21 Kasım 2009 Cumartesi

ORGANİK AYDIN

Gündemden inmeyen ve sürekli bizleri meşgul eden GDO tartışmaları her gün yeni bir açılım, yeni bir sürprizler ile tazeliğini koruyorken, şimdi de ORGANİK AYDIN tanımlaması çıktı ortaya. Hani organik tarım söylemlerine o kadar çok alışmış ve nasıl bir şey olduğun anlamadan bile, iyi bir şey olabilme ihtimaline odaklanmışken, organik aydın da nereden çıktı diyebilir siniz?



Birçoğumuz bilir ki, bizim dedelerimiz bugün Avrupa üreticisi ve tüketicisinin yere-göğe sığdıramadığı organik tarımı zaten yapıyordu. Hem de kralını yapıyordu. Hiçbir ilaç katılmadan yetişen ürünler belki azdı ama insanların damağı da keyif alıyordu, beyni de, midesi de! Ya şimdi? Şüpheler, hastalıklar, ticari kaygılar ve daha bir sürü neden; hastalık hastası olmamızı sağlıyor.

Kendi naçizane fikrim odur ki, bizlerin hasta olması da birilerini hiç rahatsız etmiyordur! Birileri kimdir? Artık silah sanayinin yerini alacak, almak isteyen; İLAÇ SANAYİDİR. Ne kadar hasta olunur, hastalık yayılırsa, o kadar büyük paralar kazanılır. Dünya hali bu, kazan ve küpünü doldur. Ne demişler su akarken dolduracaksın. Gerçi bazılarının çeşmesi hiç akmaz, bazılarını ise hep damlar. Bir türlü temiz su şırıltılar içinde akmaz. Neden? Irmaklar, göletler, denizler; doğanın doğal olmayan döngüsü içinde hep bir tarafa döndürülür de ondan.

Yazar Tayfun Er’in konuşmasına kulak misafiri oldum. Tam da GDO gündemi kendi tartışmalarını en tepe noktasına taşıdığı bu zamanda; Tayfun Er; “ Ben organik Aydınım” diyordu. Dikkatimi çekti. Organik Tarım nedir, ne değildir duymuş, bilgilenmiş, organik tarımın leziz armutları, karpuz-kavunları ile büyümüştüm. Ama organik aydın da kim oluyor?

Organik Tarım, ilaç ve başka bir kimyasal kullanılmadan doğal şartlarda yapılan üretim çeşididir. Yani dedelerimizin, ninelerimizin yaptığı, bizlerin burun kıvırdığımız, uygar saymadığımız tarım; organik tarımdı. Peki, organik aydın da böyle bir şey mi? Yani hiçbir yapaylık, kimyasal birleşen olmadan, tamamıyla kendi kültürünü, özünü benimseyerek halkına; kulak veren, el-yürek veren insanlar mıdır? Sanırım öyle bir şey?

Yazar, organik tarımın unutulmuş ama Avrupa’da hatırlanan ve halkın ısrarla doğal ürünler aramasına örnek bir duruş getirmiş. Tarımın organiği varsa, insanın da, aydının da vardır diyor. Yazar konuşmalarına devam ediyor; “ CHP halktan neden koptu? Çünkü halka inmek yerine aydın yerine koyduğu köşe yazarlarından medet umar hale gelmiştir de ondan kopmuştur. AKP’nin yükselişi halka daha yakın oluşundandır. Ne kadar çok sınırlama yapar, alt kesimlerden koparsanız o kadar kayıp verisiniz. CHP yükselmek, iktidara gelmek istiyorsa; sadece köşe yazarlarından değil, halkından medet ummalı. Halkına doğru yaklaşmalı. Onların yaşadığı yerlere samimi bir şekilde ve sürekli inmeli.”

Bu tepside kim ne diyebilir ki? Halkını inleten inim inim titreten bir iktidarın döneminde yaşarken; muhalefetin oy patlaması yapmaması, sadece belli söylemlere takılı kalması; bir şeylerin eksik olduğunu gösteriyor. Halk yok sayılıyor. Halk sadece deniz kenarlarında oturan, zengin ve üniversiteyi bitirmiş kesimlerden ibaret değildir. Halk, yanlış siyasetler sayesinde yurdundan, yuvasından göç ettirilmiş milyonlarca okumamış insanın şehirlerde birikmişliğin gösterisini sunuyor. Yeni bir halk değildir bunlar. Ama ne şehirli, ne köylü, ne kasabalı da değillerdir. Özlemleri, alışkanlıkları, beklentileri inanılmaz bir şaşkınlık geçiren, her an tepkiler verecek, değişiklikler gösterecek insan topluluklarıdırlar. Peki, böyle bir halka, muhalefet partileri hangi söylemle yaklaşıyor?

İş-aş ve daha iyi bir eğitim, barınma mı? Hayır? Ya laikliğin elden gittiği, ya milliyetçiliğin zedelendiği yaklaşımlar sürekli siyasal bir malzeme olarak kullanılıyor. Hâlbuki insan psikolojisini, toplum bilincini anlayan, araştıran, sorgulayan bilim insanları vardır. Bunlar bilirler, görürler ki; aç-açıkta olan insanlar öfkelidir. Algıları, beklentileri değişebilir, bizim en önemli bulduğumuz sürekli tedirginlik yaşadığımız rejim tehlikesini görmeye bilirler? Ve bu yüzden bir günlük de karınları duymuş olsalar, birkaç çuval kömür alıp, sırtları da okşandığı zaman; bunu kurtuluş gibi görürler. Çünkü umutları, hayalleri zedelenmiş, büyük bir mağduriyetin karanlık çukuruna düşmüşlerdir. Onlara uzanan bakımlı ve bol gül suyu kokan eller, yukarıya çekmese bile, çekebilme ihtimalini gösterir!

Yani AKP halkçı parti olarak kurulmuş, fakir-fukarayı-işçiyi-işsizi gözetme misyonunu üslenmiş partilerden daha önde oldu. Ülke insanın ilaçlı tarımla boğuştuğu, herkesimin kimyasal saldırılara maruz kaldığı bir dönemde, kadınlarla, gençlerle, dinle, dille oluşturduğu yaklaşımı; organik bir insan tiplemesine dönüştürdü. Biz sizlerden birisiyiz, sizin gibiyiz. Yoksulun, mağdurun yanındayız dediler. Bu söylemler tuttu. Ülkemizde yüksek çıkarları olan soylu devletler de bu söylemlere, organik görünen ellere destek verince, AKP yeri-göğü inleten bir yükseliş ve güven sahip oldu.

Dedelerimizin yaptığı tarımı, yetersiz bulan uygarlığı daha fazla üretmek diye algılayan soylu yöneticilerimiz şimdi tartışılan kimyasal birleşenler ile birleşmiş mutlulukları bize 30 yıldan bu yana yayan semirmiş bedenli, karanlık ruhlu insanlar; değişebilirler mi? En hijyenik sabunlar ile yıkanmaları, en iyi parfümleri sıkmaları onları arınmış hale getirdi mi? Uzattıkları elleri sadece acınası bir yardım eli olarak kabul ettirenler, Allahın büyük adaletini hatırlatırken, ADİL olup, tüm yapaylıklardan sıyrıldılar mı? Yani gerçekten de bu ülkede organik, siyasetçi, yönetici var mı?

Varsa nerede? Ve biz neden gırtlağımıza kadar borca, hastalığa, kimyasala batmış durumdayız?

GDO ürünler daha çok tartışılacak. Mısırda, buğdayda, pamukta, domates de vardı, yoktu açıklamaları sürerken, organik olmayan zeki insancıklar bir şekilde kılık-kıyafet, siyaset değiştirip belki de ORGANİK olarak bize el verecekler. Yani, hapırsak hupur da, köpürsek de biz bu sabunları yiyeceğiz efendim.


Görünen o ki bizleri ne organik, ne de inorganik aydınlar, siyasetçiler kurtaracak. Biz, bizi bilmediğimiz sürece, biz daha çok bizi biz edecek insanı arayacağız…


Güven

2 yorum:

gökçe7 dedi ki...

86 yıl önce bu halk cumhuriyet devrimleriyle kulluktan vatandaş olma erdemlerine kavuşmuştu.Vatandaşı yönetmek zordur. Bunun içindir de 60 yıldır vatandaşı tekrar kula dönüştürme mücadelesi veriliyor.Başarıldı sayılır.Kimse kurtarıcı beklemesin tekrar vatandaş olabilmek için.Ne orgnik aydından ne de siyasetçiden. Kaldıysa mayasında organiklik, kendi kendini kurtarabilecektir.Karanlıklarda elyordamıyla yol alıyoruz,hele biraz gözlerimiz açılsın aydınlığı biraz görelim.Bu yazınızla göz kırpmaya başladık bile,ışığı farkediyoruz.Yüreğinize sağlık.

GÜVEN SERİN dedi ki...

Ümitlerimizin yeşerdiğiği görmek güzel çok heyecan verici...