25 Ocak 2010 Pazartesi

BUZ DANSI


Kamera; Güven  Tekirdağ Limanı
Beden saf beyazlığın, saf soğuğun içinde;
saf insanı arıyor.:)) Ama, bulamıyor...

Kamera; Güven  Doğa Irmak
Küçük Doğa, böyle güzelliği ilkkez görüyor:))
Doğrusu, kar savaşlarını severim. Sonunda
ölüm yoktur.:)) Biraz kolunuz ağırır ve saf
beyazlığın soğuğunda; siz, ateş gibi
yanıyorsunuzdur...


Kamera; Güven  Tekirdağ
Lütfen şu çamların asaletine ve mimarinin
ışıklı şovuna bakar mısınız!


BUZ DANSI




Avrupa Buz Dansı 2010 yarışmaları başladı ve bitti. Estonya’da çiftler ile başlayan buz dansı yarışması; büyüleyici görüntülerin yanında, harika bir seyir zevki verdi. Görselliğin inanması zor olan renkli elbiselerin uyumu, müziğin desteği ve insanın sanatı ile adeta doyumsuz bir şova dönüşüyor.

Müzik ve insan; buz pistinde adeta tek vücut oluyorlar. Çok uzun çalışmalara, emek harcamalara dayalı olan buz pateni; insanın isterse harika bir dönüşüm yaşayacağının da bir kanıtıdır. Bizler düz yolda yürüyemezken, buz pateni sporcuları; özenle seçilmiş, dikilmiş giysileri içinde; buz pistinde önceden hazırlanmış kompozisyonları dansları ile gösteriyorlar. Müziğin dansçılar ile uyumu, buzdaki insanın anlatmak istediği kompozisyon; soyuttan somuta; büyüleyici bir görsel törene dönüşüyor.

Sürekli esen kuzey rüzgârı, kuzeyli komşumuz Rusya gibi sporcu yetiştiremediğimizin garip açıklamasını da yapıyor bize. Tenis sahlarında, futbol çılgınlığı yapan bizler; heyecanımızı en olmadık yerde yok ederken; en olmadık yerde de insafsız ve çok bonkörce kullanıyoruz. Elbette spor; çalışmak ve özel yetenek ister. 75 milyon nüfusu olan ülkemiz; övünesi rekorları nedense belalarda, kazalarda, vahşi entrikalarda kırıyoruz.

Buzun üstünde kayan kadın, erkeğinin elini bir bırakıyor, bir tutuyor. İki beden bazen tek, bazen çift oluyor. Estonya buz pateni çiftler yarışmasında buz üstünde dans eden, bir rüya âleminin canlıları gibi kayan sporcuları izlerken; bizim buz sahlarımızın az oluşunu, sporcularımızın desteklenmeyişini de irdeliyorum. Başarıya, alkışa, uluslar arası spor kariyerine aç olan milletimizin dünü yok edilirken, bugünü yine pas geçildi. Yarınları ise; Allaha emanet olsun…

Müziğin sesi ne fazla, ne az. Sporcuların kıyafetleri kendi danslarına, oluşturdukları kompozisyona uygun bir tasarım içinde. Her dansçının giydiği kıyafet kendi çalışmalarının ürünü!

İnanılmaz bir hüner; buz üzerinde müziğin eşliğinde gerçekleşiyor. Buz saf beyazlığı, grilik ile buluştururken; saf doğan insanın neler yapabileceğinin de gerçeğini gösteriyor bize.

Müzik bedene, beden buz pistine sarılıyor. Çiftlerden oluşmuş buz pateni gösterimi; ister zorunlu danslar, ister orijinal danslar, ister serbest danslar görünümünde yapılsın; muhteşem bir süzülüşle buz üzerinde kayıyorlar.

İnsan dansı, dans edeni kıskanmalı. Dans edene imrenme ile bakmalı. İnsan kendi bedenin eksiğini, diğer bedenlerin büyülü varlıkları ile beslemeli. Kıskanmasını, imrenmeye, imrenmesini bir başka dalda da kendisinin var olduğunun dönüşümüne çevirmeli.

Vasatlık, üretememe, müzikten, danstan, şaraptan yoksunluk; insanı daha insan yapacak romantizmi de yok eder. Argonun, cehaletin anaforuna kapılır, hızla sürülerin çoğul yalnızlığına dâhil oluruz. O yüzden dans ve müzik; insanın büyülü yolculuğunda hep yanında olmalı. Bedenler bedene kimi sarılmalı, kimi itmeli birbirini. Ve insan, buz üzerinde, buzun saflığında kaymalı; hayatın bin bir zorunlu kötümserliklerine karşı.

Dansı, ister buz üzerinde, ister buz olmayan bir mekânda yapılsın; içinde taşıdığı görselliği, figürleri ve anlattığı kompozisyon ile insanı biraz daha insanlığa davet eder. İnsan dansı, müziği, kadını her keşfedişinde; hayatında, sevgilinin de, eş ve dostun da keşfini yapıyor olacaktır diye düşünürüm. Kaba ve kıpırtısız bir yaşam; ezbere alınmak istenen yolların “bir arpa boyu yol oluşuna” dönüşmüştür. Gidersiniz, yaşarsınız ve dönüm bakarsınız; anlam veremediğiniz geçmişiniz, acılar, sahtekârlıklar, kötülükler ve rezillikler ile doludur.

Hâlbuki müziğin üflediği sihir’i beden yetenekleri, çalışmaları ile dansa çevirmişsek; hayatımızı da ahenkli, nazik ve sanata dönük yaşama dönüştürmemiz oldukça yakın demektir. Kavgayı, rekabeti; müzik, dans ve bedenin harika figürleri ile veriyoruzdur artık!

Şüphesiz ki çiftler arasındaki buz dansı; çok özel ve süreklilik isteyen bir spor. Yapılacak en ufak bir hata, ince belli kadın ile yumuşak ruhlu erkeğin gösterimine zarar verecektir. Buz dansı, kusursuz bir gösterimin inanılmaz yolculuğudur.

Kadın erkeğe, erkek de kadına sarılır. Hareketler çok zariftir. Birbirini incitme ve birbirine ahmakça bakma; tarihin derinliklerine; yedi kat yerin dibine gitmiş gibidir. Buz dansı; korkaklığı, acemiliği, çekinceyi, kötümserliği asla kabul etmez. Buzun saflığı, marifetli olanı davet eder. Marifet gökten inme ve ucuz kahramanlıklarla değil, çok küçük yaşlarda ve her gün çalışmalar ile kültürleşir.

Dans, insan ruhu ile bedeninin mükemmel bir uyumudur. Bu uyum, gerçek hayat ile gerçek üstü hayatın arasındaki köprü gibi; alır götürür bizleri. Seyrin keyfine varmak için, müziğin ritmini de iyi dinlemeli. İnsan figürlerinin değişimini, bir anlık göz kırpmasında bile neler yapabileceğinin görüntüsünü iyi yakalamalı.

Acaba büyük çoğunluğunun suskun ve beceriksiz olduğu siyasi dünyamızın insanları; siyasete davet edilirken; sanatçı kökenli olmaları, iyi dans ediyor olmalarının önceliği istense; siyasetimizin asık ve kayıp yüzü nasıl bir değişim geçirir?

Sürekli mazeret üreten ve kendi bindiği dalı değil de ağacı yok etmek isteyen siyasi düşünceli ve rütbeli insanlar; müziği ve dansı da siyaseti sevdikleri kadar sevseydiler acaba; ülkemizdeki genç insanların bu günkü karamsarlıkları bu kadar büyük olur muydu? Ben olmazdı diye düşünüyorum. Olmazdı. Çünkü yetenekli bir insan, yeteneğini müziğe, dansa, sanata aktarıp; zaman yolculuğunu dünya kirlerinden, sıkışmışlığından arınma olarak algılayacaktır. Bu yönde kendi ülke insanını diğer uygar-gelişmiş ülke insanları yanında görmek isteyecektir.

Buz dansının en büyük desteği seyirci alkışı, bir demet çiçek ve madalya olurken; siyasetçilerin en büyük desteği; birbirine selam vermeyen, bölünmüş halklardan, kavgalardan oluşmuş insan kümeleridir.


Bu kümeler ne yazık ki; dansın anlattığı kompozisyonu, müziği alkışlamak yerine; daha iyi laf yapanı, daha iyi küfür edeni alkışlıyor. Bu da bizim geçmişe olan diyetlerimizin lanetli ödeyişleri olmalı.


Güven 

4 yorum:

Bülent dedi ki...

Buz dansını veya diğer sporları bırakalım; son yıllarda ata sporumuz olan Güreş ve başarılı olduğumuz Halterdede büyük düşüş yaşıyoruz;ayrıca ben kendi ilimiz olan Tekirdağ gibi geleceği çok parlak bir şehrin üniversitesi olan Namık Kemal Üniversitesinde şu anda tam emin olmamakla birlikte ben hiç bir sporun yapıldığını görmedim...

GÜVEN SERİN dedi ki...

Merhaba kardeşim Bülent.Merhaba sana.

Aklın,ilimin,sanatın,gerçeğin olduğu her yerde; sporun her türlüsü vardır ve olmalıdır.Şimdi düşünme zamanı; biz gerçekten de akıllı mıyız? Yoksa kurnazlığın tepesine oturumuşuz da aşağıya kaymanın lanetli korkularını mı yaşarız!

Arzu Sarıyer dedi ki...

Sanat ,dans ve siyaset.Çok güzel irdeliyorsun dostum.Çok düşündüm otuz beş yıl öncesine gittim.Tek kanallı tv miz,siyah beyaz.Sanırım ocak sonu şubat başı bütün gece hatta sabahlara kadar buz dansı izlediğimiz geceler.Ailecek çok sevdiğimiz gösteri idi.Hayatında hiç dans etmemiş babam ve annem hayranlıkla seyrederlerdi.Yürekleri ağzına gelirdi sık sık düşme pozisyonlarında.Yüksek puan alanlara da yürekten alkışlarlardı.Kendi kızı ve oğluymuş gibi.Şimdi senin gibi birkaç meraklısından başka kim izliyor.Sanat diye yutturulan soytarılıklara kim dur diyor.
Fotoğraflar harika.Saf beyaz örtü doğayı temizlerken,umarım buz dansı gibi sanatlar ruhları temizlerse siyaset de başka mı olur? Ne dersin...Emeğini kutluyorum,selam ve sevgiler.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Ne güzel anılar, ne güzel yaşanmışlıklar...

Derim ki, insan ruhunda barındırdığı tüm vahşiliği; sanat ile törpüleye bilir, sanat ile cilalaya bilir. :))

Siyasete,siyasilere de sanatın mikrobu bulaşı verse; çok iyi olur diye düşünürüm.:))

Saygılar sevgili dostum.