLER

Kamera; Güven
Bir rüya gibidir Topkapı'ya,Afyasofya'ya,
Sultanahmet'e bakmak,akışların
en akıntılı yerinden...

Kamera; Güven 
Şehri Tekirdağ'ın eli fırça tutan ,tuvale can veren
insan; Doğan Yıldırım Erdem Hoca'ya
SELAM OLSUN

Kamera; Güven   Gürsel Bey
Sesi ile her ay bizlere solo ve koro sanat
müziği keyfi yaşatan güzel insana
minnettarlığımı fısıldıyorum.


Haylazlık güzel şey.:)) Kırk yılda bir olsa, gezmekten
vakit buldukça Öğretmen Evi'nin sessiz
mekânına süzülürüm. Süzüm, süzüm :))

OKUYUCUYA TEŞEKKÜRLER


Bazen en içten teşekkürler, bazen de en okkalı küfürleri duydum yazılarımın kalem ile buluştuğu 2,5 yıllık zamanda. Zaman kendi boyutunda ilerlerken, dünya da çok yol aldı bu süre içinde. Elbette ben de yazılarım ile bir sürü yolculuğa çıktım. Mümkün mertebe ideolojik, şahsi hesaplaşmalara önem vermeden; toplumsal duyarlılığı taşıyarak…

Bugün 648 yazım belki de çoktan yapmak istediğim “teşekkür” yazısına ayrılmalı diye düşündüm. Öyle ya; biz kalemleri besleyen yegâne enerji; okuyucunun bedeninde, kültüründe var olan değerler değil midir? Ve nasıl ki yergiyi hak eden insanlar bu kalemin nazik satırlarına konu oluyorsa, yazının büyülü yolculuğunda özeleştiri, övgü ve öfke soluyanlar da teşekkürü, hatırlanmayı hak ediyordur diye bu yazımı onlara adadım.

M.S 648’li yıllara giden bir zaman makinesine hiç ihtiyaç duymadan tarihin derinliklerine insek; 648’lı yıllarda da kısa süreli barışlar, uzun süreli savaşların olduğunu göreceğiz. O zaman da bilgi, doğruluk, erdem, adalet; mumla aranan çok az bulunan yaşam biçimleri, karakterlerdi. İnsanlığın ilerlediği, mutlu olduğu kısa süreli zamanlarda; adalet, erdem, bilgi; başköşeye oturtulmuş…

Ne, Dante gibi cehennemin kapısı üzerine; “BENİ SONSUZ SEVGİ YARATTI” yazacağım, ne de Friedrch Nietzsche gibi; “ BENİ DE SONSUZ NEFRET YARATTI” felsefesine sığınacağım.

2,5 yıllık yazı hayatımın mutsuzluktan çok mutluluk ile şekillendiğini, amatör kalemimin çıraklık uğraşlarında olgunlaştığını 648. yazı ile buluşturup soylu okuyucuma ayrıt etmeden teşekkürler yapacağım.

Kimisi mail yoluyla, kimisi telefonlar ile kimisi de birebir kendi ağzı ile iltifatlar, övgüler, yergiler, açıklamalar yaptılar. Bize düşen de, hepsinden beslenip o besinlerin hakkını vermektir. Zamanı da bu zaman deyip; değerli okuyuculara biraz mizah yardımıyla bazı yaşanmışlıkları hatırlatacağım.

Bir zaman önce belki yazı hayatımın ortalarında bir yerdeyken, bir sabah yüksek bir yöneticinin sesi ile güne merhaba demiştim. Telefondan aranıyordum. Ve ilk sorgu; “ Benim kaç yılık Tekirdağlı olduğum ile ilgiliydi.” Ve ikinci sorgu ise; “ Yazımın ideolojik bir anlam taşıyıp taşımadığınla ilgili oldu.”

Çok uzun bir süre devam eden telefon görüşmesi sonuncu, tarafsız bir gazeteci merakı ile toplumsal sıkışmanın dertlerini buluşturan yazımın art niyetsiz olabileceği anlaşıldı ki; sert ifadeler ile başlayan telefon görüşmesi, yüksek yöneticimizin dost hane yumuşak inişiyle noktalanmıştı. Bu arada epey ter de dökmüştüm hani!

Bir başka telefonla aranışım İstanbul’da güzel bir günde, güzel bir törenden sonra olmuştu. Moda’nın sakin, sessiz ve gösterişli kordon boyunda ilerlerken çalmıştı telefonum. Arayan kişi; yine yüksek rütbeli, vakur duruşlu olmayan bir efendinin sesiydi. Çok kızgın, çok doluydu. İlk sözü; “ Güven Bey ile mi görüşüyorum” oldu. Ben, evet deyince; “ Asıl cahil olan, tarafsız olan sissiniz. Seni mahkemeye vereceğim, sana benim kim olduğumu göstereceğim.” cümleleri ile soluksuz devam etti.

Vakur duruşlu olmayan bu efendi okkalı küfürlerinin yanında, tehditler de yaptı. Ama asıl ilginci, işin kara mizahı; “ Ya biz seni ve yazılarını seviyoruz, gel de konuşalım.” sözü oldu.

Bir başka okuyucunun anımsadığım ve her zaman güldüğüm sözü ise; Bu okuyucu benim baharatlar ile günlük hayata dair sentez yaptığım bir yazıyı okumuş. Ve bir gün sonra beni gördüğünde söylediği ilk söz; “ Ya yazını bir değil üç kez okudum ama hiçbir şey anlamadım.” diye oldu. Hep beraber gülüştük. Ve sonra da söylemine devam etti; “ Ama ondan önceki yazını çok iyi anladım ve etkilendim.” dedi. “ Hangi yazım” diye sordum; “ Hani Tanrıça ile ilgi içinde AŞK geçen yazın.” dedi. Yine gülüştük.
Anladım ki okuyucu fazla teknik, fazla ciddiyetten hoşlanmıyor. İçinde Aşk, Tanrıça, Masal, Uyku geçen yazılar, beğeni görüyor.

Bir başka okuyucu yolda beni durdurup hoşlanmış olduğu bir yazıyı sakladığını, ileride torununa göstereceğini söyledi. Bir başka okuyucu vefat etmiş babalarını onurla andığım bir yazıyı ailece destan okur gibi okuyup, günlerce ağladıklarını anlattı. Bana uzaktan selam verip de, çok yakınıma kadar gelip beni sokakta durduran utangaç okuyucuyu da hiç unutmuyorum. Onu da mutlu eden, beni durdurup elimi sıkacak kadar harekete geçiren yazım; “ GANOS TEPELERİ” ile ilgili yazımdı.

Yine anladım ki maceraya tabiata dönük yaşayışlar yazıya dökülünce okuyucu seviyordu. Çünkü durgun hayatı, suskun kişilikleri olan çoğunluk; belki de pas geçtikleri hayatlarını, yerine koyamayacakları geçmişlerini bazen yazılarda buluyor, beyinsel yaşanmışlık ile kucaklıyor olmalılar.

Bir başka okuyucu ise beni her gördüğünde; “ Yazını okudum, çok farklı buldum ve beğendim. Ama çok ağır! Biraz hafiflet de her kez okusun.” diye yaptığı uyarıyı da anlayışla karşılayıp, gerçekten de ağır mı yazıyorum sorgulamasını yaptım. Farkına vardım ki, ucu açık ve düşünmeyi gerektiren gerçekler ile karşılaşmayı sevmiyoruz. Hayalleri hayalperestlik ile karıştırıp, marifetli olmayı, marifetsiz küfürler, saldırılar ile beslemeyi de ayrı benimsiyoruz. İçinde koridorları fazla olan yazılar, yüce insanın milyarlık hücrelere sahip beynine ağır geliyormuş; ben buna şaşar bakar şaşı kalırım…

Sevgili pek kıymetli vakur okuyucu; 648. yazım ve hâla işiten kulağım, gören gözüm, dokunan bedenim, tat alan dilim sağ ve salim durumdayken; sizlerden gelen okkalı sevinçleri, küfürleri, uyarıları, övgüleri; kalbimin başköşesinde saklıyorum.

Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki bana yollanan her türlü duygu, söylem, eleştiri, övgü; yine siz vakur değerli okuyucuya YAZI olarak geri dönecektir. Ve bizlerin kalemi, gazetemizin fedakâr yöneticilerinin gayreti ile daha kim bilir kaç kez teşekkürler, iltifatlar edeceğiz birbirimize…

 Güven

 Not; Tekirdağ Habertrak gazetesinde çıkan 648. yazım beni etkileyen tüm dostların soylu enerjisi ile hayat bulmuştur. Doğal olarak blog kültüründen de etkilenen bu haylaz adam, bu yazı vesilesiyle buradaki dostalara da teşekkür adına, saygı adına EL UZATMAK istedim.

 El uzatmak güzel şey. Ele eldeki enerjinin sıcaklığını şüphelerden arınarak fark etmek de ayrı bir güzellik olmalı. :))













12 yorum:

Selma Er dedi ki...

sizinle daha önce blogcu.com'da tanışmıştık..bu kadar zamandan beri sizi izliyorum,okuyorum,bazen yorum yazıyorum..ama her zaman kaliteli,seviyeli,alçak gönüllü,yardımsever,paylaşımcı,Atatürkcü bir insan olduğunuz için naçizane takdirlerimi,teşekkürlerimi,sevgilerimi ve saygılarımı sunuyorum size..her zaman güzel paylaşımlarınızın,dostluğunuzun devamını diliyorum..selma er.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Aynen öyle, diye güzel bir şarkı vardır.:))

Söylediklerinize aynen katılıyorum ben. İnsanın mutlu olabileceği dünyada, mutluluğun sadece yemek-içmek ve de kösnül duygular ile tepeden tepeye dolaşmak olmadığına inanmış bizler; ülke toprağının, ülke gerçeğinin sorumluluğunu da bize düşen duruş ile sergilemek zorundayız.

Sevmek,sevişmek,öğrenmek,keşfetmek güzel şeyler. Bir de nesillerin değişimi dünyanın dönüşümü gibi hızlı olsa. :))

Okumak, yazmak ve araştırmak da ayrı bir güzellik içinde ölümlü bedeni ölümsüz hayallere davet eder.

Saygılar size Selma Hanım

Arzu Sarıyer dedi ki...

Uzatılan o el ve yürek dert görmesin.Ben de teşekkür ederim ve kutlarım.Nice altıyüzlü yazılarda buluşmak umuduyla...Selam ve sevgiler.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Güzellikleri,iyilik ile, dostluk ile süsleyen güzel insanlara da benden selam olsun Gökçe. Bitmeyen öğenim, öğretim yolculuğunun hâla insanlık heyecanı ile çırpınması ne güzel, ne hoş...

Sevgiler dostum.

A Vitamini dedi ki...

Rastladığım için şanslı olduğum bloglardan birisi olacak sanırım blogunuz. İlk yazı sardı bile beni. Takipteyim :) Ama mahkemeye vermem :)

Adsız dedi ki...

Bende size teşekkür ediyorum beynindeki ve yürğindeki güzellikleri bizimle paylaştığınız için. Her zaman ki gibi zevkle bir nefeste okudum sonra satır satır hazmederek satırların arasında sörf yaparak dolaştım. Tekrar teşekkürler sevgili Güven kalemin daim olsun.. Sevgiler sana..

ÇOBAN YILDIZI dedi ki...

Güvenciğim,seninle blogcuda tanışmıştık.O zamandan beri yazılarını büyük bir keyif ve beğeni ile okuyorum.Kelimeler o kadar güçlü ve bir o kadar da sihirli ki , seni ancak fotolardan gören ben için vazgeçilmez bir dost ,arkadaş kılıyor.Haa bir de ağabeyime çok benziyorsun :)) Belirtmeden geçmeyeyim dedim :)) Canım arkadaşım benim, nice yazılar diliyorum hem sen hem de zevkle okuyan bizler için.İyi ki varsın !

GÜVEN SERİN dedi ki...

Ağabey'e benzeyen ben; kardeş kokan Zühre'ye selam eder. İnsan,insana bu kadar mı samimi,içten koşar diye merak eder ben bu çelişkili girdabın içinde kalan insan olarak... .))

Sevgilerimle Zühreciğim

GÜVEN SERİN dedi ki...

Olgunluğun güzel ve mütevazı Ege'si;gönlünce sörf yap olur mu? Yorgun ve mutlu bedenler; baskı yapan hayata güçlü kökler ile tutunmasını bilmişler. Ve o köklere dayanmış güçlü beden gülümsesin,dolaşsın bir gezgin gibi diyardan diyara... :))

Saygılar Egeciğim

GÜVEN SERİN dedi ki...

Sevgili Arzu hoş geldin. Peşin peşin mahkeme olayında anlaşmamız, bana güven vermeniz; içeme su seprti arkadaş:))

Çok az da olsa blogunuza baktım. İçim açıldı. İyi ve güzel enerjileri toplamak ve sonra da yaymam ne güzel...

A Vitamini dedi ki...

Kısacık zamanımızı ne kadar çok güzellikle ve mutlulukla doldurabilirsek kardır değil mi? :)

GÜVEN SERİN dedi ki...

Evet evet de; aslında kısa olan zaman mı? Yoksa zamanın harika koridorlarında gezinmeyi sevmeyen, uzağa bakmayan biz kısa bakışlı, kısa sevişli insanlır mı bir eksiği var bunu anlamaya çalışırım. :))