1 Şubat 2010 Pazartesi

DURUŞ

Kamera; Güven Topkapı

Ben özlerim bu diyarları. Tarihlerin iç içe
girdiği; şimdilik top seslerinin yerini
çocuk seslerinin aldığı yerlere; selam olsun:))


Kamera; Güven Panoroma Müzesi
Görsel şov; savaş için değil; şimdi barış için
sanat için;sesler veriyor.


Kamera; Güven  Panoroma Müzesi
Bakışların derinliğinde yüzmek adına; gidin be:))
Vallahi gidin...

Kamera; Güven Ayasofya

Ah yaşlı bakış!
Ah soylu duruş!
Ah cehaletimin başladığı yer!
Kimbilir kimler kaybetti aradığı Tanrıyı
burada. Kim bilir kimler kaybettiği
Tanrıyı buldu. Ve kim bilir kimler de
varlığının anlamsızlığını gerçek ile
yüzleştirdi burada...
Kimler yok saydığı sevgiyi yakaladı da
haykıramadı ilahi hissedişini;
yaşlı mekânında...

DURUŞ




İnsanların kendilerine has duruşları vardır. Yaşamımız boyunca karşımıza çıkan olaylarda bizim duruşumuzun kadersel bir etki yaptığına tanık oluruz. Kısacası bizim duruşumuz, aynı zamanda bizim çevre ile olan bağımızı, bağlantımızı da ÖNEMLİ veya ÖNEMSİZ yapar.

Yakından tanımadığımız, duruşlarını farklı olaylar karşısında görmediğimiz insanlar hakkında atıp-tutmayı severiz biz! Severiz de bu insanlara; “ Amma pasif, ahmak, aptal veya zeki, yardımsever, korkusuz insan” deyip de, onların gerçek olaylar karşısındaki hareketlerini, beden ve ruhlarını kullandığı anı gördüğümüzde şaşırıp kalırız.

Bazı insanlar sıradan, mütevazı ve iddiasız bir yaşam sürerlerken yaşamlarının içinde sıra dışı bir olay karşısında çok özel davranışların soylu sahiplenişine imza atarlar. Hiç ummadığınız o pasif, o sıradan insan; sizi yanıltır ve her kesin kaçıştığı ortamda; “ Ben Buradayım” der! Şaşkınsınızdır. Algılamanız ve bugüne kadar olan inanmışlığınız yeniden yazılır.

Bazen de kahraman, büyük dost diye bildiğiniz insanlar; en ufak bir tehlikede, zorlanmada; TOZ-DUMAN olurlar. Öyle bir şaşkınlık yaşarsınız ki insanlığın bu kadar da mı olur hayal kırıklığını yaşarsınız. Olur, elbet; bu kadar da olur, bu kadardan fazlası da. Bileceğimiz, öğreneceğimiz bir gerçek var ki; Hiç kimse hakkında ne büyük, ne de küçük düşünülmeli. İnsanın yaptığı iş; topluma, diğer canlılara fayda içeren emekler taşıyorsa; o insan önemsenmeli. Renklerin, seslerin, ışıkların bazen yanıltıcı bedenleri olur. İşte o zamana sıkça tanık olmamak adına; tedbiri elden bırakmamalı, kendi bedenimize, ruhumuza güvenmeli, inanmalı…

Benim de çok sevdiğim bir adamın ölümüne tanık olmuştum. Aman Tanrım; kimler yoktu ki cenazede; Millet Vekilleri, Kaymakam, Vali, Müdürler, Memurlar, İşçiler, Köylüler… Mezarlık çiçek çelenklerinden geçilmiyordu. Ailenin çocuklarına baş sağlığı dileyenlerin yalancı övgüleri ardı arkası kesilmeden devam ediyordu. Kart verenler, yardıma ihtiyacınız olursa; bekleriz diyenler de çoktu.

Gün çık kısa zamanda o cenazenin kalabalık dostluğunu sınama ihtiyacı doğurdu. Ailenin düştüğü büyük bir zorluk yaşandı. Ve ailenin büyük oğlu cenazede övgü yağdıran büyük kahraman, dost görünenlerin tek tek kapısını çaldı. Gördü ki; kocaman bir yalanın kandırılmışlığı yaşanmıştı. Kimin kapısını çalsa, başlar öne düşüyor, cenazenin üstünden daha 3 ay geçmemiş olsa da; inanılmaz bir yan duruş gösteriyorlardı.

Ne olmuştu bu insanlara? Daha bir yıl geçmeden duruşları, sesleri, davranışları niye değişmişti? Hani ölen insan çok önemliydi! Hani onun ailesi her hangi bir zorluk yaşarsa; yardıma koşacaklardı? İnsan; zavallı ve garip yaratık! Özellikle siyasi arenadaki insanlara çok ama çok dikkat edin derim! Her şey yolundayken; rakı da içilse, su da içilse; bol gülümsemeli, bol tebessümlü onurlu gösteriler yapılır. Ama işler raydan çıkmaya görsün; O aslan gibi, kaplan gibi kükreyen insanlar; nasıl da küçülür, zayıflar ve sağlıklıyken bitkin görünürler…

Bu yazıyı yazmama yardımcı olan ve bana güncel yara haline gelmiş olan “duruş” kültürümüzü anlatma, tekrardan anma fırsatı veren arkadaşıma da sırıtarak teşekkür ediyorum.

Bu arkadaşım bazen öyle bir duygu fırtınasının içine girer ki; “Ben arkadaş için ölür, iki elim kanda olsa giderim.” der. Fakat bendeniz bu arkadaşı eli kandayken de görmedim, eli tozlanmışken de ciddi bir uğraş içinde görmedim. Ama o der ve kendini de öyle sanır. Doğrusu bazen ben de ona inanmak isterim. Acaba, gerçekten de öyle mi, ben mi yanılıyorum şüphesine düşerim.

Bir gün bu arkadaşın “ARKADAŞLIK” adına anlattığı yüce hikâyelere sahiplenişini sınama imkânım oldu. Onun yakın bir arkadaşı biraz maddi, biraz manevi yokluk içine girdi. Ve bu yüce yürekli insana başvurdu. Gördüğüm manzaraya inanamadım. O cesur adam, o mangalda kül bırakmayan insan; kül olmuş, iyice beyaz ve griye dönüşmüştü. Mazeretin bini, bir para misali; ortalıktan sıvışmıştı.

Gelelim DURUŞ yazıma konu olan benim soylu arkadaşıma! Bana sıkça sitem eder. Herhangi sanat olayı oldu mu bana haber ver yoksa sana küserim der. İyi de eder hani! Bende söz vermeden “tamam” der geçerim. Çünkü isterim ki sanat olayları; emek harcanarak kovalansın. İlah ki birileri davet etmesin bizleri. Kendimiz de davete, yardıma, mücadeleye, desteğe katılalım.

Böyle bir sanat gösterisinde bizim kahraman ve sanat hayranı arkadaşı da çağırdım. Telefondaki ses; biraz zorlansa biraz kararsız da görünse geldi. Tabi ki ortam onu tam manası ile tatmin etmedi. Çünkü görüntüde büyük bir şov, ışıklı gösteriler, televizyon kamaraları filan yoktu. Sıradan gibi görünen ama sıradan olmayanların emek harcayarak yaptığı bir gösteri vardı.

Bana sıkça sitem eden sürekli sanat içerikli programlara katılmak isteyen arkadaş; kıvranmaya başladı. Ben de için için gülüyorum hani. Daha gösteri başlamamıştı ki onun imdadına telefonu yetişti. Arayan bir arkadaşıydı. Onları eşiyle birlikte kahve içmeye bekliyorlarmış. Ve ben duruşu oldukça sağlam görünen, Aslan gibi kükreyen dostumun ne cevap vereceğini merakla bekledim.

Büyük sanat hayranı, Aslan bakışlı arkadaşım bin bir zahmetle “ tamam eşim ile konuşayım gelmeye çalışırız” demez mi? Gerçekten de eşi ile konuştu gitmeye karar verdiler. Ama bir sorun vardı! Durumu bana izah edip benim rızamı alma gereği duydu. Çünkü duruşuna uymayan harika bir aldanış, aldatış içine girmişti. Öyle ya; özel bir gösteriye davet edilmişti. Onu arayana nazikçe bir başka akşam deseydi; o arkadaşı onu daha da sayar, severdi. Çünkü katılmış olduğu bir programdaydı o an!

Ben de onu üzmeden nazikçe; “ YOLUN AÇIK OLSUN ARKADAŞ” dedim. Sanata eyvallah etmeyenlere; SANAT NİYE EYVALLAH etsin ki?


Güven

4 yorum:

Arzu Sarıyer dedi ki...

Çok dokundu bu yazı dostum çok.İçinde buluntuğumuz her ortamda kedi bile olamayan o kadar çok arslanlar var ki...Nasrettin hocanın " Fil" fıkrasını gel de düşünme...Çok iyi bilirim o arslanları ben...Ellerine sağlık,selam ve sevgiler.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Arslanlara gülesim geldi.:)) Hem erkek, hem de dişi aslanlara.:))

Selam olsun sevgili dost; selam olsun Ege'nin güzel diyarlarına.

Severem Egeyi,Egeliyi ben severem:))

Adsız dedi ki...

Sevgili Güven..Bu bahsettiğin aslanlaran hayatımızın her alanında o kadar çok var ki..
Hele, hele bu internet te..Biliyorum ki bunu hepimiz biliyoruz hünerleri, becerileri, katmerli, katmerli. Çoğu üniversiteli mangalda kül bırakmıyan sözde iş adamı.. Şairi..Yazarı bin taneden 5 tanesi belki yazar ya da şair sanatcı..
Ellerine sağlık Güvenciğim dilerim
o arkadaşın okur, okurda bişeyleri farkeder..Selam sevgiler..

GÜVEN SERİN dedi ki...

Egeciğim aslında ben, o arkadaşa teşekkürü borç bilmeliyim.:)) Bazen yazasınız gelmez, bazen yazmaya konu da yoktur. Ama soylu ve çok bilmiş insanlar olduğu sürece size bir şeyler sunarlar. Ve sisin içiniz içinize sığmaz o an. :))

Aslında aslan yürekli bol bilgili arkadaşıma öz eleştiri yapmayı, yüzüne küçük bir tokat vurmayı çok isterdim. Fakat öyle bir keskin bakışlı ve tek taraflı dünyanın içinde dönüyor ki; varlıklarına muhtaç olduğum ve iyi yanı fazla olan insanları kaybetmekten korkarım ben. Bencilce, hadi git oradan diyemediğim için, kelimelerin yücü gücüne sığınmışam..))